23 Nisan 2023 Pazar

"İsa'ya Göre İncil" Saramago'dan.

 Ateist olan Saramago, İncil'i okumuş sonra da bunu İsa'nın gözünden romanlaştırmış. Araya kattığı yorumlar, tespitler o kadar sarsıcı ki; bu romanı yazdıktan sonra Portekiz'i (ki pek köktenci katoliklerdir) terk etmek zorunda kalmış. Şahsen 392 sayfa (ki bunun büyük kısmı Laos'un ıssızında sarı nehirde tortor giden bir teknede iki günde okundu) sular seller gibi aktı. Özellikle Tanrı'nın, Şeytan'ın ve İsa'nın sandalda konuştukları bölüm, Şeytan'ın kalenderliği, Tanrı'nın acımasızlığı zihinde şimşekler çaktırdı. Şimdi ülkemde "Muhammet'in Gözünden Kuran" diye bir kitap yazılsa, yazarına ne olurdu diye düşünüyorum da, o da muhtemelen Jose beyin kaderine yakın bir kaderi izlerdi diyorum. Yazarımız ateist ama kitabı mukaddesteki kronolojiye birebir sadık kalmış. O üstü örtülü Mecdelli Meryem mesellerini ayn'iyle vaki kaleme almış. Mucizeler (bitmeyen balıklar, iyileşen hastalar, görmeye başlayan körler, dirilen ölüler (lazarus vakası), şaraba dönüşen sular ve daha neler) bile İsa'nın gözünden makul bir şekilde aktarılmış. Sonunu önceden bildiğimiz halde son sayfasına kadar heyecanla okutuyor kendini. Tek eleştirim pattadanak bitmesi (yalan yok, pattadanak bitiyor). Din konusunda esnekseniz okuyunuz, değilseniz yaklaşmayın yanına.

"2666" Olmayınca Olmuyor.

 

   Üç aydır komodinimin üzerinde. 985 sayfa. Cesameti yüzünden yanımda alıp gezdiremiyorum da (985 S.). İlk üç kitabı (roman beş kitaptan mürekkeb (mürekkeb?)) ite kaka bitirdim. Aslında edebiyat eleştirmenleriyle ilgili ilk kitap güzel sarmıştı ama sonlara doğru iyiden sündü. Yarım bıraktığım bölüm kadın cinayetleriyle ilgili olandı (oysa en kolay okunan bölüm olduğu söyleniyor). Araya da uzun seyahatim girdi, birbuçuk ay bakamadım. Dönünce başladım ama akmıyor, gitmiyor. Hayır, eleştirilere kritiklere bakıyorum: "modern zamanların başyapıtı", "Patty Smith'in (pek de severim) başucu kitabı", "Latin Amerika'nın en iyi yapıtı" gibi betimlemeler gırla gidiyor. Herhalde edebiyat kanallarım tıkandı, subaplarım paslandı diye düşündüm. Ve dedim ki: gelmişim elli küsur yaşına akmıyorsa kapat gitsin. Şu ahir ömrümde bitiremediğim (belki de bünyede son bir yılda yaşanan endorfinserotonindopaminoksitosin zafiyetinden) ikinci kitap olmuştur (diğeri Fernando Pessoa'nın "Huzursuzluğun Kitabı"dır (o da pek depresiftir, son elli sayfada pes etmiştim)). Postmodern roman sevenler değişik tatlar alacaklardır belki ama fakirin edebiyat beğenisi o kadar da yetkin değilmiş demek ki (Joyce'un Ulysses'ini bile bitirmişliğim var ama buna kalibrem yetmedi zaar (zaar!)). Siz bilirsiniz yani.

16 Nisan 2023 Pazar

Tayland, Laos, Kamboçya ve Vietnam'a Hallenenlere Genel Öneriler.


   Uzun zamandır yoldayım (mavi yakalı bir ofis kölesinin göreceli bakış açısına göre tabiy ki). Başlıktaki dört ülke gezildi. Ülke ve şehir bazında yazacağım ama girizgah olarak genel önerilerimi aşağıda aktarmaya çalışacağım. Her tembel yazarın yaptığı gibi maddeleme yapacağım (maddeleme iyidir).

  • Bu coğrafyadaki herhangi bir ülkeye gitmeyi düşünüyorsanız önce akıllı telefonunuza "Grab" uygulamasını indirin. Uber'in uzakdoğu versiyonu olarak düşünün. Çok efektif çalışıyor, otomobilden daha ucuza bisikletin arka selesinde bile gidebiliyorsunuz gideceğiniz yere. Endonezya, Malezya ve başka ülkelerde de geçerli. Taksiden ucuz, konforlu, güvenilir. 1 USD'ınıza kıyıp kredi kartınızı da tanımlayınca elinizi cüzdanınıza atmadan şehir içi ulaşım sorununuz hallolur.
  • 7/11 (seven eleven) mağazaları (özellikle Tayland'da) can kurtarıcıdır. Bir nevi uzakdoğu BİM'i (ama daha efektifi) olarak düşünün. Aldığınız tostu tost makinesinde ısıtırlar. Hazır yemekleri mikrodalgada. Kahve istersiniz, çekirdekten çekerler taze taze verirler. Soğuk içecekleri buzunu kendiniz ayarlayarak kendiniz hazırlarsınız. Çeşit çoktur, ucuzdur, güvenilirdir. Yolda tanıdığım İran Şiraz'lı gezgin Mehraane'nin dediği gibi adeta "Heaven Eleven"dır. 
  • İletişim için çıtanızı yüksek tutmayın. Tayland haricinde ingilizce bilen pek fazla yok (aslında orada bile fazla değil ama neyse). Karşınıza çeşitli kategorilerde iletişim kurmanız gereken birileri çıkacak. Kısaca tipolojilerini vermeye çalışayım: 1. İngilizce bilenler. 2. İngilizce bildiğini zannedip çok hızlı konuşan ama aslında bilmeyenler (yavaş konuşur musun dendiğinde konuşamıyorlar). 3. İngilizce bilmeyen ama vücut diliyle istediğinizi anlayanlar (bunlar da pek az). 4. Hiçbir yabancı dil bilmeyen ve vücut diliyle dahi anlaşamadığınız kişiler (işte bu modelden gani gani var). 
  • İnternet olmazsa olmazdır. Tayland'da internet altyapısı çok iyi. Laos'un (özellikle turistik bölgelerinde) ara ara kesilse de var. Kamboçya'nın sadece turistik bölgesinde bulunduk ve iyiydi. Vietnam'da da sorun yaşamadık. Her ülkenin girişinde turistlere yönelik internet paketleri satılıyor (fiyatları makul sayılır (Tayland için olan tarifeyi de şuraya bırakalım)). Kalış sürenize göre aldığınızda hemen sim kartı takıp gerekli ayarlamaları da yapıyorlar. Unutmayın, yolu bulacaksınız, grab çağıracaksınız ve daha önemlisi bir üstteki maddedeki 4. grup için translate kullanacaksınız (bu grupla başka türlü iletişim mümkün değil).
  • Fiyatlar makul. Elbette ki turist yahut gezgin olmanıza göre bunlar göreceli. Oda servisim kulüp sandviçimi gecenin üçünde getirsin diyorsanız elbette dünya standartları belli. Onun altına düşmez. Yolculuğumuz uzun süreceği için bir iki yer hariç bütçe dostu konaklamaları tercih ettik. Kendimize ait bir oda, banyo, klima, makul temizlik haricinde konfor isteğimiz olmadı ve günlük 30 USD'lık konaklama bütçemizin üstüne hiç çıkmadık. Bir çok yerde bunun oldukça altında kaldığımızdan, bu fasıldan biriktirdiklerimizle kendimizi bir iki yerde şımarttık ve kulüp sandviçlerimizi yedik. 
  • Ekonomimiz böylesine şahlanmadan önce buraları sudan ucuzmuş. Gezginlerle konuştuğumuzda bir iki yıl öncesi memleketimin üçte biri fiyatlar varken şimdi bu yarı yarıya ya da neredeyse bire bire düşmüş. Elinizi çabuk tutmakta fayda var şahlanış devam ederse, memleketten pahalı olmasına pek zaman kalmaz.
  • Tüm yataklar çok sert. Bildiğiniz tahtanın üstüne iki kat battaniye sermişsiniz gibi sert. Bir iki yer haricinde bu tip yataklarda yattık. Gariptir ne bel ağrısı, ne de bir konfor eksikliği çektik. Öneririm yani. 
  • Dört ülkede de banyo kavramı bir değişik. Ortalama büyüklükte bir yerde klozet (bunun da yanında fleks hortumla bir fıskiye var taharet musluğu yerine) ve yanında elektrikli ısıtıcıyla sıcak su sağlayan (eskiden ihlas markalılar vardı memleketimde) bir banyo bataryası var. Birçok yerde banyo yapılan yerle tuvalet arasında bir separatör (ne işim olur separatörle) ayırıcı faktör yok. Duş aldığınızda klozet, lavabo sırılsıklam oluyor. Bunlar tabii orta seviye konaklama için geçerli. Lüks yerlerde adamakıllı duş teknesi ve küvet var.
  • Kaliteli kağıt peçete ve tuvalet kağıdını unutun. Hepsi de su gördüğünde, güneş gören kardanadamlar gibi eriyor. Kaldığınız yerlerde paranıza kıyıp 7/11'lerden kaliteli olanlardan alabilirsiniz. 
  • Götüreceğiniz nakit dövizin üstünde damga, yazı, kenarında yırtık olmamasına dikkat edin çünkü özellikle Laos ve Kamboçya'da bunları zinhar kabul etmiyorlar. Kredi kartı hemen her yerde geçiyor (Laos'ta ve Kamboçya'da bir iki yerde kabul etmediler, onun haricinde sorun yok). ATM'ler heryerde ve sorunsuz çalışıyor. Tek sorun her türlü nakit çektiğinizde %10 komisyon kilitlemeleri. 
  • Sınır polisleri (özellikle üstteki iki ülkede) biraz aksi, ters ters bakıyorlar, kısa komut cümleleri kuruyorlar. Nedir: gülümserseniz anında yelkenler suya iniyor ve sizinle doğal bir iletişime geçiyorlar. Nazik olun, gülümseyin. İşler hallolur.
  • Bu coğrafya glütensiz beslenenler için ideal çünkü Fransız sömürgenliğinin (Can Baba'ya selam olsun!) etkisinde kalan büyük şehirlerdeki bir kaç pastanenin haricinde burada buğday ve ürünleri yok. Olanlar da çok pahalı. Bitkisel kaloriyi pirinçten alıyorlar. Yemeklerin yanına steam rice (buharda yağsız tuzsuz pişmiş pirinç) veriyorlar. Zaten birçok yemekleri nudıl ya da pirinç içeriyor (buradaki nudıllar, spring roller (bizdeki sigara böreğinin kalıncasını düşünün) de pirinçten mamul zaten).
  • Peynir neredeyse yok Zeytin hiç yok. Hayır, inek ve manda çok var ama süt ürünleri konusunda garip bir kıtlık var. Memleketten peynir ve zeytin götürmüştük, onbeş gün kifayet etti. Sonrasında adamakıllı peynire hasret kaldık. Sadece tadı birbirinin aynı olan tost peynirleri var (onlar da iki boyutlu, yandan bakınca görülmüyor). Zeytiniyse sadece bir yerde (o da burada olsa, sofranıza koymazsınız) gördük.
  • Meyveler çok çeşitli, ucuz ve lezzetli. Birçok kez "Bu muzsa (mango, papaya, dragon fruit, passion fruit, jackfruit, ananas, durian) bizim yediklerimiz ne?" dedi fakir. Balıkları tatsız (sıcak denizin balığı yağlı olmuyor) buna mukabil midye, istiridye, kalamar, ahtapot, kerevit, ıstakoz, madya, çimçim gani ve lezzetli.
  • Sadece Laos'un çok yoksul yerlerinde ve Bangkok'un aşırı turistik bir sokağında ekstrem (ne işim olur ekstremle) sıradışı/uç yiyeceklere denk geldik. Yoksa öyle böcek, akrep yiyen görmedik. Hatta bunları Bangkok'un turistik yerlerinde fotoğraf çektirmek için dolaştırıyorlar. 
  • Gece pazarı diye bir kavram var. Gündüzleri çok sıcak olduğundan (ekvator kuşağına çok yakın) insanlar gece pazarı icat etmişler. Kimisi her gün kimisi hafta bir ayda bir kurulan gece pazarlarında her türlü ihtiyacınızı temin edebilir, yemek yiyebilir, yerel halkla sosyalleşebilir, ilginç şeyler görebilirsiniz. 
  • Fakir; tedbir kumkuması bir insan olduğundan bu anabasise çıkmadan önce Seyahat Sağlığı Genel Müdürlüğüne gidip "ne aşılar olacağım, hangi ilaçları yanıma almam gerek" gibi sorularla memurları darladı. Sıtma ve tifo riski olduğunu sıtma için kuvvetli bir antibiyotik reçetesi tifo içinse istersek aşı yapabileceklerini söylediler. Biz de yanımıza Deet etkin maddeli sivrisinek kovucu spreyler aldık bol miktarda. Almaz olaymışık. Dört ülkede de hiçbir ciddi sivrisinek taarruzuna uğramadık ve son durakta hepsini de kullanmadan otele hibe ettik. Önlem almayın demiyorum ama bizim başımıza gelen budur. Belki gittiğimiz mevsim (musonlarda daha fazla olabilir bilemem), belki etkin ilaçlamadan olacak börtü böcek fazla yoktu.
  • Hiç bir yerde güvenlik sorunu hissetmedik. Tüm nakdimizi yanımızda taşıdık. Ne bir kapkaça ne cepçiliğe ne de hırsızlığa şahit olduk. Kimse yolumuzu kesip para istemedi. Nice karanlık, ıssız yollarda yürüdük, kalabalıkların arasında kaldık. Güvenlikle ilgili hiç endişe yaşamadık.
  • Döviz bozdururken havalimanını pek tercih etmeyin, turistik yerdeki döviz bürolarını da. En iyi oranı bankalar veriyor. Denk gelirse tercih edin.
Şimdilik aklıma gelen genelgeçer şeyler bunlar. Ülkeleri yazdıkça oralara özel faydalı bilgilerden dem vuracağım. Hayatınızda yol olsun, yol öğretiyor.

14 Nisan 2023 Cuma

"Triangle of Sadness" Çubuk Krakerin Gücü ve Kapitalizmin Sonu veya Güç Bozar!

 Ruben Östlund'un son filmi altın palmiyeyi kaptı, üç dalda oskar adaylığı birsürü küçük festivalde aldığı ödülleri var. Kare zaten aklımızda. Afiş gişe filmi gibi duruyor, yıldız kadrosunda Vuudiherılsın bittamam. Memleketimde vizyona girmesine çok var. Malum ortamlardan emip, izledim. Uzun (2s27d) ama iyi ki de izlemişim.
   Filmimiz üç bölüm, 1.Karl ve Yaya 2. Tekne 3. Ada. Açılış sahnesi (erkek mankenlerin seçme görüşmeleri) başlı başına üzerinde düşünmeyi hakediyor. Balenciaga ve H&M canlandırmalarını yaparken homo economicusun evrimleştiği son noktayı iliklerimize kadar hissediyor ve tüylerimiz diken diken oluyor. Sonrasında hesap gerginliği ve mecburi barış da ilişkilerin ne kadar hesapçı temellere dayandığını gösteriyor. 
   Tekne ise kapitalizmin süpersonik bir mikro modeli. Krem tabaka, beyaz yakalılar (ki para para diye zıplamaları ne acıklıdır) ve mavi yakalılar. Marksist bir Amerikalı Kaptan, kapitalist bir Rus oligarkı (onlara çılgın ruslar demiyoruz, zengin ruslar diyoruz!) ve daha neler.
   Ada ise çok başka bir alem. Tuvalet idarecisi Ebigeyl'in dizginleri ele alışı (hah, işçi sınıfı hakettiği yere geliyor (bu da bir yanılgı arakolpa)) ve elit erkek modelimizin damızlığa evrilmesi (ki bu evrimleşme süreci de derin sorular sordurur ilişkiler üzerine), çubuk krakerin gücü (filmi izlerseniz biliyorum gülümseyeceksiniz), Dimitri'nin ölen sevdiğinin mücevherlerini alıp usulca ayakkaplarına (bu da eski İstanbul ağzıdır ha!) yerleştirmesi (dolar milyoneri de olsan nekeslikte sınır yok), nihayetinde "gücün bozması, mutlak gücün mutlaka bozması" kaidesinin sınıf farkı olmadan işlediğini görmemiz. 
   Pek çarpıcı bir filmdir. Buraya yazmaya erindiğim ama iki saate sığdırılan şeyleri hatırladıkça sıklıkla gülümsediğim, ürperdiğim onlarca alt öge var (misal: tonton el bombası üreticilerinin sonuna gülümsemedim yarıldım). Ruubin bey çoğu zaman işlediği üzre sınıf farklılıkları, kapitalizmin şirinlikleri (burada ironi vardır dikkat!), günümüz ilişkilerini bir güzelce aktarmış beyazperdeye. İzleyin, pişman olmazsınız.