5 Mart 2023 Pazar

Antakya Ah!

   Geçen yaz iş için gitmiştim on yıllık bir aradan sonra. Gece geç saate vardım. Otele "Birşeyler atıştırabileceğim mahalle lokantası var mı?" diye sordum. Tarif ettikleri yere gittim. Floresan ışıklı, plastik sandalyeli, nefis ızgaralar yapan bir mahalle içi kebapçısı. Gecenin geç saati olmasına karşın kadınlar ve erkekler masaların yarısını doldurmuşlardı. Hepsi de mahalle sakinleri ve pek düzgün insanlardı. Tümünün masalarında kebapla birlikte bir kadeh rakı vardı. Dedim : "Yareppim, burası benim (çünkü uzunca süredir yeni Türkiye'deyiz) memleketim mi?" (bozkırda ve pek gri, pek ortodoks bir şehirde mukimim). Otele dönüşte ana caddedeyken (geç saate karşın dükkanların hepsi açık ve esnaf kapının önünde eğleşiyordu (malum hava sıcak)) karşıdan disko topu gibi bir elbise giymiş (üstelik gayet de straplez ve mini) bir taze seğirtti. Dikkat ettim ne esnaf ne de yoldakiler (ki kalabalıktı da) başlarını çevirip baktılar. Otele girişte (ki çevresinde gani barlar vardı (di li geçmiş zaman kullanmak bu kadar mı dokunur insanın içine)) bardan çıkan çakırkeyif yeniyetmelere denk geldim (böylesi bir rahatlık geceyarısından sonra ne Beşiktaş'ta var ne Kadıköy'de), ne güzellerdi. 

Sonraki gün Rum Ortodoks Kilisesinin arka bahçesinde bakan restoranda zıkkımlanıyordum. İçkili biryerdi, en az dört masada başörtülü bacılar ve seyrek bıyıklı eşlikçileri vardı, masalarında alkol yoktu ama gözleri kuzu bakışlı değil, kahkahaları pek velveleliydi. 

İçimden böyle ılık portakal şurubu gibi birşey aktı. Dedim "Hayat bayram olsa!". İşim sağolsun zincir otellerde konaklama imkanı verse de eski bir evden restore edilmiş daha mütevazı ve niş bir yerde kaldım (iyiki de). 

Konuştuğum her insan, güleryüzlü, yardımsever, ilgili ve bilgiliydi. Habib-i Neccar camiinde Pavlus ve Yuhanna'nın mezarında dua eden temiz yüzlü müslümanlar gördüm. Affan'ın Kahvesinde sahipleri gözleri parlayarak yaptıklarının Adana bici bicisinden farklarını anlattılar (gayet sarih İstanbul lehçesiyle (hanımefendi "mutbak" diyordu)).

 

 

Çınar Restoran yine ilk gittiğim 30 yıl önceki gibiydi (bak yine di li geçmiş zaman). Bir tek tavanın ahşaplarını değiştirmişler. Hafta içi kalabalık, eğlenceli (Antakya mezelerini al, yerine tapas koy olsun sana Endülüs, demografi aynı). 

Künefeciler meydanında geceyarısından sonra boş masa bulmak zor. Yine kapalı depolarda saklanan kocaman balkabakları, mahalle arası humusçular (ki büyük şehirlerde en pahalı yerlerde bulamazsınız öylesini (Kadıköy Çiya'yı tenzih ediyorum)) İş güç Harbiye'ye gitmeme engel oldu ama akşamları şehrin tadını dört dörtlük çıkardım. Dört günün sonunda ayrılırken (ne zordur) "çalışmak bitince (havası pek nemli ve sıcak olmasına karşın) insan burada yaşar, ne güzel son durak olur" diye geçirdim içimden. Bırak coğrafi ve mimari özellikleri, çok daha zengin bir hazinesi var Antakya'nın: İnsanları. 

   Kaç gündür elim klavyeye gitmiyor. İnsan arkasından bıçaklandığında bir ciğeri söner de diğeriyle nefes almaya çalışır ya! (ben gördüm öyle vaka), işte öyleyim. Tüm anılarım yerle yeksan olmuş, o güzel insanlar bir yudum suya muhtaçlar. Uzaktan ne kadar destek olunabilirse oluyorum ama içim acıyor. Tüm temennim; Antakya en büyük hazinesini yitirmesin, o insanlar yine dönsünler oraya. Afet bölgesinin tümüne içim yanıyor ama en çok anılarım Antakya'da olduğundan oraya nar gibi köz bastırıyorlar sanki.