19 Mart 2025 Çarşamba

"Yırtıcı Kuşlar Zamanı" Ahmet Ümit'in son polisiyesi.

Yırtıcı Kuşlar Zamanı: Yeni Başkomser Nevzat Romanı

   Bir kitap kulübüne katıldım. Her ay bir kitabı masaya yatırıyoruz. Aynı kitabın polisiye seven okurlar tarafından farklı yorumlarını dinlemek pek güzel. Önceki kitap kulübü tecrübelerimden daha renkli. Bu ayın kitabını da bitirmiş bulunmaktayım.

   Yine bir Komser Nevzat (evet komiser değil komser!) romanı. Bu kez yaşadığı büyük travmanın failinin peşine düşüyor tesadüfen (doğanın işleri!).  Hem Nevzat'ın yaşadığı majör depresyonun etkilerini, hem yeni yaşantısını gözlemlerken fonda hızla çürüyen toplumun suç dünyasındaki etkilerini görüyor ve bir yandan gizemli bir davanın seyrini temaşa ediyoruz. 447 Sayfa üç günde (iş sonrası okumalarda) bitti. Dil akıcı, bölümler hep bir sonrakine başlamak için gerekli çengeli atarak bitiyor (çok satan polisiyelerin ortak paydası). Sevdim mi sevdim. Amma; tamamen öznel bir değerlendirme yaparsam Nevzat'ın hiç humorunun olmamasına bir türlü ısınamadım kardişim. Adam adeta bir KHK'ya atfen yapılmış içişleri nizamnamesi tadında. Evet, dürüst, analitik düşünüyor (gerçi kitabın ortasından itibaren faile ait yaptığım tahmin doğru olmasına karşın zehir hafiyemiz bunu son 20 sayfaya kadar ayamadı), inatçı ama humoru yok. Belki bu da bir tarzdır, beğeneni vardır. 

   Velhasıl (şimdilik) üç ödüllü bu polisiyenin gideri vardır. Hem zihin boşaltır hem de güzel vakit geçirirsiniz.

 Ahmet Ümit

11 Mart 2025 Salı

"Efendibey Ayla" Eski Türkiye Ne Güzelmiş!

 

   Geçen yıl basılmış (2024). Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününde dedim "bir ilk kadın kitabı okuyayım". 217 sayfa ama Ayla Hanımın yazdıkları 169. sayfada bitiyor. Ondan sonra hakkında yazılanlar ve uzunca bir fihrist var.
   Ne yalan söyleyeyim ilk bölümleri bitirdikçe biraz yavan olacağını düşündüm. İlk kadın yazı işleri müdürü olarak daha fazla ipucu&arka plan beklerdim. Maslahatgüzar düzeyindeki bir memurun kara kutu olması gerektiğini ziyadesiyle içselleştirdiğinden çalıştığı siyasiler ve iktidar için, iş ve ideoloji olarak tek bir söz açık vermemiş. Belki de bu kadar makbul olması bu yüzden. Çalıştığı önemli siyasi figürler sadece kişiliklerine yönelik (o da sadece olumlu özellikleri) ön plana çıkarılmış. Ancak yazılanların (sadece küçük bir bölümü olduğunu sandığım ve hatta neredeyse bildiğim) verdiği kadarıyla o dönemin (1972'den 2000'li yılların başına kadar) siyasi figürlerinin nasıl dürüst ve iş ahlakına sahip, toplumun ne kadar naif olduğunu anlıyorsunuz. İşte bu da çok hüzünlendiriyor fakiri. 
   Yazarımızın ketumluğu bir yana, kimi düşüncelerini, tespitlerini, olaylar karşısındaki tepkisini, gerek maaşla ve gerekse gönüllü olarak yaptığı işleri okudukça ister istemez bir sempati geliştiriyorsunuz. Yanında çalıştığı bakanın "söyle bakalım hayatında hiç büyük adam gördün mü?" sorusuna rahatlıkla yıllardır çalıştığı odacıyı gösteren biri ister istemez yakınlık hakkediyor (çok yönlü bir kapaktır, anlayana!). Düşünsenize günümüzün değer yargılarıyla o gününkünü kıyaslamayı. 
   O dönemin memleket hallerini görmek için okunur, kadınlara hassaten öneririm.

8 Mart 2025 Cumartesi

"Şahmerdan" Sait Faik'ten 19 Öykü.

   141 Sayfa, 19 Öykü. En son geçen yüzyılın sonlarına doğru okumuştum. Eskidiğini zannederek yanıldığım öyküler (kimisini hala hatırlıyorum) hiç eskimemişler, eskimezler de sanırım. Sonunda, Ara Güler Ustanın Sait hakkındaki 4 sayfalık bir yazısı da var, çok sahici, çok yalın. Nedir: gözünüzde canlandırdığınız karakterin yerine konan gerçeği hiç hayallerinizdeki gibi değildir (birazcık kaşmerdikozdur! (bu da Salah Ustadan)). Ne gam! Benim için aslolan, sanatçının karakteri değil, eserleri ve bende dokunduğu yerlerdir. Sait Faik, şimdiye kadar okuduğun öykücülerin içinde başka bir yere kuruluyor. 
   İnsanı anlatıyor, fonda gerçek yaşamla. Kimisinde kendinizden birşey buluyorsunuz, kimisinde "hayat işte!" diye içinizden geçiriyorsunuz. İlk okuduğum yıllardan bugüne, okuma zevkim değişti, daha eleştirel oldum. Bu öyküleri de okurken içimden geçirdiğim "hep de şehir hayatını yazıyor ama" düşüncesinden sonra langadank taşradan öyküler geliyor. 
   Yazarın sahiciliği, öykülerdeki diyalogların çok gerçek olması (hiç de edebi bir üslupla konuşup ahkam kesmiyorlar) tasvirlerin çok sade ve yerinde olması, öykülerde bir tanecik fazla cümle olmaması, bir kelimelik fazlanın olmayışı ve dilin sadeliği, yazılanların hala yaşanabilme ihtimali (hem de yüksek ihtimal (duygular ve davranışlar zor değişiyor)) ve daha yazmaya erindiğim nice şeyden oluşuyor. Adeta, belgesel yada NBC filmi izler gibi oluyorsunuz. Salah Ustanın yazdıkları kafada girdaplar oluşturunca açtım ve bir günde bitti (işin garip yanı Salah Ustaya da, zihnimi daha da anaforlandıran bir kitabın yan okuması olarak başlamıştı! sonraki okuma merhalem Cin Aliler olacak zaar!)
   Velhasıl Sait Faik Abasıyanık öyküleri her zaman okunur.

6 Mart 2025 Perşembe

"Parthenope" Yine Napoli Güzellemesi (ama nalına da mıhına da vurarak).

   Paolo Sorrentino'nun Napoli hakkındaki ikinci filmi. İlkini yine bu güncede yazmıştım. Geçen yüzyılın ortalarından günümüze uzanan bir şehir panoraması, temelde bir kadının hayatında fon olarak işleniyor. Hangisinin ön planda olduğu belirsiz. 
   Öyle zamanı ezmek için izlenecek film değil. Sorular sordurmadı, farklı düşündürmedi. Fakire çok kişisel geldi. Ancak yönetmenimizin kişiliği ve hissettiklerini yansıtması ezel evvel hoşuma gittiğinden 2s15d yı dikkatim düşmeden izleyebildim. Şöyle söyleyeyim. İyi yapılmış bir makarna gibi (penne arabiatta diyelim). Pek sık gitmediğiniz bir yabancı diyarda, kalitesinin düşmediğini bildiğiniz bir trattoriaya (italyan lokantası) gider ve daha önce farklı çeşitlerini denediğiniz makarnanın bir de bu türünü sipariş edersiniz. Tabak güzeldir, daha önce farklı yerlerde yediğinizden daha usturupludur ama genel tarifin (şimdilerin modası "reçete" diyorlar, bir türlü ısınamadım, ne o öyle ilaç gibi!) dışına çıkmamıştır. İşte o tabak Parthenope'dir. 
   Müzikler, oyunculuklar, renkler, dönem aksesuarları, ruhu gayet çizgi üstüdür. Ama bir McDonagh derinliği yahut Mecidi duygusallığı aramayın. Sorrentino'nun gözü güzel (tabi bir de başrol Celeste bir içim su!). Onun için izlenir.

2 Mart 2025 Pazar

"Her Şey Nasıl Çökebilir?" Okusanız bir türlü, Okumasanız Olmaz!

  Yemin ederim son bir aydır uykularımı kaçıran kitaptır (o yüzden yazarların fotografisini bülbül büzüğü boyutlarında iliştiriyorum). Bazen hafakanlar o kadar bastı ki arada Salah Ustanın bir kitabını bitirip (bkz.önceki yayın) bir diğerinin de hakkından gelmek üzereyim (pek yakında yine burada!). 
   Yazarlarımız, farklı disiplinlerden gelmiş iki araştırmacı. Bu metni ilk önce 2015'de yayımlamışlar. O tarihten bu güne; 2020'de artık sözlüklere girmiş olan kolapsoloji (çöküşbilim) üzerindeki tartışmalarda opus magnum muamelesi görüyor. 
   Malumunuz, kaynakların sınırlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Başka Dünya yok! Sınırlı doğal ve ekonomik kaynaklara karşın, sınırsızca büyüyen iki olgunun varlığı (insanoğlu ve gittikçe artan tüketimi) ve kapitalist ekonomik düzen (hep büyüme, hep büyüme); maalesef geri dönülemez bir noktaya geldi dayandı. Bu bilimin kimi göstergeleri gözümüzün önünde (kitlesel toplum hareketleri, görülmemiş doğal afetler vs.) 
   Kitabımız derli toplu olarak önce kavramları anlamlandırıyor sonra nerede olduğumuzun bir tespitini yapıyor ve en sonunda bunu nasıl kabulleneceğimizi (çünkü artık telafisi olmayan bir noktadayız) bilale anlatır gibi anlatıyor. 
   Yeniden okuduğum bölümler çoktu. Altını üstünü çizip notlar aldığım sayfalar da gani. Bunların arasında yorumlardan ziyade büyük çoğunluğun bihaber olduğu (seçkin elitlerin elinde olan medya sayesinde) derli toplu bilgiler çarpıcıydı. Zaten bu bilgileri yorumladığınızda aynı sonuçlara varıyorsunuz (misal: 2008 ekonomik krizinde büyük ekonomilerin merkez bankalarının bilançosunun 7 milyar dolardan 14 milyarcık dolarese çıktığını öğrenmek pek ürkütücüydü (bu paranın hiç bir somut karşılığı yok)). Başka bir misal: ayrıntısını vermeyeceğim 65. sayfada terörizm için maksimum zarar minimum maliyet&zaiyat oluşturabilecek bir ipucu veriyor. Bırrr! Bunlar ekonomiyle ilgili bir de çevre ve dünya kaynakları üzerine verdikleri bilgiler var ki. İşte bunlar uykumu daha çok kaçırdı (misal: bir ingiliz balıkçı, gemisindeki onca teknolojiye rağmen, atalarının 120 yıl önce yelkenli teknelerle denizde aynı süreyi geçirerek tuttukları balıkların yalnızca %6'sını elde edebiliyor). Misal:1990'da varili 20 dolar olan petrol şimdi 100 dolar ve bunu hiç de yadırgamıyoruz (yakında üçe katlanması öngörülüyor).
   Neyse okuduğuma pişmanım ama okumasam olmazdı (oksimoron budur işte!). Zaten son bölümde yazarlar "Aslında inkar, insanın kendisini fazla "zararlı" bilgilerden doğal şekilde korunmasını sağlayan faydalı bir bilişsel süreçtir (kısa vadede!)" diyerek okuru herşey geçtikten sonra uyarıyor. Cehaletin sakin ve serin sularında yüzmek, sizi boğmayan ama zevkle yüzmenizi engelleyen bir denizle cebelleşmekten evladır. Bilmek, lanettir! 
   O yüzden okuyun yahut okumayın demeyeceğim bir neşriyattır. 
İş Bankası Yayınlarının satış yerinde incelediğimde gördüm ki: bu 21.yy kitaplığının buna benzer önemli bir kaç kitabı daha yayımlanmış. Fakirin sıkleti bu kadar kiloyu aynı anda çekmeyeceğinden, biraz Hüseyin Rahmi okuyup şetarete erdikten sonra onlara bakacaktır.