29 Ekim 2018 Pazartesi

"On Body and Soul" Aşk Geyiği !

   Toplumun içinde olamamış iki insan. Biri çolaklığını, diğeri otizmini (öyle olduğunu zannediyorum) bahane ederek, kalabalıklara karışmamayı yeğlemiş. Tesadüfen aynı yerde çalışmaya başlayınca (çalıştıkları yer de bir mezbahadır ha ! (kan tutanlar, veganlar uzak dursun)) bir nedenle aynı rüyaları gördüklerini anlarlar ve olaylar gelişir.
  Oskara aday, Altın Ayıyı kapmış, irili ufaklı 14 ödülü, 16 adaylığı var. Macar işi. Açılış sahnesi ile ipucunu veriyor, devamında da geyiklerle (mecazi değil gerçek geyik) öyküye paralel ilerliyoruz. İki saate yakın olmayıp biraz kısaltılsa daha kolay izlenilebilirliği var ama yönetmen Enyedi Bey'in içinden daha kısaltmak gelmemiş (saygı duyuyorum). Hem başroller hem yardımcı karakterler, usta işi dokunuşlarla güzel güzel işlenmiş. Hem izlettiriyor, hem düşündürüyor. Fakir, aşk filmi sevmemesine karşın, bittiğinde zihninde beliren düşüncelerde; bu "geçici çılgınlık" ve hatta "hastalık" olarak nitelendirilen bombastik duygu hakkında çeşitlemeler yaptı. Bir film için az şey değildir.
   Aşkla hemhal olmuş, olmaya niyetlenen sinefiller (izlemek biraz yorucu olsa da) kaçırmasınlar (bunun dışında kalan tayfaya da acaip hüzünleniyorum).

21 Ekim 2018 Pazar

"Searching" Bilgisayar Ekranı Üzerinde Film İzlemek...

   Ürkütücü bir deneyim.
   Bilgisayar ekranından akan 1s42d'lık bir film izliyorsunuz. Bir yanda hep yaptığınız şeyler (gugılsörç, viyuvhistıri, çekmesıcıs vs) diğer yandan bilgisayar/bilişim/network olguları üzerinden anlatılan bir hikaye.
   Deyvid'in 16 yaşındaki kızı kaybolur, olaylar gelişir.
   Böyle özetlenebilecek filmimiz, şimdiye kadar görmediğim bir türde çekilmiş. Herşey, babanın bilgisayarının masa üstünden ilerliyor. Böyle düşününce kurgunun, o kadar süre boyunca ilgiyi düşürmeden filmi izletmesi çok zor gibi gelmesine rağmen, öyle değil. Tam ilgi düşecek gibi oluyor hop bir twist (ne işim olur twistle!) şaşırtmaca. Sonuna kadar düşmeyen bir ilgiyle izledik. 
   Temelde polisiye ama verdiği alt mesajlar da hayli güçlü. Sosyal medyanın iki ucu keskin bıçak olması (iletişim kurduğunuz kişilerin zannettiğiniz kişiler olmaması, her eğiliminizin bu mecra aracılığıyla bilinebilmesi, kolayca kandırılabilme ihtimali gibi kesebileceği kötü yerler olmasına karşın bazı ipuçlarına da buradan ulaşılabileceği gibi iyi yönlerinin olması), sosyal medyadaki ikiyüzlülükler, sistemin sizi yönelttiği doğrultunun doğru yön olamayabilesi (böyle mi yazılıyor o ?) bunlardan hatırlayabildiklerim. 
   Belki sinemada görmek istemezsiniz (o kocaman vindovs çayırlı art alanı sinema ekranında tahayyül edemiyorum). Evde izlerseniz sıkılmazsınız.

"Satranç" Zweig'dan Her Zaman Okunası...

   77 Sayfa (kısacık). Bir son eser (Bay Zweig, son olarak bu satırları yazarak (o meşhur intihar mektubunu okura yazmadığından sarfınazar ediyoruz tabiy ki) eşi ile birlikte bu dünyadan gitmeye karar verip gitmişlerdir). Yazarın hayatını inceleyip novellayı okuyunca, bir paralellik kuruyor ve Zweig'ların yaşamını daha iyi anlıyorsunuz. 
   Kısa bir giriş, Dr.B.'nin arzuhalini aktarması (kanımca Zweig'in kendisidir) ve kısa bir final. Dedim ya hepi topu 77 sayfa (bir günde yapılan ara ara okumalarda bitti). Cesameti az, sıkleti ağır bir kitap. Bir yandan nasyonal sosyalizme giydirirken, diğer yandan insan ruhunu, fıtratını tırım tırım tırmalıyor. Bitince bir kez daha okuma hevesine kapılıyor insan.
   Yazarın anlattığı tür bir işkenceyi (hiçlik) daha önce de (hem de yakın bir zamanda) okumuştum, aklımda sadece okuduğum kitabın bundan yeni olduğu ve "hımm nasıl bir intihalse !" diye geçirdiğim geldi. Niyeyse adını hatırlayamadım (işte bunlar hep demans !).  Daha uzun zamanda okunsa altı, üstü çizilecek çok satır var ve yapılan tespitler dönemi değil insanın doğasını ilgilendirdiğinden her zaman okunabilir ve her zaman da etkilenilebilir. Elinizin yakınlarında bulunsun, okuyun. 

20 Ekim 2018 Cumartesi

"Sorry to Bother You" Sistemin İçinden Sistemi Eleştirmek !

   Başrolümüzün insan olarak başlayıp, at olarak bitirdiği filmdir.
   Buutsrayli Bey, alternatif zamanda geçen ve kapitalizmi eleştiren bir kordela çekmeye çalışmış. Kadro güzel, alternatif dünya günümüze benziyor, müzikler vasat üstü, oyunculuklar da öyle, kurgu bir garip (sanki yüksek iken kurgulanmış), çok fazla alt gönderme var (Michel Gondry, Steve Jobs vs.), verdiği ana fikir üzerinde düşünmeye değer (ortasında durdurup sevdiceğimle empati (ne işim olur empatiyle) digerkâmlık yaptık). 
   Mesele şu : yaptığınız iş kanuni ve fakat ahlaki değilse (yapmazsanız zora düşeceğinizi bile bile), o işi yapmaya devam eder misiniz ? Kendimizi mi düşünmeliyiz, insanlığı mı ? Eğer çoğunluk ikinciyi tercih etseydi halimiz böyle olmazdı herhalde. O zaman "gemisini kurtaran, kaptan" mı demeli ? Her hâlükarda zor sorular. Her insankişisinin de buna verilecek kendine özgü cevapları vardır. Bu durumda bu, (her şekilde ilginç) pelikulayı izleyebilirsiniz.

17 Ekim 2018 Çarşamba

"Leyla'nın Evi" Gerçek olamayacak kadar Roman !

 Standart ZL romanıdır. Bir sürü baskı yapmasından (misal üstteki kapak 64.baskıya ait) mütevellit necip milletimizin bibliyofillerinin gündeminden düşmesini bekleyip okudum. 236 Sayfa zaten, iki günde bitti. Dili akıcı, kişisel duyguların ifadesi kimi zaman hayli uzun sürüp baysa da kitabı yarıda bıraktırmıyor. 
   Paşa dedesinin yalısının müştemilatında yaşayan nesebi gayri sahih Leyla Hanım (hâzâ hanımefendidir), bir şekilde katakulliye getirilip evden çıkarılınca zor zamanlar yaşar, olaylar gelişir.
   Uç karakterler, didaktik sosyolojik tespitler, Osmanlıdan Cumhuriyete geçişin sancıları, malumatfuruşluğu arttırıcı malumat kırıntıları ve Yeşilçam dönemi Türk filmlerine yakışabilecek kalibrede bir son derken şıpınişi bitiyor.
   Okurken güzel gidiyor, iyi bilgiler de istifleniyor ama bitince içimde bir tamamlanamamışlık hissi. Bilemiyorum Altan !

16 Ekim 2018 Salı

"Graduation" Babalar ve Kızları.

   Romeo dürüst bir cerrah. Kızı Eliza'yı, artık değiştiremeyeceğini kabullendiği mahalleden, şehirden, ülkeden kurtarmak adına bir proje gibi yetiştirmiş (küçücükten itibaren aldığı dil dersleri vs.). Eliza'da İngiltere'den bir burs kazanmış. Önündeki tek engel, birkaç gün sürecek mezuniyet bitirme sınavları. Sınavlardan 9 ortalama tutturması gerekiyor. Eliza, sınavdan bir gün önce bir saldırıya uğruyor, olaylar gelişiyor.
   Cannes'da en iyi yönetmen ödülü var. Bir sürü de başka ödül almış. Uzun zamandır erteliyordum (malum kaygılar (ödüllü festival filmi, uzun olur, hareketsiz olur, sıkıcı olur, uykumu getirir)). Dün gece izledim. Süresi uzun (2s8d), ortalarını geçince hafif bir uyku hali zuhur etti (çalışma günü etkisi), sonlara doğru yine tansiyon yükselince (ama nasıl hissettirmeden yükseliyor bilemezsiniz) uydu da kaçtı ve kordelamız pattadanak kesilerek yazılar çıktı. 
   Romanya'nın, güzel ve yalnız ülkeme nasıl da benzediğini görmek için, sistemle bireysel olarak ne kadar mücadele edersek edelim yine de bir noktadan sonra sistemin mücadele ettiğimiz olumsuzluklarına katılmak zorunluluğunu idrak için, proje çocuk denemelerinin büyük ihtimalle çakılacağını anlamak için, babalar ve kızların nasıl aksayabileceğini anlamak için izlenebilir. Ancak izlerken, dinlenmiş, zihninizin berrak, algınızın açık (ve yüksek) ve zamanınızın bol olması gerekir. Böyle yaparsanız çok ilginç tatlar bulabileceğiniz bir filmdir. 
   Güncemin müdavimleri bilir : fakirin film değerlendirme kıstaslarının en önemlilerinden biri de sevdiceğimin filmi sonuna kadar izleme standartıdır. Bu pelikulayı en son sahneye kadar ilgisi düşmeden izledi (yani gideri var). Sabrı ve zamanı olanlara iyi seyirler...


14 Ekim 2018 Pazar

"Antika Titanik" Yine sürükleyici ama biraz daraldım !

    Tıpkı diğer Murat Menteş kitapları gibi iki günde (hem de kaçamak okumalarla) bitiveren kitaptır. Çıkınca hemen alındı, ağır okumaların arasında zihni hafifletir saikiyle gözönünde bırakıldı. İlk arada okunup bitirildi.
   Çapsız felsefeci Refik Risk ile geç aşkı Şifa Şavk'ın kuntastik maceraları. Yazarın daha önceki kitaplarında kullandığı üslup aynı. İlk 150 sayfa, sanki biraz "yüksek" iken yazılmışçasına uçarı. Ne yalan söyleyeyim ancak buradan sonra konuyu idrak edip (konuya) sardırabildim makarayı. Sonuna kadar helecanla okunuyor, eskiden her sayfada okuru gülümseten trüklerin çıtası bu kez neredeyse her satıra yedirilmeye çalışılmış. Avni Dede, Haluk Bilginer ve bilhassa İhsan Oktay Anar (ve yazmaya üşendiğim diğer) karakterlerinin kitapta yer alması pek şık.
   Olumsuzluklara gelince : Bay Menteş (tarzıdır. saygı duyarım ama !); her satırda dilimize takla attırma, aforizma fırlatma, isim kullanırken alegori yaratma, bilgi monteleme, alıntı yapma kaygısında sanki. Hâl böyleyken, konu ve karakterler sanki ikinci plana düşmüş. İlk bölümlerden sonra ciddi bir zihin yorgunluğu hissetmeye başladım. Misal : Şifa Şavk güzellemeleri çıkarılsa kitap 360 sayfadan 300 sayfaya düşer ve konu da aksamaz. Buna mukabil, 173.-175. sayfaları arasında din ve tanrı kavramı ile yapılan tespitler ve 182.-183. sayfalarda felsefe ile ilgili düşüncelerin altını üstünü çizerek ve buraları ikinciye üçüncüye okuyarak geçtim (hımm düşünülmeye değer !). Kitabın kapağı aynı Ruhi Mücerret gibi hareketli bir çıkartmaya (Titanik) sahip ama biraz fazla karmaşık (aynı 80 öncesi Beyoğlu pavyonlarının olduğu sokaklar gibi).
   Kısaca, Murat Menteş okumaya ilk kez niyetleniyorsanız bu kitapla başlamayın, yorucu gelir. Eğer diğer kitaplarını alıp okuduysanız da boşa yazıyorum demektir, bunu da alıp okuyacaksınızdır.

12 Ekim 2018 Cuma

"Bad Times at the El Royale" Güzel Gerildik !

   Otel eski ama mihrabı yerinde. Akşama doğru otele gelen misafirlerin göründüklerinden farklı bir hikayeleri vardır. Olaylar gelişir. Rahip bazen duraklıyor (pek rahibe de benzemiyor zaten), siyahi kızcağız niye rulo yataklarla geziyor, resepsiyonist niye kendini eroine vurmuş, elektrikli süpürge satıcısının çantasında niye acaip zamazingolar var ? Film ilerledikçe hepsini birer birer öğreniyoruz (bir tek saklanan filmdeki meşhur şahsiyet meçhul kalıyor (kendi teoremim suikaste kurban giden bir ABD başkanı olduğudur)) . 
   Sinemada izlediğim için (üstelik uzun da (2s21d)) pişman olmadığım filmlerdendir. Önce güzel güzel akarken (işin içine hiç şiddet karışmadan) rahibin kafaya şişeyi yemesiyle işler çığırından çıkmaya başlıyor. Yönetmen Bey Goddart, Tarantillovari (ben böyle yazmayı seviyorum) bir işe imza atıyor (bakın burası önemli (çok sevdim bu repliği) : Tarantillo'nun The Hateful Eight'inde de Çeningtetım'ın benzer bir sahnesi vardı Krishemsvört'le örtüşen) ve sonlara doğru pik yapan bir aksiyona dönüşüyor. Kurgu da hiç sekmeden tıkır tıkır işliyor. Bölümler var (ki pek severim bölümlü filmleri). Sanat yönetmeni şükela iş çıkarmış, 60'ların atmosferi (J.E.Hoover'ın amansız takipleri, müzikler, dekorlar, kostümler, araçlar çizgi üstü) bihakkın verilmiş. Her karakter (ara ara geri dönüşlerle) gayet iyi işlenmiş. Tek eleştirim sonlara doğru olan günah çıkarma sahnesi (123 kişiyi öldürüp, pirüpak cennete gitmek o denli kolay olmasa gerek). 
   Film yokluğunda (fragmanı da ilgimi çektiğinden) bunu izlemeye karar vermekle iyi yapmışım. Evet ! filmden çıktığında eskisinden farklı olmuyorsunuz ama iki buçuk saati güzelce ezip, günlük hayhuydan uzaklaşabilirsiniz. Amaç kafayı boşaltmaksa haftanın en iyi fırsatı.


8 Ekim 2018 Pazartesi

Yılmaz Özdil'den "Mustafa Kemal"

   Yılmaz Özdil'in üslubu belli. İki köşeyazısını okuduğunuzda şıpınişi çözersiniz. Kısa, vurucu cümleler, okura dikte eden tarzda bir üslup. Kimi fikirlerine (bazen çoğuna) katılmamakla birlikte yazdığı köşe yazıları bir süre sonra bağımlılık yapabiliyor. Bunda iflah olmaz muhalifliğinin etkisi var tabii ki. Sevenleri ve nefret edenleri var. Fakir ikisinden de değil. Baktığı perspektif bazen benimkiyle örtüştüğünden "du bakalım bugün ne yazmış ?" kabilinden okuyorum.
   Mustafa Kemal hakkında bugüne dek çok yazıldı, çizildi. Andrew Mango'dan, Celal Şengör'e dek bu konuda yazanları okumaya gayret ettim. Nutuk ise yıllardır kütüphanemde durur. Kronolojik okuması hayli zahmetli olduğundan, yıllar içinde rastgele sayfalar açıp okuyordum. Son yıllarda farkettim ki : tamamını okumuşum. Bu veçhe baştan sona yaptığım okumada yanılmamış olduğumu gördüm. Hal böyleyken Bay Özdil'in kitabını neden aldım okudum ? Bay Özdil, kitabın 10 yıllık bir çalışma olduğunu, böyle bir bakış açısıyla daha önce ele alınmadığı iddiasında. Bir ikisini tenzih ederek, bugüne dek Atatürk hakkında okuduğum kitaplar ya hamasi yahut müstehzi açılardan yazılmıştı. Başka bir damar yakalamak amacıyla aldım, okudum.
   520 sayfa, cumartesi başladım (yoğun bir haftasonu programına karşın) pazar günü akşamı bitti. Bazı yerlerde hissiyatın (ister istemez) yükseldiği, gözlerin buğu yaptığı oluyor. Bazen gülümsetiyor, bazen kızdırıyor. Ancak bugüne kadar okuduklarımdan farklı çok az şey verdi bana. 
   Bakın ! burası hakikaten önemli (kimden kopya çektiğim açık !) : okuma fakiri gençliğin ilgi göstereceği bir çalışma. Twitter gibi 140 karakteri geçmeyen cümlelerin okunması onların anlayabileceği bir tarz. Bu açıdan Mustafa Kemal'in bilinmeyen, öğretilmeyen, üstünde durulmayan yönleri anlaşılabilir. Sorun şu ki : fakir bunları zaten biliyordu. Yine de bilmeyenlerin başlaması için güzel bir nirengi noktası.
   Gelelim olumsuzlamalara... Son yıllarda Bay Özdil'in köşe yazılarını takip eden gazete okuru, köşe yazılarında konu ettiği bir çok anekdotun, bilginin kitapta olduğunu fark edecektir. Bir de kitap çok agresif bir reklam kampanyasıyla basıldı (kimbilir Kırmızı Kedi bu kitabı basarken nasıl mali güçlükler çekti !). Belli başlı kitap sitelerinde satılmasına diyecek bir şey yok ama alışveriş sitelerinde bile satılması, başta yazarının "almak gerek !" minvalinde yazdığı yazılar, gazetelerde çıkan haber/ropörtajlar; vahşi kapitalizmden koşarcasına uzaklaşan fakiri ürküttü. Gönül isterdi ki : hiç reklamı yapılmadan kulaktan kulağa yayılsın ve yine çok satsın. 
   Neyse : Mustafa Kemal hakkında ortalamanın üstünde bilgi sahibiyseniz okumazsanız da olur ama bu konuda bir başlangıç yapmak isteyenlere hararetle öneririm.

6 Ekim 2018 Cumartesi

"El ciudadano ilustre" (Saygın Vatandaş) Kasaba Öldürür !

   Daniel Mantovani, Nobel alırken smokin giymeyi ve kralın önünde eğilmeyi reddeden, dünyaca ünlü bir yazar. Dünyanın her yerinden (pek de itibarlı yerler) aldığı pek çok daveti reddediyor, beş yıldır da tek satır yazmıyor. Derken 40 yıl önce terkettiği ve satırlarının ilhamının olduğu kasaba, Salas'tan saygın vatandaş ödülü verilmek üzere bir davet alıyor. Kabul ettiği bu davet hayatında bir takım değişikliklere ve kuntastik tespitlere yol açacaktır.
   İki saate yakın filmin (1s58d) nasıl geçip gittiğini anlamadım. IMDB'de komedi/drama olarak nitelendirilmiş. Naçizane fikrim : film komedi olarak çekilmemiş ancak komik. İzleyiciyi güldürmek için yapılmamış ama (bilenlere) öyle acaip garaip gelecek diyaloglar, tespitler var ki gülümsememek imkansız. (belediye başkanının bekleme odasındaki fısfısa pek kıkırdadım) Ayrıca sinemaya olduğu kadar kitaplara da düşkünseniz okuma yazma konusunda ciddi faydalar kazanabilirsiniz.
   Eğer ki hep kasabada yahut kentte yaşamışsanız filmi değerlendirmeniz oldukça güç. Ancak bu iki yerleşimde de yaşamış sinefiller, filmimizin hakettiği değeri verebileceklerdir. Fakir her iki yerde de çokça yaşadı, ruhunu tattı, farklarını hissetti. Şunu söyleyebilirim : Yaradan kişiyi kasabaya düşürmesin ! Orada yaşar ve (pek sakınmak lazım) kendinizi kasaba çevrimine dahil ederseniz hayatınız cehenneme döner !
   Yıllar önce bir iktisatçı dostum şu değerlendirmeyi yapmıştı : "köyde insan doğanın içindedir, pastoraldir, fiziksel olarak çalışır, geliri yaşamaya ancak yeter, kendi çevrimi içinde mutludur. Kentte insan doğadan izoledir ancak kazandığı parayı harcayacak ince zevkler bulabilir (operalar, baleler, kibar restoranlar, sergiler, sanat seviciliği vs.) ve bu çevrimden mutlu olabilir (günümüzde kentler "büyük kasaba" olduğundan bu seçenek zayıflıyor). Kasabada ise gelen kazancı harcayacak/değerlendirebilecek rafine bir seçenek yoktur. İnsanlar da birbirini kollayarak, kuyusunu kazarak (bkz.filmde feci halde Ayhan Sicimoğlu'na benzeyen müzevir doktor), gıybete dalarak hayatlarını tüketir." Çoğuna katılıyorum (bu konuda harlanacak geyik en az bir geceyi ve bir litre müskiratı yer).
   Hülasa ("traşın kısa süreni makbûldür" ilkesi uyarınca); kaçırmamanızı öneririm.

"Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2018" Yerli Bilimkurgu Yükseliyor.

   511 Sayfa, 47 Yazar, 51 Öykü.
   Başta Özgen Berkol Doğan'ın yaşamöyküsü verilmiş (ki insan okurken çok hüzünleniyor insan, 27 yaşında bu dünyadan ayrılan bu gencecik insanın yaşasaydı Dünyamıza neler katacağını düşünerek). Doğan'ın zamansız ölümünden sonra, çok ilgilendiği bilimkurgu için ne yapabiliriz diye düşünen arkadaşları "Yerli Bilimkurgu Yükseliyor" diye bir web sayfası tasarlamışlar, bir bilimkurgu kütüphanesi oluşturmuşlar ve yaptıkları kısa öykü yarışmalarıyla türün gelişmesi için ellerinden geleni yapmışlar. 
   Bilimkurgu meftunları yukarıda bağlantısı verilen web sayfasını ziyaret ettiklerinde bir hayli zaman harcayacaklardır. Kitapta yer alan öykülerin tümü açık kaynak olarak ulaşılabiliyor. Üstüne, her ay sanal olarak yayınladıkları e-dergilere de göz atmak mümkün. Ayrıca türün izleyicilerine güncel aktivitelerden bilimkurguya yakın duranları da haberdar ediyor.
   Kitaba gelirsek : aralarında kıdemli bilimkurgu yazarlarından (Müfit Özdeş, Selma Mine gibi) olduğu kadar bu işe gönül vermiş genç yazarlar da bulunan öykü seçkisi, elbette ki hulûsi kalple yazılmış. Ancak bu, editörün işini pek de titiz yapmadığının bir mazereti olamaz gibi geliyor.
   Daha önce okuduğum "Yeryüzü Müzesi"nden bir zaviye soluk. Kimi imlâ ve yazım hataları var ancak işin hüsnüniyeti gözönüne alındığında sarfınazar edilebilir. Geliri de yarışmayı kazanan adaylara dağıtılacakmış (ki motivasyonu arttırır). Böyle çabaları görmemezlikten gelmemeli...