Priştine'ye uygun uçak bileti bulmuşken ve başlıktaki ülkeler vize istememişken Baba tarafımdan kuzen/kuzinlerim de programlarını denkleştirmişken atladık, kısa bir Balkan turu yaptık. 2019 Mayıs Ayı başında yapılan gezi sırasında döviz kuru 1 EUR=6.67 TL civarında idi. Yapılacak değerlendirmelerin bu orana göre yapılması daha iyi olacaktır. Bu yerler hakkında yazılmış zebil gibi ağ güncesi olduğundan, fakir sadece ilgisini çeken şeyleri madde madde yazarak, ilgiliyi bilgilendirme yolunu izleyecektir (kolaycılığı açıklamanın kibarcası).
Tüm gezi kiralık bir minibüsle yapıldığından ulaşım, araç kiralama, toplu taşıma gibi konular maalesef kadük kalacaktır.
PRİŞTİNE
Sadece havaalanını gördük. Orada yaşayanların bile "hiç vakit harcamaya değmez" türünden uyarılarını dikkate alarak teğet geçtik. Havaalanını Limak yapmış. Tuvaletlerde ECA, Serel gibi markaları görmek güzel şey (gerçi bir çok havaalanında görüyoruz Türk markalarını).
PRİZREN
Baba memleketi olduğundan mıdır nedir, en çok sevdiğim yer burası oldu. Ortasından nehir geçen bir Safranbolu düşünün: işte öyle! Merkezi, herkesin "şadırvan" diye adlandırdığı bir meydana çıkıyor. Ortada bir dört kurnalı, devamlı akan eski bir çeşme var. Yanıbaşında bir cami, biraz ötede bir kilise, etraf silme yeme içme dükkanları. Caminin yanındaki Menta kafe, bildiğiniz demleme çay (bunun hasretini yurtdışı seyahatine çıkanlar iyi bilir) ve Türk kahvesi yapıyor, fiyatlar uygun, wifi şifresi "menta123". Neredeyse herkes Türkçe konuşuyor. Kulağa çok ilginç gelen bir aksanları var (küçüklükten aşina olduğumdan bana yabancı gelmiyor ama ilk kez duyanlar çok değişik olduğunu söylüyorlar (bkz."Teneçeci")).
Kosova bağımsızlığını ilan ettikten sonra şehirde yaşayan Sırplar yukarıdaki bir iki uzak köye çekilmiş. Kiliseler yalnızca belirli dini günlerde taşıma cemaat ile hizmet veriyor. Sırpların yoğun olarak yaşadıkları "varoş" adlı mahalleye ise genellikle Katolik Arnavutlar taşınmış. Gelir ve gelecek kaygısıyla son yıllarda gençlerin çoğu çalışmaya gurbete gitmiş. Konuştuğum herkes de aynı kaygıyı paylaşıyor.
Çokça cami ve benim gördüğüm kadarıyla iki de tekke var. Halveti tekkesi, oldukça mamur bakımlı ve içine kapanık. Şadırvan'a giden taş köprünün diğer yanındaki sokağın içinde. Yanında bir cami var. Bahçesindeki çeşmede ve oturulan yerlerde Bektaşiliğe ait pek çok simge ve ahaliden duyduğumuz kadarıyla bir iki yıl öncesine kadar mey'i dem yapan törenleri olduğu halde, son yıllardaki genç tekkedarın biraz sofu olmasından dolayı demlenilmiyor ve dışarıya pek açılmıyormuş. Diğer tekke ise her yerde göremeyeceğiniz (görülmeyi sevmediklerinden) Melami Tekkesi. Pek bir mütevazi olan bu tekkeyi ise diğerinin aksine oldukça açık olduğunu, ziyaret edebilen büyüklerimizden öğrendik (ben gittiğimde kapalıydı). Yeri yine şadırvana yakın. Meydandaki en büyük alışveriş merkezinin sağındaki küçük yoldan (biraz zikzaklı) sola bakarak ilerleyin. Şanslıysanız göreceksiniz. Melamilik gösterişi sevmez, açıksa kaçırmayın girin. Asırlık çınarın yanında da bir Bektaşi türbesi var. Gittiğimizde kapalıydı ama biz çıkarken asık suratlı türbedar geldi. Uzaktan baktım, türbeye girerken duasını etti, kapıyı öptü, eşiği abartıyla atladı. Aynısını Hacı Bektaş Türbesinde gördüğüm ritüele bu uzaklıkta rastlamak içimi bir hoş etti doğrusu...
Prizren bir börek ve köfte cenneti. Meydandaki turistik olanları değil, yerelin rağbet ettiği küçük yerlere bakın. Meydanda yediğimiz böreklerin yağı pek güzel değildi, köftelerin ise fabrikasyon olduğundan eminim. Tek istisna: "Alhambra" ismiyle mülakkap "Syla" diye de bilinen nehir kıyısındaki köfteci. Burası her daim dolu, turist pek yok. Mönüyü de ekliyorum ki fiyatlar konusunda bilginiz olsun. Flie denen bir hamurişini de kimi pastanelerde bulabilirsiniz. Tepsi boyundaki kreplerin arasında yağ olan ilginç bir tat. Böyle yazınca tatsız tuzsuz görünebilir ancak öyle değil. Lezzet ve kalori bombası.
Gelelim et işine. Prizren'de et güzel ve ucuz. Biz tavsiye üzerine Shantiri Kasap'a gittik. Diğerlerinden 2-3 avro pahalı ama mamulleri güzel. Kuru et (tuzla yapılmış isli çemensiz pastırma olarak düşünebilirsiniz) 18 avro. Sucuk 8, Kemikli et 3.5, kemiksiz et 10 avro. Kuru etin kimi küçük çeşitleri daha düşük fiyatlarla satılıyor. Sucuk bizim ahir günlerde alıştırıldığımız ısıl işlem görmüş değil fermente sucuk, sarımsak ve sodyum monoglukomat yok. Sadece et ve soğan. Çalışanların hepsi Türkçe konuşuyor. Memlekete getirecekseniz, kuru eti vakum yapıyorlar. Karşısındaki Baş Burek'te (erken saatlerde) flie bulabilirsiniz.
Şehirde bir kaç müzik derneği var. İlk kurulan "Doğru Yol" derneği, zamanla bölünerek başka dernekler oluşmuş (bilen bilir TSM dernekleri hep bölünür (mizah dergileri gibi)). Doğru Yol derneğinden Agim Fişar, Balkan Türk Müziği Derneği'nden Aluş Nuş ile tanıştık. Birer gece meşklerinde bulunduk. Kendi usullerince yorumladıkları klasikler tamam da, yerel türkülerin icraları çok güzeldi. Ana vatandan uzak bu coğrafyada, bu kültürü yaşatmaya çalışan bu değerli insanları gördükçe insanın içi bir hoş oluyor. Özellikle Balkan Musiki Derneği'nde meşk eden gençleri, onları heveslendiren beyaz saçlıları gördükçe umutlanmamak elde değil.
Prizrenliler düğünlerinde "çityan" denilen süslü kaftanlar giyiyorlar. Arasta Caminin olduğu caddede bu kostümleri satan oldukça fazla sayıda dükkan var. Her biri bir sanat eseri sayılacak bu kaftanların aksesuarları da akla zarar. Hele bir yelek yapmışlar, kurşun geçirmez olduğunu sanıyorum. Bunların fiyatları 1500 avrodan başlayıp 3-5 binlere kadar çıkıyormuş. Kişi başı milli gelirin 3 bin doların altında olduğu ülkede evlenmek, oldukça meşakkatli.
Kalesi, Osmanlı mimarisi evleri, camileri, hamamları, ortasından geçen Bistriça Nehri, her daim kalabalık enerjik şadırvan meydanı, kulağı okşayan yerel lehçesi, altıyüz küsur yıllık çınarı ile (kitabesinde 13.yüzyıl yazıyor) Prizren, daha sonra daha uzun vakit geçirmeyi planladığım bombastik bir destinasyon.
MAKEDONYA-ÜSKÜP/ELBASAN/OHRİD/STRUGA
Prizren'den Üsküp'e yollandık. Yol iyi durumda ancak çok virajlı. Manzarası latif. Sınır geçişinde suratsız sınır polislerine 100 avro çorba parası vermekten cevval (ve amatör) rehberimiz sayesinde kurtulduk. Özel araçlardan böyle bir şey aldıklarını zannetmiyorum ama anlaşılıyor ki büyük araçlardan böyle şeyler tırtıklanabiliyor.
İlk durağımız Üsküp. Tepedeki kaleden görüldüğü kadarıyla, ortasından nehir geçen tipik Balkan şehri. Çarşıya seğirtiyoruz, tipik Türk çarşısı. Köftecilerde güveçte kurufasulye var. Santrfüj etkisiyle meşhur köfteci Destan'a gidiyor, köftesinin tadına bakıyoruz. Güzel, ama özellikle aranıp bulunacak bir lezzet değil (üstelik garsonları aşırı asabi).
Fazlaca oyalanmadan Ohrid'e doğru yola çıkıyoruz. Yol yine virajlı. Konaklamak için Ohrid yakınındaki Struga'yı tercih ediyoruz. Güzel bir göl kıyı kasabası. Fiyatlar Ohrid'den daha insaflı. Makedonya'da (ve aslında tüm gezide) dikkatimi çeken şey şu: buraların kendilerine özgü bir mutfağı yok, ya da gösterilmiyor. Eski baş çarşılarda bulunan köfteci ve börekçiler haricinde, turistik bölgelerin tümünde hızlı yemek alternatifleri, İtalyan restoranları, pizzacılar var ama kendilerine özgü bir tabak sunamıyorlar.
Göl güzel, biraz soğukça esiyordu o yüzden tekne turunu almadık ama güzeldi. Arnavutluk'a giderken yol kıyısında mümtaz ırkımızın güzide geleneği olan otoban kenarı mangal farizasını da yerine getirdik (insan, yerdiğini yaşamadan ölmezmiş!).
ARNAVUTLUK-ELBASAN-TİRAN-DURRES
Gezide en hızlı pas geçtiğimiz ülke Arnavutluk oldu. Elbasan'da bir kahve molası. Kalenin sonunda ve içinde bulunan bistro pek özenli bahçesi ve orijinal atmosferiyle güzel bir dinlenme imkanı sunuyor. Şöyle bir meydanda gezindik. Badem bıyıklı, kuzu bakışlı abilerin açtıkları bir kermes çadırında ilahiler meşkediliyordu, koşarak uzaklaştık. Kahvemizi içer içmez de Tiran'a revan olduk.
Fakir 2000 yılında bir sekiz ay kadar Vlore'de kimi işler için kalmak zorunda kaldı. O zamanlar Elbasan, Tiran, Durres, Orikum, Gjirokaster, Saranda, Lusinye, Fier, Berat ve daha nereleri gezmek durumundaydı. O zamanlar Arnavutluk, emniyetsiz, savaştan çıkmış, metruk bir haldeydi. 200 Km. yolu 7 saatte gidebilirdik. Tiran'daki piramitin üstünde çocuklar kayardı (fakirin de kaymışlığı vardır), büyük meydanda aküsüz çocuk arabaları saati 10 leke kiralanırdı (fakirin de kiralamışlığı vardır), başkentte kalacak doğru dürüst otel yoktu, zar zor NATO misafirhanesinde yer ayarlanır, kapının arkasına sandalye dayanırdı.
Bu kez arabayla hızlı bir tur attık ve pek hüzünlendim. Tiran olmuş bir Avrupa şehri! Binalar, çevre düzenlemesi, trafik, mağazalar, yapılaşma vs. O zamanlar Taksim Meydanı Avrupa görünümünde, Tiran meydanı Ortadoğu görünümündeyken, şimdi külahları değişmişler! İşte bu da beni çok hüzünlendirdi... Hasetim yüzünden Tiran'a ait fotoğraf yüklemiyorum.
45 Dakikada Durres'e vardık. Durres, virane bir liman kentiyken; eskisi restore edilmiş, yetmezmiş gibi bir de yenisini kurmuşlar. Yanyana bir sürü otel Rus oligarklarını ve bütçesi kısıtlı turistleri bekler olmuş. Eli yüzü düzgün bir otelde gayet makul bir ücrette kalınabiliyor. Yine haset durumundan buraya ait bir fotoğraf koymuyorum.
Düzgün yollardan İşkodra'ya yollandık, şehri yine şöyle bir hızlıca geçip Karadağ sınırına vasıl olduk. Mutad çorba istekleri (bu kez tarifeyi 20 avrodan açtılar) biraz bekleme derken hop Karadağ'dayız.
KARADAĞ-ULCİNJ-BUDVA-KOTOR
Rehberimizin (her nedense) bizi yönlendirdiği Ulcinj'de konaklayarak (Monte Viyana Otel'de iki kişilik oda+kahvaltı=30 avro) Karadağ'ın turistik yerlerini ziyaret ettik. Ulcinj, tipik Adriyatik kasabası. Osmanlı izleri oldukça yoğun (yamaçtaki otelimizin manzarasında üç cami (üçü de aktif) vardı). Sahilin sonuna kadar acımasız bir betonlaşma var. Geceleri oldukça hareketli. Canlı rock müzik yapan bir barı (yokuşta Lozan Dönerin aşağısında), eller havaya müzik yapan bir sahil barı bile vardı. Etkileyici bir koyu, koyun başında restoranlarla bezeli! bir kalesi de var.
Balık yemeye, yakınlardaki Port Milena nehrinin denize döküldüğü yerdeki balık lokantalarına gittik. Aman diyeyim uzak durun! Çiftlik balıkları (çiftlik levrek ve çuprasına bile acımasız fiyatlar çekiyorlar) haricinde sundukları tek alternatif 1.3 kg.lık kalkanı (fener ve dülger balıkları Tutankamon gibi bakıyordu) sipariş ettik, yanına da rakı diye adlandırdıkları ispirtoyu ziftlendik. Hayatımda yediğim en kuru kalkan, en yavan içkiydi. 2 Kişi 60 avro tuttu. Barakuda Restoran kötü ısırdı bizi. Siz siz olun patates ve bira yapın en fazla (o da manzaranın hatrına).
Sonraki gün çıktık en turistik lokasyonlara. Yolda Sveti Stefan'ı gördük (bir nevi Montenegro alamet-i farikası) Komple otel yapılmış, binayla dolu bir ada. Çevresindeki plaj güzel, hava iyi olduğu zaman deniz de güzel olur herhalde. Otopark 13 avro. Mayıs başında ancak özçekim yapılır, öyle de yapıp oyalanmadan Budva'ya yollandık.
Budva yakın, yollar güzel. Tipik Adriyatik şehri. Eski şehrinden fazla görecek fazla bir şey yok. Eski şehrin küçücük meydanına üç kilise (farklı zamanlarda yapılmış (ne gerek varsa!)) sığdırmışlar. Küçücük sokaklar, ilginç turistik mağazalar (amman diyim, para tuzakları), güzel bir marina. Avrupa'ya göre ehven, memleketine göre pahalı fiyatlar. Eski şehir en fazla iki saatinizi alır sonra oyalanmadan Kotor'a kaçın derim.
Kotor, Budva'dan 21 km.uzakta, yarım saat sürüyor. Çok değişik bir coğrafyada. Fiyord tadı veriyor. Yine bir eski şehri var, oldukça küçük ama Budva'ya beş basar. Bir kere arkada çok yüksek ve etkileyici, başı dumanlı bir dağ var ve onun üstündeki küçük antik yerleşimler gırla gidiyor. Bildiğiniz seyrek yapılmış Minas Tirith (bu da orta dünya sevenlere gitsin). Gerek yeni şehrin manzarası, gerekse eski şehir; bu gezideki en görülecek yerlerin başında geliyor. Eski şehrin içini ortalama iki saatte gezersiniz. Yukarıdaki kaleye çıkmak için 8 avro istiyor uyanık Karadağlılar. Yokuşu gözüm yemediğinden sakin bir yerde lokal şarap degüstasyonu yaptım (ne de iyi yapmışım (mönünün fotoğrafı da aşağıda, fiyatlardan bilginiz olsun!)). Eminim manzara yukarıdan daha güzeldir ama fakirin kemikleri sertleşti artık. Eski şehrin girişinde sabahtan öğleye kadar yerel pazar kuruluyor. İlginç mantar, peynir ve kuru et, sosis çeşitleri var. Şikemperverlere gelir.
Kotorlular, bir simge yapmaya çalışarak kediye çalışmışlar. Her yerde kedili çantalar, hediyelikler var ama canlı kedilerin tümünü toplasan Foça'daki (Foça'nın gözünü seveyim!) Neco Kahvenin önündeki kedilerden daha azlar. Eski şehrin girişine de akıllara zarar bir bank yerleştirmişler (bkz.aşağıdaki foto) Ama genel olarak başarılı olduklarını söylemek zor. Önerim: eğer Karadağ'a gelinecekse, eski şehrin içinde kalmanız. Uygun stüdyolar var.
SPİDİ GONZALES TARZI BİR KISA BALKAN TURUNDAN AKLIMDA KALANLAR:
- Arnavutluk'ta Lek, Kuzey Makedonya'da Dinar, Kosova ve Karadağ'da avro geçiyor.
- Sveti Stefan'ın daha güzel ve daha ucuz versiyonu Bulgaristan'da var. Nesebar. Orayı görmek daha güzel, daha ucuz.
- Daracık sokaklarla dolu eski şehir ambiyansı ise Girona'da mevcut. Evet daha pahalı ama değer.
- Köklere yakın olduğundan mıdır nedir? Prizren bir başka. Hem kökü bizimle aynı, hem güzel.
- Adriyatik kıyılarında acımasız bir betonlaşma var. Denizin kıyısında yüksek yüksek binalar (yenileri de tam gaz yapılıyor). Bu hızla giderse tüm kıyılar Zeytinburnu'na döner.
- Gezideki tüm coğrafya felaket yeşil, her yerden sular fışkırıyor. Topoğrafyada düz yerler çok nadir. Hep dağlar, tepeler. Ama nasıl yeşil!
- Avrupa'nın biraz ucuz, biraz bakir versiyonu (Kosova'yı tenzih ederek!) Bütçeniz kısıtlıysa gidilir ama çakma makaron yemek gibi bir şey. Yine de siz bilirsiniz.
- Haydi iyi gezmeler...