24 Aralık 2018 Pazartesi

"Resmi Geçit" Şebnem İşigüzel'den Bir Dönemin Siyasi Dedikoduları...

   "Paşalar tavan arasında toplanmış" diye başlayan 636 sayfalık hacimli bir romandır. 12 Eylül 1980'den biraz önce başlayıp uzunca bir dönemi (ne acaip günlerdi!) siyasi baş aktörleri eksene alarak anlatmış Bayan İşigüzel. Ali Çoban, Cevdet Kara, Süleyman Tel, Hüseyin Feyzullah, Şahika Ateş gibi adları, bir iki cümle okuyunca yerine oturtuyorsunuz. Karakterler (elbette o dönemi yaşayan talihsizler için) şıpınişi gözünüzde canlanıyor. Florya köşkünün emektarı Mustafa (Kirkor) ve talihsiz taksi şoförü gibi kimi önemli karakterler ise anonim. Anonim derken yanlış anlaşılmasın, vardır böyle insanlar (ve niceleri). İşte tüm bu karakterler, dönemin ruhuna yedirilerek uzunca anlatılmış. 
   Dil pek akıcı, kurgu zaman zaman yıllar sonrasına atlasa da okur hemencecik akışı yakalayabiliyor. Aşırı bir karikatürize etme çalışması var. O kişiliklerin memlekete ettikleri düşünüldüğünde kimi zaman içimin yağları eridi. Ama şöyle bir eleştirim olacak : sayın yazarın konu ettiği kişilikler, iktidardan düşmüş, birçoğu artık hayatta değil, yapılacak eleştirilere cevap verecek halde değiller. Zaten bu kitabı da okumayacaklarını sanıyorum. Kitap Eylül 2008'de yayımlanmış. Adı geçen kişilerden sadece Pensilvanya mukimi ağlak hoca, (etkisini yitirmekle birlikte) hâlen aktif. Onun da muktedirlerle yolu zaten çoktan ayrıldı. 
   Şimdi düşünüyorum da: "güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar" saikinden hareketle, zamanında güç zehirlenmesi yaşamış ve artık gücü kaybetmiş kişilikler hakkında böylesine acımasız satırlar yazıp eleştirmek hakikaten kolay. Zor olansa: elan yaşananlar hakkında cesurca kalem oynatabilmek. Bu zamanlama sarfınazar edildiğinde yazarın güzel bir iş yaptığını söyleyebilecekken, düşmüşe acımasızca vurmuş olduğunu idrak ediyoruz. Düşene (haksız da olsa) vurmak, ne derece ahlaki tartışılır. Bu roman 1980'lerin sonunda yazılmış olsa, hilâfsızca alkışlayacak, tavsiye edecek olan fakir, 2018'de okuyunca yazara pek de hak vermiyor. 
   Bundan hareketle, bir yirmi yıl sonra bugüne dair yaşananları buna benzer bir romanda ele alacağını umduğumuz yazar; o zaman da bugün hissettiklerimi hissettirecek "neden bir yirmi yıl önce yazmadın?" diye (en azından benim tarafından (çok da umurunda olur sanki!)) ayıplanacaktır. Velhasıl, yirmi yıl önce okusam çok beğeneceğim bir iş, sonuna kadar yutkunarak okuduğum bir eziyete dönüştü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder