25 Eylül 2024 Çarşamba

"Go! Eko-Diktatörlük" Ekolojik Distopya.

   Devir değişti, artık kitapların tanıtıcı klipleri yayınlanıyor. Bağlantı üstte. Konusunu merak eden tıklar ve yazının kalanını okumaz. Günümüzde çoğunlukla yapıldığı gibi. Okumak zihni daha çok yorar, daha fazla oksijen harcamanız gerekir, kalbin daha çok pompalanması gerekir. İçgüdü de buna karşı koyar, kolay eylemi seçer. Okumayız, izleriz, eblehleşiriz. 

   Kitaba dönelim. Kısaca ekolojik distopya diyebiliriz. "İyi bilimkurgu, iyi edebiyattır" mottosunu yanlış çıkaran bir eserdir. İşlediği bilgiler son derece ufuk açıcı, beyin tokatlayıcı olmasına karşın fakire göre bir roman değildir. Çok eksenli ilerleyen olaylar örgüsü birbiriyle ilgisiz ve edebi kurgudan uzaktır. Yazarımız da bunu idrak etmiş olacak ki, kitabın başında kahramanlarının şeceresini belirtmekte fayda görmüş (ben de faydasını gördüm).

    Altını üstünü çizdiğim yetmezmiş gibi (hiç adetim olmadığı halde) kulaklarını büktüğüm sayfalar oldu. 31 yıl önce bugüne dair yaptığı saptamalar, yaşanan zamana ilişkin yürüttüğü tahminler çok yerinde. Devamlı büyüme üzerine kurulu bu ekonomik model, muktedirlerin çoktandır farkında olduğu halde göstermelik birtakım (Bkz.Green Deal (yahut büyük yalan mı desek ne desek! Mahmut mu desek)) çevresel kaşıntılarla pazarı oluşturan kitlenin gazını alıyor (bir tişörtün imalatı için 2700 (İKİBİNYEDİYÜZ) litre su harcanıyor). Siz diş fırçalarken suyu kapatıyorsunuz ama çöpe attığınız her tişört için üç tona yakın harcanmış suyu da boşa çıkarmış oluyorsunuz. (fakir, partallarını yer bezi yapar, toz bezi yapar asla atmaz). Böyle örnek çok!

   Gaia ölmek üzere olunca yapılan ekolojik darbe de (ki bombastik de bir devrimdir ha! (para, reklam, medya, seyahat, özel araç külli yasaktır)) zamanla güç zehirlenmesine uğrayıp bir nevi diktatörlüğe evrilir. Ama bu zaten bildiğimiz birşeydir. Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar. 31 yıl önce AIDS en büyük sağlık sorunuydu. Kitapta da öyle. Nedir: papaz her zaman pilav yememektedir. Bilimkurgucular da çuvallar (Bkz.Galaksilerarası seyahat).

   Hülasa; zihin açmak için okunur, edebi zevk için okunmaz diyerek bağlayalım.

Hamiş: 219. sayfada yazarımızın düşüncelerinin Abdurrahman Dilipak'la uyuştuğunu görünce pek güldüm.

11 Eylül 2024 Çarşamba

"Metamorfozlar" Felsefi.

   Emanuelkoççiya filozof. Dönüşümlere çalışıyor ve yaşadığımız bu ilginç günleri hem bireyin hem toplum açısından bu kavramla ilişkilendirip kendince açıklıyor. İş Bankası 21.yüzyıl kitaplığı da bu çalışmayı, işbu seride basıyor. 
   110 sayfalık metni hızlı okumayla bitirdiğimi itiraf etmeliyim. Son yıllarda okuduğum felsefi metinler, beynimin felsefe bölümünü doldurdu mu nedir? Somut bilgiyle açıklanan durumlardan, öznel düşüncelere odaklanamaz oldum. Kaldı ki yazarımızın öne sürdüğü durumlar bildiğimizden farklı ve daha önce söylenenlerden farklı değil. Değişim, diyalektik hayatın temeli. Velhasıl şu aralar benim için pek uygun değildi. Bilemedim yani!

8 Eylül 2024 Pazar

"B, Bira" Arpa Suyu Masalı.

  Omuzlarımın üstünde taşıdığım gri kitleyi zorlayan bir kitapla üç haftadır cebelleştiğimden paralel okumalarım ruhu havalandıran metinlerden seçiliyor. Ne okumak ruhu havalandırır? Elbette ki Tom Robbins!
   Yavaş yavaş okumaya kararlı olduğum halde çabucak bitti (zaten 100 sayfa). 
   Gracie henüz altı yaşındadır. Pek sevdiği filozof amcası onu bir bira fabrikasına, biranın imalat sürecini götürmeye söz verir ama gerçekleştiremez. Olaylar gelişir. 
   İster inanın ister inanmayın kitabımız çocuklara masal olarak yazılmış. (Dalgacı yazarımızın tabiriyle: çocuklar için erişkin, erişkinler için çocuk kitabı) Çocuklara okunabileceği gibi ruhunda o büyülü günlerden esintiler kalmış her ruhu çocuk olana da çok güzel gelir. Bira perisi var misal: hiç bir şeyin siyah beyaz ve hatta saf beyaz ve pür siyah olmayacağını söylüyor (yaşasın kuantum dolanıklılık). Bir gizem tarifi yapıyor, okuyanlar muhakkak anlayacaktır ben de anladım ama anlatamıyorum. Bu gizeme ancak kararında bira ile (ne az ne de çok) pek az bir mutlu azınlık vasıl olabiliyor. Biraya ilişkin güzel bilgiler içeriyor ama hayata dair çok daha güzel bilgiler var.
   Gündemden içi kararanlara, akademik okumalardan farıyanlara, gönül yarası çekenlere, sosyal ilişkilerde çuvallayanlara, parmağını kapıya sıkıştıranlara, basuru azanlara birebirdir efem.

Birkaç alıntı yapayım da metnin geneli hakkında bir resim oluşsun:
"alışveriş merkezine her gidişinde, ruhundan bir parça yitirirsin içinde"
"golfün ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? sıçrayamayanlar için basketbol, düşünemeyenler içinse satranç demektir golf"
"hep böyle cesur olacağına dair bana söz vermeni istiyorum. devlet memuru kılığındaki sömürgenler seni abartılmış, içi boş tehlikelerden koruyacağız dediklerinde arkanı dönüp kaçacaksın. seyahat etmekten, senden farklı insanlardan, örümceklerden, yarasalardan, serserilerden, dişçilerden, avukatlardan, akranlarının baskısından, zevksizlikten, toplum tarafından dışlanmaktan korkmayacaksın. sakın seni korkutmasın emniyetsizlik hissi ya da şeker cinleri... unvan sahibi adamların karşısında el pençe divan durmayacaksın ve en önemlisi sevmekten korkmayacaksın, sevginin karşılıksız kalabileceğini düşünsen bile."

6 Eylül 2024 Cuma

"Klara ve Güneş" Ishiguro'dan YZ Yorumu.

 Kazuo Ishiguro'yu "Never Let Me Go" ile tanımış ve afallamıştım. İçinde hiçbir teknolojik öge olmayan bilimkurgu nasıl yazılır göstermişti. Sonra "Gömülü Dev"i okumuş ve açıkçası pek de hazzetmemiştim. YKY'de rafları dolaşırken gördüm ve aldım. 
   Kazuo Bey, Beni Asla Terketme'deki formülü modomod uygulamış. Olaylar gelecekte zuhur etmesine karşın hiçbir teknolojik yenilik yok. Başkahramanımız Klara adlı YZ donanımlı bir android. Güneşle şarj oluyor ve güneş onun için enerji kaynağından başka bir şeylere tekabül ediyor (bizim yaradan düşüncemiz misal). Josie diye sağlığı sorunlu bir yeniyetmenin can yoldaşı olarak satın alınıyor, olaylar gelişiyor. 
    Ortaların sonuna kadar düz okudum. Pek de "amanın akşam olsa da sayfaları çevirsem" dediğim olmadı. Ancak, Bayan Ishiguro'nun sevgili oğlu yine yapmış yapacağını! Önceki romanında olduğu gibi ortanın sonlarında zihne olmadık spagatlar açtırıyor. Yapay zeka: iyi güzel, empatiyi, duyguları, tepkileri ve insanevladının zamanla geçirdiği değişimleri içselleştirebilir. Bunu gayet güzel canlandırabilir de. Lâkin; bizleri insan yapan, ruhumuzu betimleyen değerler diğer insanların algılarında gömülüdür diyor Kazuo Bey. Çok içli değil mi?  
   İnsana olmadık şeyleri düşündüren ve sorular sorduran kitaptır. Ham bilimkurgu okumak, zihnini yormak isteyenlere öneririm. Sadece ben değil Biligeyts ve Obama gibi emekli tayfası da 2021'in en okunası kitabı diye öveduruyollamış. 

   Ayrıca; Ekim'in 19'unda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin Baykuşcon etkinliğinde 16:00'da, bilimkurguyla ilgili yapacağım konuşmada bu minvalde konuşacağım. Gelirseniz beklerim. 

"Gece Mavisi" Salah Usta'dan 1001 Gece Denemelerinin En Adına Yakışanı!

   27 Deneme, 198 sayfa. Salah Usta'nın 1001 Gece Denemelerinin müstesna bir fasılası. Nedir: denemeler genellikle şiirden, edebiyattan, tiyatrodan haz alan kişilerin beğenileri için şımşıkırdak olmasına karşın, bu güzelliklere yabancı kârilere gelmez, sıkar. Ne gam! tüm bu güzelliklerin uzağında olsanız bile yazarımızın dilimize attırdığı taklaları görmek için dahi okunur. Dilin güzelliklerinden kâm alıyorsanız, dudaklarınızın kenarında bir gülümsemeyle sayfaları çevireceğiniz garantidir.
   Otobiyografik kimi denemeler insana şapka çıkarttırıyor. Düşünüyor ve "hımm o zamanlar nasıl bir düşün ve edebiyat dünyası varmış!" diye hayretlere düşüyorsunuz. Mâteessüf (o da nesi?) bu neşriyatın artık satması mümkün değil. Günümüzün modern ve hızlı yaşamında tüketilmek için pek bir rafine. 
   Küçük bir alıntı aşağıda. Hazret, hayatta olsaydı gönül koymazdı bunu bilirim.
"Kısacası, karşı konulmaz bir gücün tutsağı olarak tüm insanlar, kadınlar-erkekler, kösnül isteklerle körleşmiş bir durumda birbirlerinin kollarına atılırlar. Bunu yaparken de düğünlerine, şenliklerine yol gösterenin ölü olduğundan bir an bile kuşkulanmazlar. Ölüm bir eliyle kösnüllük uyandırarak, öbür eliyle uyuşturuculara beleyerek onlara yol açar. Yani Yaşamı veren Ölümdür. Yaşamı alan da Ölümdür. İşin başında ve sonunda sadece o vardır." S.178

3 Eylül 2024 Salı

"Öğretmenler Odası" Kısmetim Sertten Yana.

 Görüşlerine değer verdiğim iki arkadaşımdan olumlu geri dönüşler almış ama nedense vizyonda kaldığı zaman izleme fırsatı bulamamıştım. Niş bir salonda tek gösterimini kaçırmadım (bu arada Ankara'da Kavaklıdere Kült'ü sinefillere öneririm (izleyici kitlesi sinemaseverler, salon güzel)). 
   İlker Çatak (yönetmenimiz) çok katmanlı, tek mekanlı, izleyicinin gerginliğini aksiyon olmadan düşürmemeyi başaran bir film kotarmış.
   Almanya'daki bir okul üzerinden; politik doğruculuk, gerçeğin çok yüzleri, doğru&yanlış kavramları, çocuk eğitimi ve daha neler neler teşrih masasına yatırılıyor. 
   Film hakkında görüş veren dostlar, Almanya doğumlu ve büyümlüler. Filmi daha iyi anlamak için o ruhun içinde şekillenmek elzemdir buyurdular. Lakin fakir bu ruhu; gerek yaptığı sık seyahatlerde gerekse tanıdığı alman ve alman ruhlu arkadaşları sayesinde az biraz tanıyor.
   Burada izlediğim kavramlar üzerinde ahkam kesmeyeceğim. Yönetmen bey sağolsun üzerinde uzunca tartışılacak bir şey yapmış. Ancak, filmin belki de en az vermeyi hedeflediği pedagoji ve eğitim konusunu şöyle bir hatırladım ve maarifimizin halini düşündüm. Gözlerim buğulandı. Kordelamız hakkındaki tek eleştirim; baştan sona o gergin tempoyu koruyan biteviye yaylılardı. Zaten senaryo ve kurgu yeterince gerginken böyle bir müzik kullanmak gerginliği pek arttırıyordu. Ama bütünüyle değerlendirdiğinizde sarfınazar edilecek bir ayrıntıdır.
   Velhasıl öneriyorum. Pişman olmazsınız.

1 Eylül 2024 Pazar

"Boyalı Kuş" Çok Sert!

 İlk gençliğimin başlarında okuyup çarpıldığım Kosinski opus magnumunu gittiğim iki günlük gökova kaçamağında bir kez daha okudum. Yine irkildim ancak eskisi gibi değil. Nedir: aradan geçen uzun zamanda (ilk okumam geçen yüzyıldaydı) SSCB dağılmış, Avrupa'nın ortası eski harabatını yitireli çok olmuş. Hülasa; kitabın gerçekliği geride kalmıştır. 
   264 sayfalık kitabımız çok akıcı bir dille yazıldığı ve havsalalara sığmayan satırları olduğu için iki günlük yolculukların boş zamanlarında kolayca bitirilebilir. Küçük bir çocuğun gözünden savaşın ettikleri konu ediliyor. Kitabın sonunda Jerzy Bey'in kitabın kendine ettikleri de faş edilmektedir. (Manhattan'daki dairesini basan iki kişi tarafından gazetelere sarılı demir borularla darp edilişi falan (daha neler))
   Öyle "tatilde okuyayım da ruhumu hafifletsin" tarzı bir roman değildir lakin başlayınca da bitirmemek mümkün olamamaktadır. Bunun filmini de yazmıştım zamanında. Ne öneririm, ne de önermem.