Ailemizin yamyamı Hannibal Lecter'ın kendi çapında efsanevi bir ünü vardır. Kendisi; dünyevi tadlardan muazzam kam alan, rafine bir müzik ve damak tadına ve sanat konusunda rahatlıkla küratör olabilecek entellektüel birikime sahip, gurme, psikiatrist, sanatsever, kalender bir yamyam seri katildir.
Kendisiyle ilk kez Vil Grehem, Cek Kravfırd, sonra Kleris Sterling vasıtasıyla tanışmış, her romanda kötü adam olmasına rağmen garip bir şekilde sempatimize mazhar olmuştur. Beceriksiz taklitçisi Frensis Dolerhayd, kendisinin yanına bile yaklaşamamakta, beceriksiz bir kötü taklit olagelmektedir. Yazarımız, yarattığı bu antikahramanın popülaritesinin farkına varmış ve son iki romanında (hannibal ve hannibal doğuyor) merkeze münevver yamyamımızı oturtmuştur (altına hücum !..).
Bu tanıtımımız sondan başlıyor. Yazarın son kitabı "Hannibal Doğuyor", öncekilerin aksine çok hacimli değil, adeta novella uzunluğunda bir romancık. Yazarın dili öylesine akıcı ki, mesela İstanbul-Ankara otobüs yolculuğunda (yahut Ankara-Madrit uçak yolculuğunda) bitecek bir kesafette. Okurken yazarın detayları verip olayın kendisini okuyucunun hayalgücüne bırakmak, hayalgücü geniş okurların keyfine keyif katmaktadır.
Konu kısaca şöyledir : II.Dünya savaşında bir dağ köşkünde doğa koşulları yüzünden tecrit olan haydutlar Hanibal'in kardeşini yerler ve olaylar gelişir. (yazar bunu okusa kafama terlik fırlatır herhalde..)
Makarası bir yana : edebiyat tarihinde kendine göre bir yer etmiş Hanibal'in ruhunun, vicdanının ve insanlığının nasıl öldüğüne dair gayet de açıklayıcı bir metindir önümüzdeki. Okurken aristokrasi, zerafet, intikam, saplantı, delilik kavramlarının etrafında dolaşıyor. İncelik ve çılgınlığın nasıl yanyana büyüdüğünü görüyoruz. Hanibal bir akrep kadar güzel ve cezbedicidir. Mükemmel bir tasarıma sahiptir, çevresiyle ahenk içinde yaşamaktadır lakin öldürür, fıtratıdır bu.
Kitabın sonlarında "yav o kadar okuduk bakalım filmi nasıl ?" diye geçirdim içimden ve akşama filmini de seyrettim.
Şimdi böyle süpersonik, adeta bir senaryo şeklinde yazılmış bir öyküden nasıl böyle vasat bir film çıkarmışlar diye merak ediyorum. Yok ! senaryoda yazarımızın imzası var, Gaspar kardeşimiz de başrolün hakkını veriyor, mekanlar, kostümler, müzikler, tamamdır. (bir tek Gong Li Madam Murasaki'de sakil durmuş, yerine Joan Chen olsaydı şükela olurdu). Diyeceğim ki un, yağ, şeker var ama helva olmamış. İki saati belgesel olarak izledim adeta. İlk bölüm intikam koşullarının oluşumu, ikinci bölüm intikamın alınışı şeklinde verilmiş. Romanda geçen, ince zevklerimizi gıcıklayan bir çok ayrıntı elbette filmde yer almamış (cırcırböcekleri mesela) ama filmde moron izleyicilerin kaba destrodolarına hitap edecek kendo antremanları ihmal edilmemiş. Kendo yapan bir Hanibal, kavram olarak : portakallı ördek ve gavurdağı salatası kadar yakışmaktadır birbirlerine...
Eğer Hannibal Lecter'a benimki gibi patolojik bir ilgi duyuyorsanız, seyredebilirsiniz...