Cuma günü öğleden sonra aldım. Biraz evvel bitti. Çalışmaya başladığımdan kelli okumada eski hızım yok üstelik. Bu meyanda birazcık besin zehirlenmesi yaşadım, serumlar yedim, soğuk aldım amma tuvalette bile elimden düşüremedim. Velhasıl; bu akşamüzeri 352 sayfa nihayete erdi.
Bir zamanlar; yok efendim "asimetrik tehdit", vay efendim "bilgi destek harekatı" (psikolojik savaşın kibarcası) gibi konularda hasbelkader dersler verdiğimden bu konulardaki bilgi birikimime güvenmekteyim. Ancak; son yıllarda görsel medyayı hiç takip etmediğimden, yazılı basını ise ancak üçüncü sayfa haberlerini okuduğumdan, kendimi bir nevi komada tecavüze uğrayan Uma Thurman (Bkz.Kill Bill Vol.1) gibi hissetmekteyim. Arada istem dışı olarak maruz kaldığım haberler ise bana hep usta bir propagandacı tarafından kurgulanmış (bkz.bağlantı) ajitasyon bombardımanı gibi gelmekte. Asıl haberlerin bir yerlerde gizlendiğinden emin olarak hep 7-12. sayfaların küçücük haberlerini tarıyorum. İnternet sitelerini geziyorum. Üzülerek de olsa dış basını takip ediyor, analizlerini anlamaya çalışıyorum. Evet bir şeyler oluyor. Manşetlerde şişirilen gündemin gerisinde önemli haberler var. Okumak, tahlil etmek, yorumlamak ve yayımlamak gerek. Lâkin "söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" tarzı bir tevekkülle kırıp dizimi oturuyorum köşemde. (söylesen n'olacak arakolpa ! ürkütmüşsün zaten fincancı katırlarını...)
Bay Özdil öyle yapmamış. Üşenmemiş, son onbir yılın arşivini taramış, olay/zaman bağıntılarını da titizlikle yaparak ortaya bu kitabı çıkarmış.
Kitabımızın kategorisi belli değildir. Roman, belgesel, anı, biyografi, inceleme, araştırma değildir. Son onbir yılın 352 sayfalık bir özetidir. 2002'den bugüne dek neler yaşandığını gazete başlıklarından, televizyon haberlerinden, çoğunluğun gündeminden cımbızla seçtiği gelişmeleri ardı ardına sıralamış ve "çıraklık", "kalfalık" ve "ustalık" dönemleri olarak üç bölümlük bu toplumsal bellek kılavuzunu kaleme almış.
Kaleme almış demem sözün gelişi, yoksa yazarın arada yaptığı mizahi (mizahi bakış açısı da olmasa, oturup ağlarsınız. O derece...) saptamalar dışında yeni bir şey yazdığı yoktur. Olanı biteni ardı ardına sıralamıştır. Sonlara doğru ilerledikçe tansiyon pik yapmakta (okurun tansiyonu) ve "son" falan yazmadan kitabımız pattadanak bitmektedir.
Balık hafızası olan bir toplumuz. (kesin bilgi !)
Köşeyi dönünce (mecazi olarak değil coğrafi olarak) göremediğimizi unutmak temayülündeyiz. Evin dışını değil içini dünyamız kabul ediyoruz (yanılıyoruz, hem de çok ("Evde Oturan Ölür" çingene atasözü)). Büyük bir çoğunluk için de evde söz sahibi olan tek bir olgu var : televizyon. Hal böyle olunca çoğumuzun eksenini diziler, maçlar, magazinler, yarışmalar oluşturuyor. Hayatın başka bir şey olduğunu unutmuş durumdayız. Çok kötü, çok kötü. Unutmamak gerek. Hatırlamak gerek. Kaydetmek gerek.
Nedir : son paragrafta bahsettiğim çoğunluk bu kitaptan bîhaber olacak ("söylesem tesiri yok" etkisi), farkında olan azınlık okuyacak ve bedbinlikle üzülecek. Ne diyeyim bilmem ? Okusanız uykunuz kaçar, sinirleriniz bozulur. Okumasanız ve nadanlığın mutluluk verici boşluğunda kalsanız rahatsız olursunuz. Bilmiyorum. Bilemiyorum....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder