31 Ocak 2021 Pazar

"Bloody Hell" Helsinki Chainsaw Massacre.

 
   Açıkçası başına otururken pek de fazla beklentide olmadığım bir ABD-Avustralya ortak yapımıydı (Avustralyalılar bazen güzel işler çıkarıyor). İçine su katıldığında beyazlayan sıvıdan üç kadeh kadar tükettiğimden beklenti haliyle düşüyor. O da nesi! Kafamın hali bir kenara bırakıldığında bile haftasonu makarasında gideri olacak bir pelikula çıktı karşıma. 
   Suçlu mu yoksa suçsuz mu sekiz yıl mahpuslarda yatan (bu soru bile taraflar arasında ihtilaf çıkarabilecek kesafettedir) Rex, ortamlardan kaçmak üzere verdiği rasyonel bir kararla (bu rasyonel karar aşamasının üç teşebbüsü de Finlandiya çıkmıştır) Helsinki'ye kaçar. Burada fantastik ve bombastik bir döngüye girer, olaylar gelişir.
   Kast hiç tanınmamış.Yönetmenimizin öyle bir otör (auteur) hali yok, senarist ise daha önce sadece kısa filmler yazmış. Ama ben beğendim kardişim! Müzikler süpersonik bir kere (metal dinleyesim geldi), masaaltından zuhur eden çiviler sahnesi ise adeta bir deus ex-machine kaldıracı gibi filmimizi "hah bu olmuş!" noktasına getirdi, sonrasında atılan (bir ikincisinin çekilme ihtimaline yönelik (ki bence olmasa daha iyi olur)) kılçıklar boğazınıza takılıyor ama o kadar kusur kadı kızında da olur.
   Korku değil, salt gülmece de değil, sorular sordurmayan, cevaplar aramayan, destrodonuzu tatmin etme potansiyeline sahip, birbuçuk saatinizi güzelce ezmeye yarayan haftasonu filmidir.  Öneririm yani.



30 Ocak 2021 Cumartesi

"White Tiger" Bir "Varoş Milyoneri" değil!

 

   Balram nasıl fakir, ne kadar biçare (ilkokula gelen müfettiş istidadını farkediyor ve onu burslu Delhi'ye okula gönderiyor ama ailesinin durumu yok. Balram mecburen kömür kırmaya talim!). Derken bir şekilde yırtmaya karar veriyor (o coğrafyada tatlıcı kastının cesaret edeceği şey değil). Olaylar gelişiyor.
   
   Başrolümüz Slumdog Millionaire'deki Dev Patel yaşlarında ama kalibresi pek düşük, üstelik daha kötücül. Yaşananlar ise daha tekinsiz. Sinema filmi olarak ele aldığınızda mukayese edeceğiniz bir varoş milyoneri mikyası olmasa belki başarılı denebilir. Ancak her netflix yapımı gibi bittiğinde ağzınızda kekremsi bir tad bırakıyor (bilmiyorum doğru mudur ama benim hissettiğim budur!). Şükela bir ABD güzellemesi (yaşasın kara ulaşmak için tüm yöntemlerin kabul gördüğü vahşi liberalizm!), inceden yardıran (neşter) bir Hindistan eleştirisi, Çin'e gözkırpmalar, insanın bencil ve karanlık yüzüne yüzeysel bir bakış, 2 saati aşkın (2s5d)  Hindistan mekanları izleme (her yabancının ilgisini çekecek mücessem tezatlar), İstiklal Marşı, kapanış. Filmimiz bitince aklımda kalan tek sahne Balram'ım suç ifadesini imzaladıktan sonra gözlerindeki acı ve gözyaşları ile sosyal statüsü gereği takındığı yaltaklanır gülümseme idi (hakkını yemeyelim etkileyici sahneydi). Yapacak hiç bir şeyiniz yoksa bakın, yoksa izlemeseniz de olur.

25 Ocak 2021 Pazartesi

"Promising Young Woman" Sarsıyor İyice!

   Afişi, lambaları, fragmanı yaldır yaldır holivut koksa da çok ciddi sistem (hadi sistem demeyelim de cinsiyetçi kast diyelim) eleştirisi yapan, izledikçe (özellikle sonlara doğru) seyirciyi sağlı sollu kroşelerle sarsan filmdir.
   Şimdi adından başlayalım "ümit veren genç kadın" isimli filmimiz açılış sahnesinden itibaren kadının neye "ümit verdiğini" çok bariz bir şekilde açık ediyor. Yani hiç bir şekilde "geleceği parlak" anlamında kullanılmamış bir sıfat tamlaması. Ancak filmin adamakıllı eleştirilerini ve yönetmenin dediklerini incelediğimde "promising young man" ifadesinin, genellikle aşırı alkol kullanımı sonucu tecavüz edilen kadınların davalarındaki (elbette ki konu hukuk çerçevesinde ele alındıysa) davalı olunan erkekler hakkındaki beraat kararlarında sıklıkla kullanılan bir deyim olduğunu öğrendim. "Bak efendi çocuk, duruşmada takım elbise de giymiş, açıköğretimde de okuyor. Geleceği parlak bir gencadam. Hayatını karartmayalım (zaten kız da alkollüymüş). Beraat verelim." cümlesindeki italik ifadeler, filmimizin (pek de metaforik) adının müsebbibiymiş. 
   "Dünyanın bin türlü derdi var. 10 yıl sonra elimizi yıkayacak su bulamayacağız. Senin derdin ne Arakolpa?" diyenler olabilir. Haklıdırlar. Ama bu da bir dert. Bu yıl kadın cinayeti olmayan hepi topu bir elin parmakları kadar ilimiz var. Kadınlar öldürülüyor, hırpalanıyor, istismar ediliyor, negatif ayrımcılığa tutuluyor, hor görülüyor, başta yazdım bir kez daha yazayım öldürülüyor (ÖLDÜRÜLÜYOR) yahu daha ne olsun. Fiziki olarak güçlü olan güçsüzü eziyor (hele karşı cinsse daha fazla eziyor). Bunun eğitimle falan da bir ilgisi yok. Okumuşu da okumamışı da var bu kitlenin içinde. Stanislaw Lem ustanın öngördüğü tersine evrim durumlarınımı yaşıyoruz belki de bugünlerde. Ama muhakkak ki: kadına şiddetin çok arttığı (belki de ifşa edildiği) ilginç zamanlar yaşıyoruz (Çin bedduası: "dilerim ilginç günlerde yaşarsın"). Görsel olarak (floresan, fosforlu renkler) pek neşeli, ancak içinde derin bir hüzün ve haklı bir öfke barındıran 1s53d'lık filmi (iki saate yakın), içindeki bazı sahneleri sarfınazar etmek suretiyle (özellikle eczanede geçen sahneler neydi öyle!) pek hararetli bir şekilde öneririm. (filmi "okuyabilen" sinefil, başkahramanımızın ebeveynlerinin 1980'lerde kalmış o bombastik dekorasyonu hakkında da metaforlar/kutaforlar türetebilirler ama fakir henüz o aşamada değil!)
 

20 Ocak 2021 Çarşamba

"Bilim ve Felsefe" Satışa Oynamayan, Oynasa Ülkenin Kaderini Değiştirecek Kitap!

   21 Makale, 192 Sayfa, okuması kolay değil ama öyle bildiğiniz felsefe yayınları gibi anlaşılmamaya yönelik olarak yazılmadığından (bence felsefi metinler sadece bu konu üzerinde ihtisaslaşan azınlığın anlayacağı şekilde yazılıyor ve geniş kitlelere ulaşamıyorlar (bir iki yazar hariç)) azıcık çaba göstermeniz halinde üst anlayış ve zihinsel hazlar yakalayabilirsiniz.
   Bugün bilim olarak adlandırdığımız olgunun taa yüzyıllar öncesinden günümüze olan sergüzeştini anlamaya çalışıyoruz. "İlim" ve "bilim" nedir, nasıl şekillenmiştir, nerelere savrulmuştur, "scienta"dan "science"a yapılan evrimleşme bu coğrafyada nasıl gerçekleşmiştir, iktidar bilim/felsefe ilişkileri nelere yol açmıştır, kırılma noktaları nereleridir (ki özellikle ilk bölümde (bilale anlatır gibi açıklanan) kırılmalar pek yerindedir), Kemalizm pozitivist midir?, bilimsel aydınlanmanın karşıtları/yandaşları kimlerdir?, şu an nerede duruyoruz?, aslında nerede durmalıyız? Gibi sorulara açıklamalar getiriliyor. Bu açıklamalar herhangi bir ideolojinin yahut tarihi yanlılığın yanında durarak değil, olabildiğince tarafsız bir perpektiften yapılıyor. 
   Okunduğunda "biz nasıl bu hale geldik?" sorusuna cevaplar üretebileceğiniz, günümüz siyasi ideolojisini daha iyi tahlil edebileceğiniz değerli bir kitap. Öyle zaman geçirmek için okunacak bir metin değil (fakir günde ancak bir bölümü zihinde sindirebildi!). Ancak yaşadığımız günleri ve hatta onyılları/yüzyılları daha net bir şekilde idrak etmek için bu çabaya değer. Zihin açmaya yeltenen kitap kurtlarına öneririm. 

14 Ocak 2021 Perşembe

"Eski Dünya Seyahatnamesi" Bildiğiniz Gibi Olmayan Gezi Kitabı.

 
   Çin'den İspanya'ya, Rusya'dan Yemen'e İlber Hoca'nın seyahat izlenimleri. Ancak bildiğiniz gezi kitaplarından değil. Benim bildiğim seyahatnamelerde genellikle ülkenin coğrafi, demografik ve daha ziyade turistik özellikleri öne çıkar. Bu kitap başka. Ülkelerin (yoksa coğrafyaların mı demek daha doğrudur?) tarihi arkaplanları eksene alınmış. Haliyle Mısır'da nerelere gideceğiniz yazmıyor da, Mısır'ın cemaziyülevvelini yazıyor. İspanya'dan bahsolunurken Emevilerin etkilerini ve ilginç bir şekilde Katalanların, Baskların bundan nasıl etkilendiklerini öğreniyorsunuz. 
   Yapacağınız seyahatte "aaa nerelere gideyim? neler yiyeyim?" düşüncesindeysiniz uzak durunuz ancak o destinasyonun (ne işim olur destinasyonla?) menzilin neler yaşayıp da bugünlere geldiğini ve (bilhassa) memleketimiz ve tarihimizle olan rabıtasını anlamak istiyorsanız (bilinçli seyyahların genel ortak noktası) bu 288 sayfalık okuması gayet de keyifli seyahatnameyi ıskalamayınız efendim.

12 Ocak 2021 Salı

"Chinese Take-Away", Darin'in Hatrına!

 
   Ricardo Darin hatrına oturup birbuçuk saatimi geçirdiğim filmdir. 

   Buenos Aires mukimi inatçı, bedbin, huysuz bir nalburun başına hiç yoktan bir Çinli düşer. Hayatı boyunca yalnız yaşamış Roberto için hayat zorlaşmaktadır.

   Filmimiz herhangi bir soruya cevap vermediği gibi sorular da sordurmuyor. Ancak; güzel bir karakter betimlemesi, iyi oyunculuklar, küçük gaglar (ne işim olur gagla?) şakalar, sıkmayan ve sarmayan bir senaryo görmek istiyorsanız öneririm.

7 Ocak 2021 Perşembe

"Bir Mars Destanı" Weinbaum: İkinci Nova.

 
   Daha önce "Sıfır Çemberi"ni okuduğum ve asıl patlama yaptığı öykülerinin o versiyonda olmadığını görünce edindiğim kitaptır. İthaki yayınları bu edisyona o meşhur Mars öykülerini (ve başka bir kaç öyküyü) eklemiş, başına da Asimov'un şükela bir önsözünü oturtmuş (Asimov: Weinbaum yaşasaydı Campbell devrimi olmazdı "Weinbaum" devrimi olurdu diyor). Ayzek Bey, gencecik yaşta ölüp bilimkurgu öykücülüğünü ancak 1.5 yıl sürdürebilen yazarımızdan "bilimkurgunun ikinci novası" diye bahsediyor.
   Elbette ki yazıldığı yıl olan 1934'teki bilimkurgunun durumunu bir gözönüne getirmek gerekir. Bir iki dergide yayımlanan "eğlendirici" çocuk hikayeleri. Bugüne evrilen türün henüz emeklediği dönemler. O dönemde yazılan ve türün kaderini belirleyen kafa açıcı hikayeler de Bay Stenli'nin kaleminden dökülmüş. İlk iki hikaye (toplam yedi öykü var) Mars'la ilgili ve günümüzde bile eğlenerek ve kafa açacak nitelikte (mükemmel toplumların yönetim şekli anarşidir!). Ben eğlendim ve bitirince sorular sordum. Ama bilimkurgu okumuyorsanız, sarfınazar edebilirsiniz.

5 Ocak 2021 Salı

"Bay Uzay Gemisi" Philip K.Dick'in Toplu Öykülerinin İlki.

 
   Bay Dik'in romanlarının büyük kısmını bitirdim ama öyküleri es geçmişim (ne ayıp!). Büyülüfener Yayınlarının versiyonunu Begüm Hanımın çevirisini okudum (gayet de özenliydi çeviri). Tüm öykülerin sadece dokuz aylık bir dönemde (1951-1952 arası) yazıldığı söyleniyor. Söylentiler doğruysa: Dik Bey LSD'yi damağına yapıştırır, oturur daktilonun başına yerinden kalkmadan günlerce yazarmış. Ancak bunun doğru olması biraz güç, zirâ (zirâ?!) öyküler öyle fazla uyarılmışlıkla, başka boyutlarda yazılacak kadar uçuk değil (Bkz. William S. Burroughs"The Naked Lunch" işte bunda birtakım bilinç açıcı kimyasal/organik yardımcılar var!). Ama bu öyküler akıl fikir işi (bilinç akışı bile yok). 
   Bay Dik'in sorunu belli, gerçeklik ve paradigmamız. Bunlarla uğraşıyor ve bunu gayet iyi başarıyor. 635 sayfalık ve birçok öyküden mürekkep kitabımız, burada tek tek yazamayacağım, bakış açınızı sallayan metinlerle dolu. Bu verimli vaha, birçok filme/romana da konu olmuş. Kimilerini alta yazdım, daha da çok var. Olmayanları da eşeleyebilirler (fikirler kuntastik). Hele ki Roog diye bir öykü var ki, sinemaya aktarılabilemez. Nedir: dört ayaklı bir dostumuz, bir köpek gibi düşünüyoruz (kendi bakış açımıza geçtiğimizde "hah, anladım!" diyoruz ki tadından yenmez).
   Velhasıl; bilimkurguya meyyalseniz muhakkak, değilseniz (ama hayal etmeyi, şeylere farklı köşelerden bakmayı seviyorsanız) hararetle öneririm. Yoksa uzak durun!
Ayarlama Ofisi-The Adjustment Bureau
Barınak-Take Shelter (Cefnikıls bunu ben yazdım diyor ama doğrudan buradan apartma (arakolpa'yı bu konularda kandırmak zordur nitekim!))
Oyuncak Hikayesi-Toy Story
Silo-Silo
Hesaplaşma-Paycheck

4 Ocak 2021 Pazartesi

"Uzaktan Kumandalı Kız" 1973'den Günümüze İsabetli Bir Bakış.

 
   Yazarımız yıllarca erkek mahlasıyla yazmış bir kadın. Bu da "eril yazım", "dişil yazım" konusunda tereddütleri olan kitap kurtlarını meraklandıracaktır. Ben bir fark göremedim. Ayrıca Alice Sheldon, CIA çalışanı ve 1987'de kendi yaşamına son vermiş. Nereden bakılırsa ilginç bir yaşam. Bunun yazdıklarına etkisi ne oldu diyerek başka yazdıklarının da tadına bakmak isterim. Herneyse!
   1973'de yayımlanan kitabımız bilinç akışı tekniğiyle yazıldığından biraz güldür güldür ilerliyor. Kimi bölümleri nereye oturtacağınızı bilemiyorsunuz ama olsun: taşlar yerine oturuyor okudukça.
    Belirsiz gelecek, distopik bir Dünya. Reklamsız bir tüketim piyasası. Bunu aşmaya çalışan azgın şirketler. Hipofiz bozukluğu olan ucube görünümlü bir genç kadın: P.Burke.  Uzaktan nöro bağlantı ile çalışan ve tüketim modeli görevi olan plasental kabuklar. Burke'ün başarısız intihar girişimi ile PK kullanıcısı olmasına giden yol, bir aşk hikayesiyle sekteye uğrar, olaylar gelişir.
   Keşke novella yerine (Ursula K.Le Guin'in önsözüyle toplamda 70 sayfa) düz yazımlı bir roman olsaymış!

3 Ocak 2021 Pazar

"Soul" Pixar'ın son işi.

 
   Genç balık yaşlı balığa sormuş "-Okyanusa gitmek istiyorum. Okyanus nerede babalık?
   Yaşlı balık yanıtlamış "-Okyanus burası evlat."
   Genç balık "-Olur mu yahu! Burası sadece bir parça su."

   Filmimizin konusu budur. Ama işçilik iyi. Şu düşünceyi 1s40d'ya sığdırmak incelik ister. Güzel yapmışlar. Ezecek bir akşamınız varsa öneririm (caz sevenler daha bir fazla sever).

"Tuhaf Kütüphane" Murakami'den Bir Garip Masal!

 
   Murakami'yi seviyorum. Bu minvalde yazdıklarının tümünü okumayı hedeflemem nedeniyle bu neşriyatı da edindik ve oturduk başına. 

   Bakmayın tanıtımlarda 72 sayfa olarak nitelendirilmesine, resimsiz sayfaları çıkarın 36 sayfa kalıyor. Onun da fontları büyük sayfaya 24 satır olarak yayıldığını düşünün. Elinizde tertemiz bir 25 sayfalık öykü kalır. Öykünün içeriğini de aslında bir masal olarak kabul edebilirsiniz. Öylesine fantastik bir metin ki, öykü demek olmaz. Hâl böyleyken, bombastik bir pazarlama harikası olarak ciltli kapaklı satılan, kağıdı çok kaliteli, illüstrasyonları başarı bir kitaba 30 küsur lira vermek belki içinize siner. Kitaba verdiğim paraya acımıyorum ama 25 sayfalık masala bu parayı vermek bana koydu! Koleksiyonerseniz alınır, yoksa değmez! Bir kütüphaneden edinin, yarım saatte okuyup iade edersiniz. Paranız cebinizde kalsın (bugünlerde ihtiyacınız yoksa bile olanlar çok).