"Har"ı da, "Tol"u da, "Bazuka"yı da okumuş ("Merhume"yi atlamışım bak) ancak bu mecrada yazmaya, o kitapları okuduktan sonra başladığım için yazmamıştım (ne ayıp!). Dün "Delibo" bitti, yazmamak olmaz.
Mahallenin mobilyası Delibo (Deli İbo) kaybolunca, işini de kaybeden Yusuf, çocukluk aşkı Yasemin'in saikiyle Delibo'yu aramaya hallenir. Olaylar gelişir.
199 sayfalık roman, "hızlı okumamalıyım!" telkinlerine karşın bir günde bitti. Uyurkulak'ın romanlarında bir paralellik var. Elbette ki kahramanlar, kurgular, mekanlar, zamanlar çok farklı ancak yine de romanlarını bir bütün olarak ele aldığınızda (arka arkaya okursanız) birbirine yakın tadlar alıyorsunuz. Uçlarda karakterler, hepsinde derin bir edebiyat birikimi ve malumatfuruşluğun feriştahı, acı trajediler (sanki başka türlüsü varmış gibi!), ancak filmlerde karşınıza çıkabilecek yan karakterler (şahmaranlar çizen tombul otelci amca/Sabahattin Ali'nin piçi olduğu iddiasındaki emekli edebiyat öğretmeni/Ali Dede vs.), kimi zaman büyülü gerçekliğe kaçan olaylar silsilesi (Narlıdere Cemevindeki semah dönmeler, kuntastik meyhaneler, petetenin önünden geçen gül kamyonu), o pek özlediğim İzmir lehçesi (gelmiyom, istemiyom), kimi isimlerin (fakirin de yaptığı gibi) okunduğu gibi yazılması (Ken Loş) ve daha neler. Bir çok satırda "a ben de bunu hissetmiştim" "ben bunu bir yerde gördüm yav" dediğim yerler oldu. Sizin de olacaktır sanırım.
Romanımız başyapıt değil ancak didaktik okumalardan sonra taşlaşan (yahut yorulan) zihni dinlendirmek için son zamanlarda sıklıkla yaptığım polisiye okumalarından sonra ilaç gibi geldi. Ruha şetaret verdi. Hararetle öneririm efendim!