31 Ekim 2019 Perşembe

"Albemuth Özgür Radyosu" PKD'den Başka Bir Gerçeklik.

   PKD (Philip Kindred Dick'ten artık böyle bahsedilecektir!) kafası başka bir şey. Kimi zaman paranoyanın, kimi zaman şizofreninin yakınlarında dolaşıyor ama gerçeklik kaygısı çok güzel işlerde kendini gösteriyor. 
   Hâl böyleyken Albemut Özgür Radyosuna kayıtsız kalmak olacak şey değildir. O zaman ne yapıyoruz. Okuyup bitirmeye çalışıyoruz. Kendi adıma bitirmeye çalıştım çünkü PKD baş role adıyla sanıyla kendini koyduğu bu romanı (aslında otobiyografi mi demeli? ükroni mi demeli? anakronizm mi demeli? ne demeli bilemedim!) iflah olmaz derecede paranoyak bir metin. İlk yayımlandığı 1976'da ABD başkanı Cerıldford olmasına karşın romanda adı geçen Ferris Freemont'un Nixon mu yoksa McCarthy mi olduğunu çözemedim (Niksın 74'de istifa ettirildi. Kim bilir belki de o dönem yazılıyordu bu metin). Hep gözaltındalık hissi, takip edilmişlik hissi bünyeye yabancı değil (hakim karşısında sanık olmuşluğumuz da vardır (şükür ki adli değil siyasi davalardan)). Ama böyle bir paranoyaklık hissetmedim. 
   Bay Dik ölmeden altı yıl önce yazdığı bu kitapta hafiften hidayete ermeye başlamış gibi hissettiriyor tüm o melankolik, klostrofobik satırları teolojik bir finale zarifçe bağlarken. Okuması gayret gerektiren bir 370 sayfalık bir metin (nasıl adlandıracağımı bilemediğimi arz etmiştim yukarıda). Ama daha önce bir beatnik metin okuduysanız çıtır çerez gibi bitecektir.

"Yesterday" Feel Good Movie!

   Cek Malik öğretmenlik yapabilecekken, müzik kariyerini ilerletmek adına bir büyük markette yarım zamanlı reyon görevlisi olarak çalışır. Çocukluk arkadaşı, menajeri, şoförü Eli; hayallerinin peşinde koşması için teşviğini esirgemez ama malzeme bellidir. Malik'ten star olmayacaktır. Derken birşeyler olur Cek haricinde kimse Beatles'i hatırlamaz oluverir. Cek de bunun ekmeğini yemeye hallenir, olaylar gelişir.
   İki saate yakın sürede filmin nasıl bittiğini anlamadık. Senaryosu, karakterleri, oyunculukları (Conlenın'ın yaşlılığı nasıl gerçekçi olmuş, bilemezsiniz!), müzikleri (bilhassa müzikleri), kurgusu, çekimleri vasatın üstü. Kimi zaman "A Star is Born"a öykündüğünü zannediyorsunuz ama gerçeküstü bir yanı da var (sigara buharlaşmış mesela, Heripotır da öyle). 
   Pek öyle aman aman Bidıls hayranı değilimdir ama bir iki şarkıyı bildiğim vardır. Buna karşın hem müzikler, hem senaryo pek hoşuma gitti. Gerçi sonu sanki "izleyenler mutlu olsun" diye bağlanmış ama olsun. İzlerken, arıza çıkaracak bin türlü etmen vardı (bünyede iflah olmaz pipiriklilik var) ama bunların hiçbiri olmadı ve bitince iyi hissettirdi. Böyle bir janr varmış "feel good movie" diye (geç oldu ama öğrendik). İşte tam öyle bir film. Açın biranızı, patlatın mısırlarınızı (hazır almayın yağ ve tuz bombası onlar. sağlığınıza yazık) izleyin. 

30 Ekim 2019 Çarşamba

Stokholm'e Gideceklere Öneriler.

   Gezi yazısı bağlayacak kadar zihnimi toparlayamadım. Ama zaman geçtikçe hatırladıklarım da nisyan ile malul olacak. Ne yapmalı? En iyisi madde madde ve fotoğraf altı yazmak. 
   Öyleyse buyrunuz Arakolpa'nın haftasonunu arkadan önden takviye ederek 29 Ekim'le birleştirdiği Stokholm seferine!
   İsveç memleketlerine gitmeden önce biraz ağ güncesi karıştırdık. Aklımda nedense tek bir vecize kalmış "brain melting expensive!" (beyin eriten pahalılık). Evet doğru! Gittiğim tüm yabancı memleketler içinde (bir hayli de gitmişliğim vardır) en pahalısı burasıdır. Fiyatlar da her yerde eşittir (ucuzunu bulmak için beyhude dolanmayın). Örneklemek için yazıyorum : küçük su (0.5 lt.) 23-26 SEK (havaalanında 50 SEK/30 TL), defi hacet gidermek (evet tuvalet para ile buralarda) 10 SEK. Gittiğimiz zamanda 100 SEK 60 TL gibi bir şey yapıyordu ama haşyetle idrak ettim ki; burası hakkında yazılan ağ güncelerindeki kur hesaplama şeysi hep ve hızla aleyhimize gelişiyor. O yüzden gitmeden önce buradan bir hesabınızı kitabınızı yapın.
   Biz biletlerimizi memleketimin ucuzcu havayollarından uzunca bir süre önce aldığımızdan uyguna düşürdük. Stokholm'de iki havaalanı var, Pegasus'un kullandığı Arlanda havaalanında ise iki terminal (3 ve 5). Pegasus Terminal 5'i kullanıyor. Havaalanından şehre gitmek için çeşitli alternatifler var. Flygbussarna otobüsleri, Arlanda express treni (20 dk.da merkezdesiniz) ve daha neler. En uygun ve konforlusu Flixbus'tır. İnternetten biletinizi alın (karekodlu sureti), terminalden çıkar çıkmaz durağı göreceksiniz, hesap ettiğinizden önce vardıysanız hiç sorun değil, sürücüye açıklayın, istediğiniz koltuğa oturun, ücretsiz wifi ile şehir terminaline kadar konforlu yolculuğun tadını çıkarın. Son durak merkez tren istasyonu. 
   Merkeze geldiniz. Şimdi para bozdurmanız gerek. Lapin gibi havaalanından bozdurmadıysanız (50 SEK komisyon alıyorlarmış ve kur hesaplamaları alıcı aleyhine (yazılı olmayan uluslararası havaalanı kuralları Nr.8.2)) otobüsten inip şuraya gidiyorsunuz, çakıyorsunuz "selamunaleyküm"ü (arapların işletmelerinde abrakadabra gibi bişiy) komisyonsuz ve nisbeten insaflı bir kurdan dövizinizi İsveç Kronuna çeviriyorsunuz. İhtiyacınız olan kadar çevirin çünkü memleketin her yerinde kredi kartı çok yaygın hatta bir çok işletmede nakit kabul etmiyorlar.
   Merkeze geldik, paramızı çevirdik. Şimdi sıra karnınızı doyurmakta. İsterseniz döviz bürosuna giderken yolun karşı köşesinde gördüğünüz Kebapçıda döner yiyebilirsiniz. Yeri çok merkezi, porsiyonlar gözünüzün önünde hazırlanıyor, tüm çalışanlar Türkçe konuşuyor (çünkü Türkler, Rize orijin İstanbul doğumlu). Fiyatlar kabul edilebilir düzeyde (döner porsiyon 100 SEK, tavuk 125 SEK (evet tavuk daha pahalı!(ama döneri pek tatsız))). Yok ben lokal halkla kaynaşacağım diyorsanız. Gerisingeri merkez terminalin yiyecek bölümüne giriyorsunuz. Burada alt katta Coop süpermarket yahut yanındaki sağlı sollu dükkanlardan taamınızı alıp ortada bulunan sehpalı banklara oturup gelen geçene baka baka karnınızı doyuruyorsunuz. Fiyatlar genelde tüm dükkanlarda aynı. Coop marketin Türk Yoğurdu, Erkenek Suyu (ki etiketi logo hariç isveççedir), Börek standı (bkz.fotoğraflar) ve salata barı çok tatmin edicidir. Bir öğünü geçiştireceğiniz tavuklu, etli, karidesli salata porsiyonları 60-70 SEK arası. 
   Merkeze geldik, paramızı bozdurduk, karnımızı doyurduk. Şimdi kalacak yer bakacağız. 
   Ben çok baktım. Hem merkeze yakın olsun hem de standartlarımızı tuttursun (öyle fazla müşkülpesent de değilizdir (özel banyo tuvalet kırmızı çizgimizdir ama)) diye karnım çatladı burayı bulana kadar. Generator Stockholm. Genel konsepti hostel olmasına karşın aile odaları da var. Son derece temiz, düzenli ve ihtiyacı karşılayan (itiraf edeyim bookingde fotoğrafta görüldüğü gibi olan (hatta beklentilerimin üzerinde) ender yerlerden), süpersonik müzikler çalan bir yer. Humor anlayışları da var (bkz.fotoğraflar), akşamları sosyalleşmeyi sağlayan bir barı da var. Her gün temizlik yapılıyor, çarşaflar kıtır kıtır, tipik isveç dizaynı (minimal ve fonksiyonel (buradaki banyoyu hiçbiryerde görmedim (içi ve dışı yekpare plastik, hiç su sızdırmıyor ve katiyen rutubet, damlama yapmıyor))), istasyona yürüyerek 5 dk. Önceden rezervasyon yaptırırsanız fiyatları da makul sayılır.  Kahvaltı 85-100 SEK arası. Yalnız memleket kahvaltısını unutacaksınız burada. Zeytin, peynir, demleme çay falan hak getire! Meksika (kara fasulyeli), İngiliz (beyaz fasulyeli) ya da en bize uygun olanı grilled foccacio'lu (iki peynirli tost, dilim domates, marul) menüyü alacaksınız. 
Generator'un Banyo ve El Sabunları

Generator Cafe
   Gereken düzenlemeleri yaptık sıra geldi gezmeye. İlk yapmanız gereken şey: merkez istasyonun information'undan travel card almak. Yüksek sezonda gittiyseniz Stockholm Pass da alabilirsiniz ama bu mevsimde tüm turistik atraksiyonlar-rotalar kapalı. Haliyle en iyisi travel card. Bu kartla metro, tram, tren, feribota binebiliyorsunuz. Biz de bunun hakkını verdik. Hepsine bindik (bir tek ferry 89 kusur kaldı (kışa giriyoruz diye saatte bire düşürmüşler seferi (hiç de bekleyemem!))). Trenle taa Uppsala'ya kadar gidebiliyorsunuz. Muhakkak alın.
Bilimkurgu Dükkanı
Darth Vader'li Üst Kat
   İlk gideceğiniz yer Gamla Stan (eski şehir) olacaktır muhtemelen. Burası şehrin en turistik yeri. Tüm dükkanlar turistik (magnet falan alacaksanız en hoşunuza giden yerden alın gitsin, genelde Pakistanlı ve Hintli kardeşlerimizin çalıştırdığı bu dükkanlardaki tüm fiyatlar aynı). Sadece fotoğraflarda göreceğiniz Bilimkurgu Dükkanı fakiri pek mütehassis etti. Ortasında kristal avizeleri ve Alien sallanan bu mümtaz mahal, görünen küçük cephesinden çok daha fazla yer işgal ediyor ve hem bilimkurgu hem fantazya meftunlarının akıllarını başından alıyor. 
Üstümüzde Elyın Var!
   Bunun haricinde diğer Avrupa şehirlerinde göreceğiniz eski şehirlerin genel karakteristiği aynı. Daracık sokaklar. Havanın soğuk olmasından kelli (kelli !) sokağa açılan geçitlerin üstü binalarla kapatılmış (ya da tam tersi, bilmiyorum artık).
Gamla Stan

Gamla Stan

Merkez İstasyondan Gamla Stan'a
giderken
Gamla Stan
Çalışan Bacıma Dikkat! Kadınlar
Her yerde Her işi yapıyorlar.

Stockholm Palace Giriş

   Gittiğimizde Heloviiyn denilen kefere bayramının gelişini idrak ediyorlardı. O yüzden genelde bu mevsimde kapalı duran Grönalund namıyla mülakkap lunapark açıktı ve kapısında çocukları tavana asılı dev bir örümcek karşılıyordu. Aşırı kalabalık olduğundan pas geçip hemen önündeki feribotla hızla uzaklaştık.

Grönalund
Niye çocukları
korkutuyorsunuz?

   Ertesi gün yağmur yağınca dedik "şu meşhur metro istasyonlarını gezelim!" atladık merkez istasyondan (buradan her yere her taşıt aracına ulaşabilirsiniz) önce mavi hatta (kırmızı, mavi, yeşil üç hat metro var (bakmayın metro haritasının karışık oluşuna aslında çok basit)). Yürüyen merdivenlerden kıllandık (hafif bir Melih Gökçek Stayla aydınlatması var!) sonra gelsin istasyonlar. Gerçekten de adamlar on ay bulutlu iklimi yeraltında olsun renklendirmişler. Susuyorum, fotoğraflar konuşsun.

Melik Gökçek Merdivenleri
Yine merdivenler ama bu kez İskandinav Stayla!
Vagonlar boş olsa da emniyetli.
Mavi hattın Ana Terminal Girişi




Vasa'nın Kıçı
   Metro istasyonu gezmek de bir yere kadar! Hiç mi müze gezmeyeceğiz? Baştan uyarayım uyduruk müzeler var (Abba Müzesi var inanabiliyor musunuz? (Dinamiti icat eden mucidin müzesi var:Nobel Museum)). Fakire göre görülmesi gereken müze Vasa Müzesidir. 1600'lü yıllarda batan bir kalyonu 1950'lerde çıkartıp birleştirmişler (denizde fazla oksijen olmadığından okside olmayan gemiyi puzzle birleştirir gibi yeni baştan yapmışlar). Giriş 150 SEK. Öğrenciyseniz indirimi var. Hoş bir restorantı, fiyatların makul olduğu bir hediyelik dükkanı ve örnek gösterilebilecek bir müzecilik anlayışı var. Müze nasıl olur diye dahi görülebilir. Kaldı ki 17.yy.ın hayatını da çok kuntastik bir şekilde veriyor. Ayrıca o geminin yanında durup hissetmek te verdiğiniz her kuruşa değer.
   Ama ben müzeye girmem derseniz, müzenin bulunduğu kampus pek dolaşılabilitesi, vakit geçirilebilitesi (böyle mi deniyordu? (sıkı çuvalladın arakolpa!)) olan yerler. Hiç olmazsa İsveç düzenliliğinden istifade eder, gelen geçene bakarsınız.
Müze Bahçesinin Ağaç Oymaları
İskele tarafı
   Müze ve turistik yer gezmekten bıktıysanız Merkez İstasyonun Ahlens City tarafındaki çıkışından 69 numaralı otobüse binin. Gözlerinize inanamayacaksınız. 5 Dk.sonra falan bir ormanlığın içine dalacaksınız. 10 Dk.sonra Türkiye Büyükelçiliğinin kenarından, deniz kıyısındaki ormanlara, bahçelere ulaşacaksınız. Kalabalıktan uzakta ve ormanın içinde, denizin kıyısındasınız. Vallahi orada ruhumuzu dinlendirip yürürken karşımıza bir kuğu ve muhtelif ördekler çıktı. Kendimizi Federico Fellini filminde gibi hissettik. Heryerde kocaman kuşburnu meyveleri (dalında) vardı. Bir banka oturup hızlanan ruhumuzu yavaşlattık. 



   Ruhunuz bedeninizi yakalayınca atlayın yine 69'a gerisingeri gidin (alın yine karmaşa!). Adaların kenarlarında dolaşınca; başta şehir belediye binası (hakikaten çirkin) ve ferahfeza sahiller temaşa edebilirsiniz.
Belediye Binası mı Mordor İdare
Binası mı Bilemedim!

   Ne yaparsanız yapın, eğer kitap okumayı seviyorsanız Halk Kütüphanesini ıskalamayın. 50 numaralı otobüse atlıyorsunuz (bilin bakalım nereden? (tabiy ki merkez istasyondan)) altı (ya da 5) durak sonra önünde iniyorsunuz. Zaten otobüslerde bir sonraki durak yazıyor. Bombastik bir mekan, girişte kayıtgüvenlikanlamsızsorular filan olmadan doğrudan kitaplara ulaşabiliyorsunuz (memleketimde milli kütüphaneye giriş kartı çıkartmak için karnım çatlamıştı). Baştan ayağa gezin, kimse de çıkıp "hemşerim nereye gidiyorsun?" diye sormuyor (ki olması gereken de budur (insanlar kitaplara sorgusuz sualsiz ulaşabilmeli!)). Güzel bir kafesi, uygun fiyatlı bir kopyalama merkezi var. Aman diyim kaçırmayın.

   Üç günden sonra şehirden fenalık gelince küçük yere kaçalım dedik ve bindik Uppsala trenine (bilin bakalım nereden?). 50 dakika sonra oradaydık. Eğer expres trenle gitseydik kişibaşı 100 SEK (tek yön) verecekken travel card ile ücretsiz olarak upsalalara kadar gittik. 
  Ortasından geçen nehri, kalesi, kilisesi, köy kahvesi, çeşmesi (son ikisini ben attım!) ile derli toplu düzenli, fiyatları Stockholm'e göre kesin daha insaflı (kemiksiz %20 ucuz), hiç turistsiz ortamları, yüzyıllık pastaneleri (Landings Konditori ve prenses pastasını öneririm), yürüyerek heryere ulaşabileceğiniz ideal büyüklüğü ile Uppsala görülebilecek bir yer. Vaktiniz varsa uğrayın.
Upsala Tren İstasyonu

   Son gün memlekete dönerken şöyle bir havadan baktık. Adalar adalar, adaların üstünde yekpare kayalar (şaka değil, şehrin tümünün temeli monoblok kayalar). Zor bir iklim. Çok kısıtlı tarım arazileri. Ama Volvo, Saab, Scania, İkea, Spotify, Skype gibi dünyaca bilinen markaları çıkaran 10 milyonluk nüfusuyla İsveç'in başkenti, bugüne dek gördüğüm Avrupa şehirlerinin içinde açık ara en düzenlisi, en güzeli, en güvenlisi. Ha! bir daha gider miyim? Hiç zannetmem. Orada yaşarsam azami 3 yıl sonra  sıkıntıdan ölürüm herhalde (adamların gündemi: hayvanat bahçesindeki fillerin emeklilik sorunsalı!). Yine de hayran olunası yer. 
   Bu saçmasapan metne sığdırıp aklıma gelen şeyleri madde madde aşağıya yazdım. Meraklanan okusun diye.
   Haydi iyi gezmeler!

  • Herkeşler (herkeşler!) ingilizce biliyor (en "bu artık bilmiyordur" dediğimiz teyzeler bile)
  • Epeyce Türk var. Hepsi çok düzgün insanlar.
  • Tüm mülteciler pek düzgün (istisnasız hepsi çok güzel bir aksanla İngilizce konuşuyor)
  • Toplu taşımalarda ciddi bilet kontrolü var, efendi gibi biletinizi alın, bedavacılık yapmayın.
  • Şehirde elektrikli scooter ciddi olarak pek yaygın. Meraklısı kaçırmasın.
  • Okulu paydos eden sabi (küçücük de olsa) toplu taşımayla tek başlarına yolculuk ediyor. Şehir güvenli, özgüven erken yaşta aşılanıyor yani.
  • Yaşınız 50'nin üzerindeyse Generator'da bir kuşak farkı sorunsalı yaşayabilirsiniz. Meşrebinizi geniş tutun. 
  • Tanıdık tanımadık herkeze "heyy" derseniz (merhaba demekmiş) gülümseyerek cevap veriyor ve içtenlikle yardımcı olmaya çalışıyorlar.
  • Güneşin az olması saikiyle tüm aydınlatmalar gün ışığı modunda. Gezdiğimiz hiç bir yerde beyaz ışıklı aydınlatmaya rastlamadık. 
  • Hiç varoş yok. Sosyal konut sayılabilecek periferlerde bile özenli bir mimari var. Hiç derme çatma bina yok.
  • Musluk suyu içiliyor, bir şişe alın her yerden doldurun, suya para vermeyin.
  • Gitmeden okuduğum şu şiir de beni benden aldı. "Ne Güzeldir İsveçlilik"

29 Ekim 2019 Salı

"Karakomik Filmler" Bir Tat, Bir Doku!

 
   Dünya işlerinden yazmaya fırsat bulamadım ama gösterimdeki ilk günü izledim. Büyülüfener Bahçeli'nin suareden önceki matinesi bir Cmylmz filmi için oldukça tenhaydı. 
   İlk bölüm "kara" (2 Arada) sonraki "komik" (Kaçamak) film olarak tahsis edilmişti. Hah dedim, "sonra gülmek iyidir". Heyhat! kara filmi daha çok sevdim. Özellikle 2 Arada'nın sonlarına doğru boş vapura servis yapan Ayzek'in telaşesi, zihni hafiften bir ürpertti (yanık balata kokusu geliyor). Buna mukabil "Kaçamak", eski komik filmlerin soluk bir replikası gibiydi. Tamam, karakterler (yalnız Can Yılmaz'ı oynatmasınlar daha da bence) bilindik, öykü kuntastik, arada gülümsetecek şakalar falan vardı (sonu patlıyor ama söyleyeyim) ama yine de sevmedim. Umarım serinin ikincisi daha başka olur.
   Bu arada Bayan Yılmaz'ın sevgili oğlunun sinema konusundaki çabalarını takdir etmemek elde değil. Yarattığı markanın üzerine yatıp paraları yemek yerine, film çekmeye çalışmak az şey değildir bu kurtlar sofrası endüstride (sinemaya endüstri demek ne acıdır ama gerçektir).  O yüzden bırakın korsanını falan adam gibi verin gişeye indirimli bilet bedelini (Salı ve Çarşambaları halk günü) 2 Arada'nın hatırına gidip izleyin.