27 Ocak 2020 Pazartesi

"Yüksek Şatodaki Adam" Ükroninin Egzotik Sularında!

 
   PKD'in bilimkurgu olmayan, alternatif tarih (ükroni de derler) kitabı. Olaylar geçmişte geçmemesine karşın, pek uzak olmayan bir gelecekte (günümüzün geçmişi olduğundan şüphe yok ama (yani öyle 22.yy.lar falan hiç değil)) geçiyor. 2.Dünya Savaşını kaybedenler kazanmış, ABD'de Japonlar, Avrupa ve Afrika'da Naziler var. Kitabımızın öyle aman aman romanlık bir olay örgüsü yok. PKD zihninde bir tarih oluşturmuş ve bunun bir kısmını almış neredeyse 300 sayfalık bir metin yazmış. Giriş, gelişme, sonuç falan beklemeyin hayal kırıklığına uğrarsınız. Romandan ziyade "eğer şöyle olmuş olsaydı" sorularıyla açılan bir süreç bence. PKD, betimlemelerini, hayalgücünü  iyi çalıştırmış (Akdeniz'in tamamen kurutulup tarım alanı yapılması, tüm siyah ırkın katledilmesi vb.). Kendi adıma çarçabuk okudum. 
   PKD'nin hayatına daha önce biraz çalıştığım için olacak, romanın içinde geçen "çekirge serilmiş yatıyor" adlı ükroninin yazarında kendi idealize ettiği yaşamı yansıttığını düşündüm  ve birazcık hüzünlendim. Çekirge'nin yazarınin iyi bir ailesi var, maddi durumu iyi, sisteme muhalif olmasına rağmen tuzu kuru gibi velhasıl: gerçek hayatta PKD'in tam tersi. Bu adamcağız ise parayı ancak ölmeden görür gibi olmuş ve gerçekle hep bir sorunu varmış. Neyse ne! Kitap fena değil ama bilimkurgu okumayı beklerseniz yanılırsınız.

"Knives Out" Agatha Christie'ye Saygılarla!

   Ne zamandır adamakıllı (neredeyse) tek mekanda geçen akıl fikir işi polisiye izlememiştim. İyi oldu.
   Uzun zamandır bekliyordum. Çok iddialı kastı (denyılkreyg, ceymiliikörtis, krisiivıns, enadearmas (son bıçaksırtındaki güzel yüzlü sanal karakter)), dancansın, maykılşenın, kıristofırplamır vs.), kuntastik sanat ve görüntü yönetmenleri (evvet, filmimiz gösterime girmeden dahi görüntüler ve sanat yönetmenliği "ben iyiyim" diye basbas bağırıyordu) ve kansız bir polisiye olarak lanse edilen senaryosu.
   Nihayet izledim. Beklediğime değdi. Kast, sanat ve görüntü yönetmenlerinin yevmiyelerini haketmelerinin yanında, yönetmen bey de güzel bir iş yapmış ve sinema sanatına herhangi bir şey katmayan ancak vaktinizi de heba ettiğinizi düşündürmeyen derli toplu bir kordela hazırlamış. 2s11d'lık pelikulayı izlerken hiç ilgim ve dikkatim bozulmadı. Buna benzer Agatakıristi filmlerini (ya da doğrudan Herkülpoaro diyeyim de başım ağrımasın (piitırüstinov ne de güzel rol kesiyordu)) hatırladım. Elbette değişen zaman ve izleyicinin bununla birlikte değişen beklentilerini karşılayacak şekilde; senaryo klasik polisiyeden farklı ilerliyor (katili en başlardan itibaren biliyoruz). Ancak yazılar çıkmadan hiç bir şey kesin değildir. Hem senarist hem yönetmen hem kurgucu güzel iş çıkarmış. Tek hayal kırıklığım: Denyılkreyg beyin kulaklarımdan silinesi aksanı oldu (ya bu adam ingiliz değil miydi?) İzleyiniz efendim...


18 Ocak 2020 Cumartesi

"Başka Dünyalarda Yaşam Var mı?" Şenlikli Bir Bilimkurgu!

 Kim bilebilirdi ki çocukluğumda yaşadığım mahallede 53 yıl önce Osman Nuri Eralp'in evinin alt katındaki laboratuvarında hem bilimsel araştırmalar yapıp hem de tanıtımını yapacağımız fantastik (ve hatta bombastik) metni yazacağını? (böyle de girizgah olmaz olsun arakolpa!)
   Kitabımızın girizgahında üç tanıtım var. İlk tanıtım, metni felsefi yönden ele almış. Felsefe ve bilim denildiğinde aklınıza gelecek önemli birtakım kişilerden yapılmış alıntılarla dolu akademik metin pek sarmaz düz okuru (Aristoteles'in "Devinmeyen devindiricileri", Giordano Bruno, J.Kepler ve diğerleri tam tekmil).
   İkinci girizgahta, Ergi Hocanın biyolojik yaklaşımı ve okur dostu üslubu hem metni okuduktan önce hem de sonrasında fevkalade aydınlatıcı ve keyifli bir tanıtım olmuş.
   Üçüncü girizgah ise fakirin tez danışmanı İnan Hocanın, yazarın biyografisini aktardığı bir metin.
   Gelelim kitabımıza: ONE (bundan kelli yazar böyle anılacaktır), bir bilim insanı. Veteriner, bakteriyolog ve kimyager. Kimi önemli kurumların (hem de genç Cumhuriyetin ilk kurulan sağlık kurumları) müdürlüğünü yapmış, emekli olduktan sonra da evinin alt katındaki özel laboratuvarında çalışmalarını sürdürmüş. Dönemin ruhuna uygun olarak (bilimkurguda altın çağ başlamak üzeredir, insanevladı gözünü uzaya dikmiştir) güneş sistemimizdeki gezegenlerle ilgili muhayyileyi çalıştırır ve ortaya şımşıkırdak, okuması zihinlere reha bir metin çıkarır.
   Yıllar önce okuduğum bir bilimsel çıkarım beni benden almıştı. Şöyle ki: (zannediyorum astronomiyle ilgilenen bir teolog) Üstad Satürn'de çok fazla kenevir ormanları olduğunu ve bunun tamamen bilimsel bir çıkarım olduğunu iddia etmişti. İddiayı ise şöyle mantık çerçevesine oturtmuş: Satürn'de çok fazla uydu vardır. Uydular gemicilere yön göstermeye yarar. Demek ki Satürn'de çok fazla gemici var. Gemicinin olduğu yerde gemi vardır, geminin olduğu yerde halat. Halat kenevirden yapılır. Öyleyse Satürn'de muazzam kenevir ormanları vardır. İşte böyle.
   ONE de biraz daha bilimsel bir altyapıyla güneş sisteminin o dönemdeki bilinen gezegenlerinin (bir gezegen olan, bir çıkarılan Pluton; o zamanlar henüz bilinmiyor) hikayesini anlatmış. Ama nasıl anlatmış? Her şeyden önce okuması pek keyifli satırlar. Adeta sırıtarak okuduğum, altını üstünü çizdiğim yerler pek fazla. Meraklısı alttaki alıntıları okuyabilir.
   Son not: kitabın piyasada iki baskısı var. Fakir, yaptığı araştırmalardan sonra afili bir kapağı olan değil Say Yayınlarından çıkan baskısını okudu. Kapağı afili ancak metnin yazılmadığı dönemi yansıtan baskı için ciddi çeviri hataları olduğu söyleniyor. Misal: Lamarkizm'e Marksizm demek gibi (Azılı sosyalist Nihal Atsız demek gibi bişiy). Yine de siz bilirsiniz.
MARS
Mars'ta medeniyet pek ileri gitmiştir. Akıllara aşkınlık veren makineler icat edilmiştir. Her şey makinelerin yardımıyla meydana getirilmektedir. İnsanlar aklen pek yüksek bir mertebeye çıkmışlardır. O derece ki bedenin organları, makinelerin çalışmasından geri kalmış, fikren olan aralıksız çalışmalar neticesi beyin büyümüş ve gelişmiş ve evrimleşmiş beden organları küçülerek körelmiştir. Bu sebep ile oranın akıllı canlı yaratıkları hayat şartlarının değişimleri oranında değişmiş.
JÜPİTER EBEDİ DONANMA ALEMİDİR (JÜPİTER GECELERİ)
Geceleri yok mu? Ne demeli? İşte gecelerine doyum olmaz.....Göğün her tarafından ay doğmuş, ne şairane manzaralar. .. Bu sebep ile Jüpiter'de geceleri mehtap ne kadar da sefa veren olur. Semadan mavi, sarı ışıklar, nurlar yağar. Ortalık renk renk ışıklara, parıltılara boğulur, sanki zemin rengarenk ipeklerle işlenmiş bir örtü ile örtülür, ruhu hayallere sevk eder. ... Her gece böyle mehtaplar, rengarenk ışıklar. Neşe dolu bir gece, her gece donanma var, Jüpiter ebedi donanma alemidir. (şimdi içinden "bir gece gitsek" diye bir düşünce geçti)

16 Ocak 2020 Perşembe

"Androidler Elektrikli Koyunlar Düşler mi?" Blade Runner'dan Çok Farklı!

   Televizyon programında bir güzel çuvalladığım (bkz.video 5.10 (yalnız adeta halıya görkemli bırakmışım)) ve adını pek yanlış şekilde telaffuz ettiğim, filmini yıllar içinde defalarca kez izlediğim ancak filme kaynak olan kitabı bir türlü okuyamadığım (derken cümle çarşafa dolanır) PKD romanıdır.
   260 sayfa bir günde bitti (sinüzit ameliyatı geçirip yatağa bağlandıysanız bir günde bitiyor). Haşyetle idrak ettim ki: roman sinema filmiyle çok benzerlik gösterse de (ki senaryo bu romandan yazılmış arakolpa! daha ne olsun?) her iki eser birbirinden epeyce farklı. Rikdekart'ın karısı var (Iran), Rachael geçici bir gönül ilişkisi, Roy ve diğer tüm andy'lerin dünyaya dönmesindeki amaç varlıklarını sorgulamak, yaratıcılarıyla hasbıhal falan değil. Filmdeki en önemli felsefi soru, romanda sadece bir iki sayfada geçiştirilmiş. Oysa ki roman çok daha farklı kanallardan akıyor. Her PKD romanında olduğu gibi kaypak bir gerçeklik var. Gerçekle bir hesaplaşma var. Androidler organikleştikçe bizi insan yapan yegane farkın empati yeteneğimiz olduğu var. Daha böyle var oğlu var!
   Ne diyim, ben geç kalmışım. Siz kalmayın. Okuyup, düşünmekte fayda var. Altını çizdiğim yerlerden küçük bir alıntı altta.
"Bir kişi mutluluk hissettiği sürece diğer herkes bu mutluluktan bir parça tadacaktı. Ama eğer biri acı çekerse, herkes bu acının gölgesinden payını alırdı. Toplumsal bir hayvan olan insan bu deneyden daha gelişmiş bir hayatta kalma içgüdüsü kazanırdı. Bir baykuş veya kobra yok olurdu." Empati yahut digemkarlık olmasa bizi hayvanlardan ayıran bir şey kalmazdı diyor kısaca PKD. Oysa günümüzde bunun yavaştan evrildiğini, insanların kozalarına çekildiğini, sinemaya gidenlerin azalırken, evde Netflix izleyenlerin çoğaldığını, kolektif bilincin zayıfladığını ve bu sürecin artarak devam ettiğini görüyoruz. İlginç günler yaşıyoruz. Kesin!

"Aden" Lem'den Yine Farklı Algoritma!

   Kaptan, Doktor, Fizikçi, Mühendis, Kimyager ve Sibernetikçinin uzay aracı Aden'e düşer. Kurtulmaya çalışırlarken kendilerine yabancı bir uygarlıkla iletişim kurmaya beyhude yere çabalarlar. 
   Lem; her zaman yaptığı üzere, kendi oluşturduğumuz algıların, algoritmanın, paradigmanın başka uygarlıklarla her zaman iletişim kuramayacağını ince ince, işin içine hafiften mizah katarak, okuduğunuzda kitabın uzun yıllar öncesinde yazılmış olduğunu size pek az yerde hissettirerek (görüntüleme ve veri işleme teknolojilerinin ilkelliği haricinde "aa çok eski bu metin" diyeceğiniz bir yer yok) yazıyor.
   Bilimkurgu sevenler ıskalamayacaklardır.

11 Ocak 2020 Cumartesi

"Bulut Gözlemcisinin Rehberi" Emeklilere Özel!

   Dizin hariç 368 sayfa, özenli bir baskı, iyi bir çeviri, saman kağıda olsa da güzel fotoğraflar, fiyat 7.5 TL. Bilimsel hiç bir iddiası yok, bulut meraklısı bir insankişisi yazmış. Bulutları gözlemleyerek okunmasında fayda var. Hal böyle olunca, ufku açık bir yerde (mümkünse deniz kıyısında) okunmasında fayda var. Bulutların hem şeklini şemalini, hem hikayelerini ve hem de tarihçelerini öğrenebiliyorsunuz. 
   Ancak emekli olup tırnaklarının uzamasını izlemekten sıkılanlara önerilir. Hele ki Ankara'da hiç okunmaz!

9 Ocak 2020 Perşembe

"Gelecekbilim Kongresi" Ijon Tichy’nin Hatıraları!

   Lem'in favori kahramanı Ijon Tichy, Kosta Rika Hilton'da bir Gelecekbilim Kongresine katılır. Dünyanın hali pek iç açıcı değildir. Başta güvenlik ve çevre olmak üzere sorunlar gırla gider. Derken kongre basılır, kahramanımız ve bir grup bilim insanı otelin kanalizasyonuna sığınır. Olaylar gelişir.
   Lem Usta'nın (evet fakirin açısından ustadır kendileri) kitabın sonlarına varıncaya kadar insanı gülümseten ve bazı yerlerde kafasını karıştıran (iç içe geçen bir çok gerçeklik vardır) romanımız sonlara doğru topu doksana çakarak, bu karışık metni sonuna kadar okumayı başaran okura güzel anlar yaşatmaktadır.
   İletişim yayınları basmış, Sayın Bayan Fatma Taşkent çevirmiş. Böyle çevirmiş demekle olmaz çünkü kendileri okuyunca insanı yadırgatmayan onlarca (belki de yüzü aşkın) kelime icat etmiş ve şükela bir çeviriye imza atmıştır. Kimi berbat çevirilerden muazzep bu zihni bu şımşıkırdak bir çeviriyle lüks lambası gibi (yaşı yetenler bilecektir) aydınlattığı için kendisine teşekkür etmeyi borç sayıyorum. 
   148 sayfalık bu kitap, popüler kitap satış web sayfalarında bulunmuyor, kitapçılarda çok nadir, nadir kitapta ise kitap kurdu akbabaları yüzünden 50-60 TL bandından itibaren bulunuyor. Eğer eliniz klavye tutuyorsa e-kitap versiyonları da piyasada var. Bilimkurguya meraklıysanız bulunuz okuyunuz. Değilseniz okumasanız da olur!
Kitabın filmi de çevrilmiş. Pek sevdiğim Rabinrayt'ın rol kestiği "The Congress" kitaptan esinlenerek çevrilmiş ancak kitabın ana fikrini yansıttığını söylemek zor.

4 Ocak 2020 Cumartesi

"Jojo Rabbit" izlerken "The Counterfeiters" mukayesesi yapmak!

    Taykavaititi, taa 2010'lardan beri izlediğim bir yönetmen. İlk izlediğim "The Boy" ile bir damar yakaladığını belli etmişti. Sonra "Gölgelerde Ne Halt Ediyoruz" serileri ile de bir humoru (ne işim olur humorla) insani derin mizahı olduğunu kanıtlamıştı. "Daha Vahşi İnsanlar için Av"da yine değişik sorular sordurup, değişik duygular uyandırmayı başarmıştı. 
   Bu minvalde yaptığı son filmi pek merak edip duruyordum. Kast heyecan verici: Sıkarletyohansın, Semrakvel, Rebılvilsın, yönetmen bey bu kez Hitler'i oynuyordu üstelik! 31 Ocak'ta sinemalara girmesini bekleyemedim ve malum ortamlardan edinerek izledim (Holivutun benim bilet paramla bir şey kaybedeceğini zannetmiyorum). 
   İkinci Dünya Savaşını bir çocuk gözünden izliyoruz. Hitler'i hayali arkadaşı yapan körpe bir nazi. Aynı fikirde olmayan bir anne ve gizli bölmede bir yahudi yeniyetme. Olaylar gelişir, finale bağlanır. Film güzel. Ancak (cümlede bir "ancak" varsa öncesini okumamak gerek), yönetmen bey oldukça kolaya kaçmış gibi geldi. Bir çocuk gözünden (üstelik böyle travmalarla) savaşa yaklaşmak, her zaman satar. Bunu Wesendırsın görselliğiyle yapmak (bkz.aşağıdaki fotoğrafta vesendırsın açıları renkleri var (filmin tümü böyle üstelik)) çok daha kolay, bazı sahnelerde ise doğrudan Volkırşlondörf'ün "Teneke Trampet"i aklıma düştü. Bu afişteki çocuğa bakarsanız (filmde 3-5 yaşlarında), Bay Vaikiki'nin başrolüyle olan benzerliğini farketmemeniz olanaksız. Evet yönetmen bey bu filmde bazı şık voleler atmıştır (kırılma noktasında, binaların çatılarından göz gibi bakan çatı pencereleri misal pek şıktır), ama kendi adıma pek gol diyebileceğim anlar yoktur.
   Bu kordelayı izlemeden önce (havaya girmek adına) bir iki gün önce izlediğim Kalpazanlar'ı düşündüm sonra. Hiç bilinmeyen bir kastla, çok az bir masrafla nasıl sadece ikincidünyasavaşı/toplama kampı filmi değil, aynı zamanda şükela bir psikolojik gerilim/suç filmi yaratmak mümkündür dersi veriyordu adeta. 
   Kısacası önerim: eğer cocorebit'i merak ediyorsanız, hiç engel olmam buyrunuz, izleyiniz. İleride yazılacak eleştirileri belki de hak edecek bir 1s48d geçirmiş olursunuz. Ancak çocuk gözünden savaş kavramını gerçekten hak edecek bir film izlemek isterseniz 1979 yapımı "Teneke Trampet"i izleyin. Savaşı suçlu gözünden değerlendiren bir film içinse "Kalpazanlar"a yönelin. Benim kişisel tercihim     1. Kalpazanlar 2. Teneke Trampet 3. olarak ise Cocorebit olur.