"Bilinçli Tüketiniz" diyor afiş... Politik yönetmenimiz Ken Looç da bu kez hayatın daha naif bir yönünü yansıtıyor.
Boş gezenin boş kalfası Robi, sosyal hizmet görevlisi Heri sayesinde hayatta ikinci bir şans yakalıyor (şansın ne kadar namuslu olduğu izleyicinin itikadına bağlı olarak değişir). Bu şansı değerlendirip değerlendiremediğini öğrenmek izleyiciye düşüyor.
Heri (Con Hönşov) haricinde pek aşina olmadığımız adını sanını daha önce duymadığım oyuncular sanki rol yapmıyorlar, çekilen belgesele konu oluyorlar. Müzik kullanımı minimal. Kostümler, dekorlar gayet tatminkar, senaryo-kurgu güzel. Tek eleştirim : araya serpiştirilen kimi sahnelerin gereksiz oluşu ve gereksizce uzamasıdır.
Kırk yaşından sonra aşina ve müptela (bu sırayla) olduğum malt viski kültürüne ait ilginç malumatlara sahip olmamı sağlamıştır.
"Meleklerin Payı" adının ne anlama geldiğini son on dakikada daha iyi anlamışımdır.
Sonu gülümseten, stresi alan süt&kurabiye gibi bir filmdir.
Nedir : Ken Looç abimiz siyasi olmayan, gülümseten filmlerde de ustalığını konuşturmuştur...
Bir de; abinin günümüz sineması hakkındaki görüşleri aşağıdadır. Meraklısı bir göz atıp durumun vehametine ayılabilir...
"peki bu harika, heyecan verici, karmaşık mecrayı nasıl koruyoruz, besliyoruz ve geliştiriyoruz? ona nasıl bakıyoruz ve potansiyelini kullanabiliyor muyuz? yedi yıllık bir dönemde abd'nin britanya sinemalarının gişelerindeki pazar payı %63 ile %80 arasındaydı. britanya'nın payı ise %15 ile %30 arasında gerçekleşti, ki onlar da büyük ölçüde amerika ile ortak yapımlar idi. avrupa ve dünyanın geri kalanından gelen filmlerin payı ise %2-3'tü. yani insanların filmler konusunda tercih yapabilmesi neredeyse imkansız; size sunulanı seyrediyorsunuz.
televizyona gelince, ekranda arzı endam eden filmlerin sadece %3.3'ü avrupa ve dünya sinemasındandı. bir düşünün kütüphaneye gittiğinizde rafların %63 ile %80'inin amerika, %15 ile %30'unun yarı amerika yarı ingiltere edebiyatıyla dolu olduğunu, dünyadaki tüm diğer yazarların ise sadece %3'ünü oluşturduğunu görüyorsunuz. bu düşünülemez, akıl almaz bir durumdur, ama en güzel sanat olduğunu düşündüğümüz sinemada tanık olduğumuz şey tam olarak bu."
televizyona gelince, ekranda arzı endam eden filmlerin sadece %3.3'ü avrupa ve dünya sinemasındandı. bir düşünün kütüphaneye gittiğinizde rafların %63 ile %80'inin amerika, %15 ile %30'unun yarı amerika yarı ingiltere edebiyatıyla dolu olduğunu, dünyadaki tüm diğer yazarların ise sadece %3'ünü oluşturduğunu görüyorsunuz. bu düşünülemez, akıl almaz bir durumdur, ama en güzel sanat olduğunu düşündüğümüz sinemada tanık olduğumuz şey tam olarak bu."
FİLMİ İZLEYENLER İÇİN SON NOT : "ağır suçların cezalandırılması sonrası yapılan konuşma" uygulaması çok şükela bir kavrammış. Sadece cezayı çekmenin yeterli olmadığının, suçun etkilerinin de suçlunun idrak etmesi fikrine yaslanan bu uygulamanın, güzel ve yalnız ülkemizde de gerçekleştiğini görmek isterim doğrusu...
Seviyorum bu blogu! İzlemeye ve yazmaya devam!
YanıtlaSilNazik tespitiniz için teşekkürler, evet devam !..
Sil