İmdi: yönetmen PTA'ı "Kan Olacak"tan beri takipteyiz. Kimi işleri zor olsa da izlediğime pişman olduğun pek bir şey yoktur. 3 Oskara aday gösterilen filmini de malum ortamlara düşünce (sinemalara gelmesini bekleyemeden (ki iyi olsaydı orada da izleyecektim)) izleyiverdim.
Oldukça uzun (2s13d) olan filmimiz bittiğinde şaşakaldım. 15 Yaşında bir yeniyetmenin kendinden on yaş büyük bir kadına (Yaradanın gücüne gitmesin ama yaratılırken pek aceleye gelmiş bir kızımız (yok! kendine ait bir aurosı var ama genelgeçer star pırıltısından pek uzak) (buna mukabil PSH'ın oğlu (hem fizik hem de oyunculuk gücü olarak) babasına yetişmeye çalışıyor) aşık olmasını işleyen kordelamızı kimi zaman içimiz geçerek de olsa izlemiştik ancak birbuçuk saatten sonra aydık ki: ne zaman birşeyler olacaktı? Heyhat! hiçbirşey olmadan kordelamız kesildi.
Malumunuz son zamanlarda iyi yönetmenlerin kendi özyaşamlarına ait işler pek revaçta (Bkz. Roma, The Hand of God). Ancak burada anlatılanların PTA'a ait bir geçmişe dair izler taşıdığının bir işareti yok (gerçi senaryoyu da kendi yazmış ama bilemem). Pelikulamızda hayat olağan akışında seyrediyor. Olaylara izleyiciye kendini yerleştirme gibi bir olay örgüsü yok. 70'li yıllarda San Fernando Vadisinde yaşanan kimi olaylara kenardan bakıyoruz. Derken filmimiz bitiyor, yazılar çıkıyor. Ödül adaylıklarına yahut yönetmenin önceki başarılarına, olumlu eleştirilerine kanıp iki saatinizi ziyan etmeyiniz efendim. Ben yandın, siz yanmayınız!