12 Ekim 2018 Cuma

"Bad Times at the El Royale" Güzel Gerildik !

   Otel eski ama mihrabı yerinde. Akşama doğru otele gelen misafirlerin göründüklerinden farklı bir hikayeleri vardır. Olaylar gelişir. Rahip bazen duraklıyor (pek rahibe de benzemiyor zaten), siyahi kızcağız niye rulo yataklarla geziyor, resepsiyonist niye kendini eroine vurmuş, elektrikli süpürge satıcısının çantasında niye acaip zamazingolar var ? Film ilerledikçe hepsini birer birer öğreniyoruz (bir tek saklanan filmdeki meşhur şahsiyet meçhul kalıyor (kendi teoremim suikaste kurban giden bir ABD başkanı olduğudur)) . 
   Sinemada izlediğim için (üstelik uzun da (2s21d)) pişman olmadığım filmlerdendir. Önce güzel güzel akarken (işin içine hiç şiddet karışmadan) rahibin kafaya şişeyi yemesiyle işler çığırından çıkmaya başlıyor. Yönetmen Bey Goddart, Tarantillovari (ben böyle yazmayı seviyorum) bir işe imza atıyor (bakın burası önemli (çok sevdim bu repliği) : Tarantillo'nun The Hateful Eight'inde de Çeningtetım'ın benzer bir sahnesi vardı Krishemsvört'le örtüşen) ve sonlara doğru pik yapan bir aksiyona dönüşüyor. Kurgu da hiç sekmeden tıkır tıkır işliyor. Bölümler var (ki pek severim bölümlü filmleri). Sanat yönetmeni şükela iş çıkarmış, 60'ların atmosferi (J.E.Hoover'ın amansız takipleri, müzikler, dekorlar, kostümler, araçlar çizgi üstü) bihakkın verilmiş. Her karakter (ara ara geri dönüşlerle) gayet iyi işlenmiş. Tek eleştirim sonlara doğru olan günah çıkarma sahnesi (123 kişiyi öldürüp, pirüpak cennete gitmek o denli kolay olmasa gerek). 
   Film yokluğunda (fragmanı da ilgimi çektiğinden) bunu izlemeye karar vermekle iyi yapmışım. Evet ! filmden çıktığında eskisinden farklı olmuyorsunuz ama iki buçuk saati güzelce ezip, günlük hayhuydan uzaklaşabilirsiniz. Amaç kafayı boşaltmaksa haftanın en iyi fırsatı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder