29 Ocak 2025 Çarşamba

Çok İstenenlerin Olmaması!

   Ahkam keseceğim, üstelik tamamen öznel.
   Hayatta kendim için neyi deli gibi istediysem olmadı, olmuyor! Kenarda köşede dursun, olursa şükela olur dediklerim tutuyor tutmasına da; pruvaya alıp rüzgar yoksa bile çeşitli manevralarla yöneldiğim şeyler tutmuyor. 
   38 yıldır çalışıyorum. Bunun 25 yılı hiçbir yaratıcılığa izin vermeyen (bırak yaratıcılığı, okuduğum gazete için neredeyse hapse gireceğim bir ortamdı. Bırrr!) memuriyetle geçti. Bu sürede en büyük hayalim: deniz kıyısında küçük bir yerde sakin bir emeklilik geçirmekti. Bu hayali gerçek kılabilmek için ilmek ilmek işledim. Birtakım varoluşsal kaşıntılar yüzünden bu hayali kendim tuz buz ettim. Büyük bir şehirde sonu ne zaman geleceği belirsiz bir işte çalışarak yalnız ilerlemeye başladım. 
   Tek başına çıktığım bu yaşamda dedim ki: mutfakta oyalanmayı ve iyi yemeyi seviyorum. Neden iyi bir aşçı olmayayım? Olan yetilerimi geliştirmeye çalıştım, okumalarımı buna yoğunlaştırdım, iyi malzeme peşinde koşturmaya başladım, şarap kavımı zenginleştirdim. Hop! iki ay önce yaşadığım ciddi sayılabilecek bir sağlık sorunu yüzünden tat ve koku alma duyularımı yitirdim. Kahvaltımda bile tulum peynirli, rokalı frog in the hole yaparken artık sadece iki haşlanmış yumurtayı sade yesem bile fark etmiyor. Bırak Yeni Zelanda şaraplarını merak etmeyi, market şarabı bile aynı etkiyi yapıyor. İran'dan getirdiğim safranlar, Fas'ta arayıp bulduğum egzotik baharatlar, İspanya'dan üşenmeyip araştırıp yerel marketteki imalatçılardan aldığım en az iki yıl eskitilmiş mükemmel kokulu peynirler; öylece duruyor. Yine hüsran, yine hüsran!
   Buna mukabil; gerek kendim gerekse çevrem için "olsa negzel olur" diye temenni ettiğim (bakın istemek değil, temenni etmek) bir çok şey gerçekleşiyor. 
   Görsem iyi olur dediğim bir çok yerin hizasını tıkladım mesela (uzak mesafelerden Angkor Wat, Alhambra vs.). Atlantik'te iyi bir teknede tek başına yelken eğitimi aldım mesela. Sevdiğim bir kuzinim için "ya, hayat döngüsünü kırıp yeni bir başlangıç yapması ona ne iyi gelir" temennim, nokta atışı tuttu. Uzaktan bakıldığında gerçekleşmesi zor gibi duruyor ama oldu.
   Nerede okuduğumu ve kimin hikmeti olduğunu hatırlamıyorum (Yunus desem başım ağrımaz) ama şöyle bir şey var. "İsteklerini; kimseye söyleme, fazla merkeze koyma, erteleme." Doğru bişiy galiba.
   Öyleyse niye bu başlığın üst resmi çalar saat? Şöyle: sünnetçinin vitrininde bir çalar saat varmış. Arkadaşı sormuş "- Niye vitrine saat koydun?" Yanıtlamış sünnetçi "-Ne koyaydım?". 
   Temennileriniz hep gerçekleşsin...

27 Ocak 2025 Pazartesi

"Kovboy Kızlar da Hüzünlenir"; Tom Robbins'ten hem eğlencelik hem aydınlanmalık!

   20 yıl olmuş mudur? Olmuştur rahat! 20 Yıl önce okuyup pek hoşlanmıştım. Üstadın kitaplarının nasıl okunacağıyla ilgili bir iki satır da yazmıştım önceleri. Orada da bahsediyordum bu matbuattan.

   Sissy Hankshaw'ın devasa başparmakları vardır. Bırak enstrüman çalmasını, düğmelerini bile ilikleyemiyordur. Ancak onlarsız da yaşayakalamayacağına göre her akıllı insanevladının yapacağı gibi bu kusurunu varoluş amacına çevirir ve kimi çevrelerde bir fenomen (ne işim olur fenomenle?) çok bilinen ve etkilenilen bir kişi olur. Olaylar gelişir.

   İlk yüz sayfadan sonra "hımm acaba nesinden etkilenmiştim ki bunun?" dediğim anlarda (ki oraya kadar dahi fırlama yazarımızın dili gülümsetiyordur fakiri) aydınlanmalar başladı. Özellikle Chink'in (sormayın kimdir o, okursanız bileceksinizdir!) devreye girmesinden sonra aydınlanmalar bir sorgu odası spotuna dönüyor. 

   Yazarımız; kaosa, anarşiye, karışıklığa, entropiye, neşeye, çelişkiye, düzensizliğe meyyal. Bunu da çok etkili ve sağlam bir altyapıya dayanarak yapıyor (doğa da böyledir, medeniyet kareleşmiş yuvarlaktır diyor). Katılırsınız katılmazsınız ama bakışı görmeseniz olmaz. Fakir, önemli bir kısmını onaylıyor ve bir kısmını içselleştirmeye çalışıyor ancak bir başak burcu olarak bulaşıklarını kirli bırakamıyor misal. 

   Birine vermiştim iade etmedi. E-kitaptan okudum (onda da satırları çizip araya notlar alabiliyorsunuz) ancak kesmedi. Sayfalarını çevirip kenarlarını elle işaretleyeceğim bir suretini sipariş ettim (artan kağıt fiyatlarına bağlı olarak artık netten bulabildiğim neşriyatı dahi sahaflardan alıyorum). 

   Highlighted ifadeleri okudum (uff! pek çok). Sadece birini yazıyorum. Bunun gibi daha niceleri kitapta yatıp duruu! Öneririm yani.


İnsanevladının kafasında özgürlük ve konfor seçimleri çarpışır durur. Genellikle de konfor kazanır. Neden? Şöyle ki: ilk tanımlanan meme'imimiz (riçırtdovkins'e de bir selam sarkıtalım) (meme: kültürel DNA) yaşayakalma ve üreme güdüsüdür. Özgürlükse çok sonraları kodlanmıştır (3.5 milyoncuk yıl omurgalı, 300bin yıl da hominoid olarak (prefrontal korteks ancak oluşmuştur)). O yüzden genellikle bu seçimi konfor kazanır. Ancak! İşte bu ancak, beyninin ön tarafındaki karnıbaharı etkin kullanan azınlık içindir ve sonrası daha çok su kaldıracağından burada huzurlarınızdan ayrılıyorum. 

19 Ocak 2025 Pazar

"Aslında Herkes Haklı! Ali Lidar'dan...

   43 Şiir, 122 sayfa. Üç aydır yatağımın yanındaki komodinin üzerinde, ara ara okuyarak nihayet dün tamama erdirdim.
   Lidar, kırgn, kızgın, öfkeli ve maalesef çoğu zaman kötümser. Bu bağlamda; okuduklarını içselleştirecek olursanız art arda okunması kimi zihinler için yorucu olabilir. Buna mukabil, hangimiz kimi zaman bu ruh halinde olmuyoruz ki! Onunçün; yaşadıklarımızı, sözcükleri daha ustalıkla kullanan birinin kaleminden gözlemlemek kafa açıcı olabiliyor. Aşağıda sevdiğim şiirlerinden birini alıntılıyorum. Umarım telif sorun olmaz.
Mutsuz ve Endemik (İthaki Baskısı S.11)

bak olacak olan oluyor
engel olmak ne mümkün
üstelik OHAL var tüm anayollar tutulmuş
hava yolları ve karayolları ve demiryolları ve
bilumum resmi kanallar
üstelik sevmek de yorulmuş
yıkılmaya yüz tutmuş
yıkılmaya yüz tutmuş bahçeli evler gibiyim
müteahhitlerin pis pis kestiği

merhamet et haranızdaki atlardan getir
haranızdaki atlardan getir merhamet et
atlardan getir merhamet et haranızdaki
atlardan getir binip gideyim
patikalardan patika beğeneyim merhamet et
sür beni sürgünü olayım civarındaki ağaçların
yerini yadırgayan mutsuz ve endemik
ve kuşkulu ve telaşlı bir bitki gibi
mağrur 
yalnız 
ve mutsuz

gideyim buralardan
taammütsüz günahım çünkü
ne diye gireyim kısmetinle arana
merhamet et, gideyim
belki senden uzaklaşırsam
yaklaşırım yaradana

7 Ocak 2025 Salı

"Mutfak ve Kültür & İnsanın Beslenme Tarihi" Yemek Kitabı değil Antropolojik Gastroloji.

  Mutfak işlerine sarınca, bu işin tarihi nedir diye merak ediyor insan. Bizdeki gastronomi bölümlerinde var mıdır bilemem ama yurtdışındaki pişirme tarihi derslerinde ders kitabı olarak kullanılan sayın Civitello'nun kitabını okudum. 
   450 sayfalık (hem de küçük yazılarla ve yüzeyi normalden daha büyük) kitap, öyle başından başlayayım ve sonuna kadar okuyayım tarzı bir kitap değil bence. Bildiğiniz gastronomik antropoloji tarzı yazılmış bir metin. 50 sayfada bir durup soluklanmak gerekti. Yazarımız insanlığın kayıtsız (yazının icadından önceki) halinden başlayarak günümüze kadar insanevladının yeme içme alışkanlıklarını, elinden gelen her coğrafyayı katarak açıklıyor. Bu, kolay iş değil. Uzak Asyada, Güney ve Kuzey Amerikada, hülasa her coğrafyada farklı kaynaklar, ekonomiler, eğilimler ve bununla paralel olarak mutfaklar var. 
   Kendi adıma bugüne kadar bildiğim kimi şeylerin nedenini nasılını öğrenmek oldukça aydınlatıcıydı. İtiraf edeyim okuduklarımın çoğunu da bilmiyordum. (Misal: koşer (Musevi helâli) meyvenin en az üç yıl meyve vermiş bir ağaçtan yenilmesi zorunluluğu). Arada kimi reçeteler de var ama bir ikisi haricinde denemeye değer bulmadım. 
   Kitap hakkındaki tek (ve bence önemli) eleştirim: bölümlerin neredeyse yarısının yayılmacı egemen kültürün (Amerika ve Avrupa) mutfağına ayırılmış olmasıdır. Misal: kokakolaya koca bölüm ayrılmasına karşın Türk mutfağı sadece bir paragrafta geçiştirilmiş (S.97 o da ancak ortası). 400 yıl boyunca uygar dünyanın büyük kısmını kontrol eden, her kültürden etkilerin olduğu (balkanı da var, ortadoğusu da, yunanı da, ermenisi de daha yazmaya eriniyorum) zengin bir mutfağı da böyle geçiştirmek. Ne bileyim, bilemedim.  
   Eğer mutfakta zaman geçirmeyi seviyorsanız, edinmenizde faydalar vardır. Arada bir karıştırır, ilginizi çeken bölümleri okuyabilirsiniz.

2 Ocak 2025 Perşembe

Okuma Tüyoları yahut Akil Biriyle Benzerlikler&Farklılıklar.

   Bu günceyi bir nevi günlüğüm olarak tutuyorum (elbette sadece okuduklarım ve izleyip hoşlandığım şeyleri içeriyor). Hâl böyleyken dün dinlediğim ve beni etkileyen bir podcastı da ekleyebilirim rahatlıkla. Fakir; "nasıl olunur" adlı seriyi takip ediyor. Kimi zaman ilginç şeyler duyuyorum. En son Adnan Bali'yi dinledim kimi önyargılarla. Böyle üst düzey yöneticiler ve iş insanları (hele de emekli olmuşlarsa) biraz sıkıcı olabiliyor. Bu kez sonuna dek ilgiyle dinlendi. Demek ki neymiş: önyargı kötü bir şeymiş.  

   Nedir, konumuz okuma ve izlemedir. Öyleyse; kendimce sözlerini ilgiyle dinlediğim ve kimi şeyleri öğrendiğim (kimilerini öğrenmeye ve uygulamaya ciddi niyet duyuyorum) birinin bu konuyla söyledikleriyle, fakirin paralellikleri ve ayrımlarını da yazmamak olmazdı. 

   "Zamanımız kıymetli ve biz bu dünyaya boşuna gelmedik" diyor Bali. "Elbette kendimizi büyüteceğiz, bir fark yaratmaya çalışacağız. Bu edinimlerimize de bağlı. Bir şeyi ancak beni büyütüyorsa izler ve okurum. Bunların hepsini kayıt ederim, konularını&içeriğini değil hissettiklerimi öğrendiklerimi. Sonuç faydalıysa benzerlerini bulup okur izlerim" de diyor. 

   Bendeniz sinema filmleri için aynı mottoyu izlesem de kitaplar konusunda aynı fikirde değilim. Hep bana olumlu şeyler katacak, hazmedeceğim, içselleştirecek sayfaları okumaktan daraldığım oluyor (iki hücreli beynimin yetmemesi!). Çalışmaktan ısınan gri kitleyi boşa çıkarıp boş da durmamak için ne yapıyorum? Gelsin polisiyeler, duygusal romanlar, korku ve fantazya edebiyatı. Onda da iyiden çöp olanları değil türünün kendimce güzel örneklerini okuyorum ama. Sinemada da durum öyle. Misal: genellikle çok satan kitaplar ve çok izlenen filmlerden hazzetmiyorum. Her zaman değil ama çoğunlukla öyle. 

   Sohbet ilerledikçe duydum ki Adnan Bey'in favori kitaplarında bu tip bir genel geçerlik sezmesem de kimi izledikleri, benim zaman kaybı olarak gördüğüm şeyler. Belki o da beynini çalıştırmadan meşgul etmek için bu yola başvuruyordur. Bilemedim. 

    Kısacası; dinlerseniz faydalanacak bir şeyler bulabilirsiniz, bana öyle oldu.

"İzmir Postası'nın Adamları" İzmirliler Kaçırmamalı.

   Daha önce Deli İbram Divanı'nı okuyup beğenmiştim. Dedim ilk kitabını da bir okuyayım. 159 sayfa, onbeş öykü. Bazı öyküler kitaba ara verip düşündürttü (bu değerlendirmeler tamamen özneldir). Diğerleri hakkında bir şey diyemeyeceğim ama oldukça sert geldi bana. 
   Ahkam kesebileceğim tek şey: Büke, öykünün geçtiği kentleri başarılı bir şekilde aktarıyor okura. Bu konuda oldukça muğlak öyküler olmasına karşın (Misal Pando'da (sahi uzun zamandır kapalıydı orası. Açılacak diyolladı) ballı kaymaklı sütlü kahvaltı yapmayan semtin Beşiktaş olduğunu ayamaz). Ancak, İzmir öyle bir anlatılmış ki gözünüzde canlanıyor. Yazarımız bunu şehri anlatarak değil yerlerin hissettirdikleri üzerinden yapmış daha çok. Bu da "demek ki benimle aynı şeyleri hissediyormuş" zannına neden oluyor (ki bence şükela bişiydir). 
   Uzun yol yapıyorsanız güzel gider.

"Huzur" Tanpınar'dan Okunacaklar Listesi No.2

   Yirmi yıl kadar önce okuyup biraz zor bitirmiştim. Bu kez de Endülüs diyarlarında başlayıp taa bugüne kadar uzadı (bir aydan fazla). Uzunluğu değil (419 Sayfa) son bölümün ruh hali olabilir en büyük nedeni. 
   Dört bölüm, her birinin adları romandaki başlıca karakterler ancak eksende Mümtaz ve Nuran'ın aşkları vardır (gariptir gerçek hayatta adları taşıyan benden fazla yaş almış birbirlerini seven bir çift arkadaşım var). Tanpınar bir kelime ustası. Sizi nasıl hissettirmek isterse oraya götürüyor. Bu minvalde şöyle bir ipucu verebilirim. Birinci bölüm sıkıcı, ikinci bölüm neşeli, üçüncüsü hüzünlü ve dördüncüsü de çok sıkıcıdır. Haliyle sonlara gelindiğinde ister istemez sayfalardaki hüzün ve sıkıntı (meğer ki okuduklarınızdan çok etkilenmiyor ve içselleştirmiyorsanız) okuru biraz daraltabilir. 
   Buna karşın okunmaz mı? Okunur. Birincisi; üstad mekan ve duygu durumlarını olabilecek en iyi şekilde yansıtıyor. O yüzden ikinci bölümde boğazı okuyoruz bol bol ve bırakın gözünüzde canlanmasını burnunuzda bir iyot ve erguvan kokusu bile alabiliyorsunuz (meğer ki hiç boğazı taam ettiyseniz (fakir uzun yıllar kıyısında yaşadığı için belki de bu çağrışımlar)). Diğer bölümlerde ise genellikle sur içi var. Ama 1940'lı yılların kötü şehirciliğini o kadar iyi betimlemiş ki Tanpınar, okuyanın içi daralıyor. 
   İkincisi; kelimelerin insan ruhunu nasıl şekillendirebileceğini nesnel olarak tecrübe etmek, ilginç bir tecrübe oluyor. Son bölümdeyken ara ara ikinci bölüme atladığımda somut olarak gördüm bunu. 
   Yazmasam olmaz. Üstad; bir bölümde uzun sayfalar boyunca Ferahfeza Mevlevi ayininin icrasını öyle bir yazmış ki, birinci sayfadan sonra buldum ve Kâni Karaca'nın (bildiğim en iyi tasavvuf müziği icracısı) icrasıyla dinleyekoyuldum. Heyhat! Satırlardaki duyguya ulaşamadım. Mevcut birikimim (fena da sayılmaz, bir ayinin icrası ezberimdedir misal) demek ki yeterli olmadı. 
   Velhasıl öneririm.