20 Aralık 2018 Perşembe

"The Guilty" Suç Kavramına Bakış.

   Danimarka'dan sıradışı bir film. Filmin başlarında bilemediğimiz nedenlerden, tenzili rütbe olmuş bir polis memuru, görevlendirildiği alarm çağrı merkezinde yarıda kesilen bir çağrı alır. Duruma göre vaziyet alır. İşler gelişir.
   Son bir ay, güzel tek mekân filmleri yaptı yalnız (Bkz.The Place). Filmimiz tek mekan, iki odada ve gerçek zaman akışıyla ilerliyor. Sekanslar var, planlar var ama bir zaman atlaması yaşamıyoruz. 85 dakikalık olay yaklaşık olarak 85 dakikada verilmiş. Filmin bir hikayesi, bir akışı var. Buna kapılıp büyük resmi kaçırmamız olası (bende öyle oldu). Zahiri hikaye, önündeki görsellik engellerini (en büyük engel : adamakıllı tek oyuncu ile tek mekanda olması elbette!) aşıp izleyiciyi yakalıyor (hiç bir yerde uyuklamadım, dikkatim düşmedi). Ne yalan söyleyeyim ben de hikayeye yakalanıp, şimendifer müptelası sütaş inekleri gibi izledim. Ne zaman ki yazılar çıktı, fakiri aldı bir düşünce. Yattım, kalktım : filmi daha iyi değerlendirir gibi oldum (hep böyle olur bana (fazla zeki olmadığımdan zaar!)). 
   Büyük çerçevede; suç denen kavramın etrafında etraflıca döndüğümüzü anladım. Evet, sinematik ögeler çok ustalıkla yerleştirilmiş. Müzik, diyaloglar, kadrajlar, ışık (tek mekanda ışık kullanımı nasıl olurmuş ? diyenler için, "karanlıktaki kırmızı ışık faktörüne dikkat" diyorum), kurgu, yakın çekimler, sessiz ve hareketsiz sekanslar (ki pek etkileyici onlar) oyunculuk; velhasıl her bir öge sinemanın hakkı verilerek yapılmış. Bu açıdan zanaat, düşünce açısından ise sanat olarak nitelendirebiliriz, başımız ağrımaz. Yabancı filmde oskar amcaya aday olması şaşırtıcı değil yani. 
   Az paraya iyi film nasıl olur ? diye merak edenler ve hukukçular ve Fiyodor Mihaloviç sevenler (ne az kaldı onlardan!) ve suç/suçlulukla hayatının bir döneminde hemhal olmuşlar ve sinefiller yakın dursunlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder