İlk önce uyarımı yapayım da günah benden gitsin...
Cim Carmuş'u aşina olmayanlar, ince mesajları okuyamayanlar, "Lost"la eğitilmeyenler hiç vakit harcamasınlar.
Önce zahiri yorum : İki saate yakın süren yapımda; esrarengiz bir "yalnız adamın" suikast işine doğru adım adım ilerlemesini izliyoruz. Bu görevde karşılaştığı esrarengiz yabancılar ona görevi hakkında ipuçları ve fikirler veriyor. Bütün bunları mükemmel bir renk ve görüntü işçiliği yardımıyla izliyoruz. Coğrafi ve mimari ögeler dantel gibi işlenmiş. Başrolümüz; uyumuyor, sevişmiyor, cep telefonu kullanmıyor, çok gerekli değilse konuşmuyor, tuvalette bile tai-chi yapıyor (bana tai-chi gibi geldi), çalışırken (sadece son beş dakika çalışmıyor) hep parlak kumaşlardan mamul hiç kırışmayan takım elbiseler giyiyor, kahveyi hep çift fincanla içiyor, yüz yerine adeta bir maske taşıyor (tek sahne hariç), hep sırtüstü yatıyor, parantez bacaklarıyla kovboy gibi yürüyor, hayalgücüne çok önem veriyor, ispanyolca bilmiyor, pijama giymiyor, kontrolünün sınırlarında vs.vs. Senaryoda konuşma pek yok. Genel olarak görüntülere önem verilmiş. Bu da normal izleyiciye sıkıcı gelebiliyor ve hatta baygınlıklar geçirtebiliyor. Ne meraklı diyaloglar, ne uçan koşan otomobiller adamlar var. Standart izleyici için notu ancak 3/10 olabilir....
Sonra batıni yorum : Adı sanı bilinmeyen başrole, yan rollerde Tilda Svintın, Con Hört, Gael Garsiya Benal, Bil Möri, Hiyam Abbas (ki senaryoda sadece arapça bir cümle etmektedir), Pas Delahuerta gibi isimler eşlik etmektedirler (ki görmelere sezadır). Yamulmuyorsam en temel mesaj : "dünyada kontrol limitine gelmiş olan amerika; boheme, halüsinasyona, bilime, sanata, müziğe, hayalgücüne dayattığı tahakkümün sonunda elbet bir gün gitarın ipini boynuna sarılmış bulacaktır"dır. Tabiy ki bunun yanısıra film esnasında zihnimizde çakıveren bir dolu alt mesaj var. Bunlar; komplo teorisyeni izleyiciye hep tekrarlanan diyaloglar (misal : ispanyolca biliyor musun ?), kamyonet arkası yazıları, yine tekrarlanan hikmetler (kendilerini diğerlerinden önemli gören kişi, mezarlığa gitmelidir. Orada dünyanın anlamını bulacaktır. Bir avuç dolusu toz toprak... (bu motto kah işveren tarafından kreole şivesinde, kah flamenkocular tarafından en acılısından bir ispanyol türküsünde kulağımızda çınlayacaktır)), değiştokuş edilen kibrit kutularının benzerliği, gitarın her türlü çağrışımı, sanat eserlerinin benzerliği (son evde örtülü tablo ile son müze sekansındaki modern eser), (daha yazarım da okuyanın canı sıkılır diye yazmıyorum yoksa bunlardan daha çok var) ile verilmektedir... Velhasıl; arıza sinefilleri ziyadesiyle şenlendirir bir filmdir. Onlar bu ilginç tecrübeye rahatlıkla bir 8/10 rozeti takacaklardır.
NOT : bir şekilde izleme imkanı bulursanız, sıkılsanız bile "lone man"in bir bistroda izlediği flamenko provasını bari buraya tıklayın da izleyin derim. O ne danstı öyle ? "La Truca" nasıl bir dansçıymış ? El figürlerinden aklım çıktı !.. "lone man"in de aklı çıktı herhalde ki koca filmde yüz kontrolünü sadece o sahnede kaybetti.
NOT : En üstteki afişe bakın altta ne yazıyor ? "Lights, camera, inaction". Bu bize filmin tarzını çok şükela şekilde özetliyor aslında.
:-) Teşekkürler artık benim de bir miktar hücrem el figürlerine gitti.
YanıtlaSil