Selim İleri sormuş, Attila İlhan konuşmuş, İş Bankası Kültür Yayınları yayımlamış, bize de okumak düşmüş...
Zamanında yıldızının parlamasında epeyce emeği olduğundan "Kaptan"a dair soruları bir hayli kişisel yorumlar içeriyor Selim İleri'nin. (öznenin cümle sonunda olduğu çetrefil bir cümleyi de kurdum ya, gözüm açık gitmez)
Standart söyleşi gibi Kaptan'ın çocukluğundan, yeniyetmeliğinden, ilkgençliğinden kesitleri onunla söyleşir gibi temaşa ediyoruz. Anlatılan bir kişinin değil birkaç dönemin hikayesidir de. İlk bölümlerde Kaptan henüz lise öğrencisiyken "komünistlikten" parmaklıklar ardına girmesidir, beni etkileyen... Tabiy ki bu sadece bir kupledir. Kaptan'ın hayatı dar alanda hızlıca seken pinpon topu gibi zıpzıp geçmiştir. Okurken yoruldum, "Kaptan sen bu enerjiyi nereden buldun ?" sorularını sarfettim kendime. Didaktik okurlar, son bölümlerde eleştiriler getirecektir "konu dağılıyor" diye, yok efendim "böyle sübjektif söyleşi olmaz" diye. Desinler ! Kanımca en etkili bölümleri de sonlarına doğrudur kitabın. Kaptan'ın yaptığı tespitlerin ne denli birikimli, nasıl yerinde olduğunu görmemek için ciddi basiret yoksunluğu gerektir. Yaşamının sonlarına doğru "ulusalcı ihtiyar" etiketlenmesini bile önceden görmüş ve bu konudaki bilinçli kayıtsızlığını da nedenleriyle açıklamıştır satır aralarında. Fakirin altını çizdiği yerler çoktur. Ve fakat maalesef bu güncede uzun alıntılara yer yoktur. O yüzden sadece bir iki alıntı yapacağım. Mazur görünüz (istemeyen okumasın !..). Söyleşinin sonunda kallavi bir kişisel "küçük antoloji" ile detaylı bir fotografik "albüm" de mevcutludur. Meraklılarına...
Edebiyata, sinemaya, entellektüel yaşamın içyüzüne, Türk Soluna (bakınız yine oksimoron kullandım !), İstanbul'a, İzmir'e, siyasete ilgi duyanlara öneririm. Ayrıca; tam da Kaptan'ın göçünün yedinci yıldönümünde bu tanıtımı yapmaktan sevinçliyim. ("- Bak yedi yıl geçmiş Kaptan ! Yine okuyoruz, yine okuyacağız.")
"Aİ - Türk solunun, bir türlü ayakları yere basın bir sol olamaması beni hep rahatsız etmiştir. Türkiye'nin gerçeğini göremeyip başka ülkelerdeki tartışmaları Türkiye'de sürdürmeye kalkışmaları tuhafıma giderdi" (S.213-214)
"Sİ - Günümüzde o çapta çok az roman yazılıyor (Meşrutiyet dönemini kastediyor). Bunu neye bağlıyorsunuz ?
Aİ - Onların önemli bir avantajları vardı. Hem Batı edebiyatını biliyorlardı, hem Doğu edebiyatını. Bizim neslimizden sonra, Doğu edebiyatını bilenler hemen hiç kalmadı. Daha önemlisi, bugün, Amerikan, İngiliz çerçevesinin dışına çıkılamıyor. Ötesini göremiyoruz. Oysa bizim neslimiz Alman edebiyatını takip etmiştir. İtalyanları okumuştur, İspanyolları okumuştur. Bu türden neşriyat adeta kayboldu. İşte böyle bir yayın mücadelesindeydim."(S.230) (Bkz.Osman Aysu, Elif Şafak, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin vs.)(bazılarını severim ama bu, onları "Kaptan'ın işaret ettiği çerçeveden" çıkarmıyor)
"Aİ - Bana öyle geliyor ki, bunlar hep, Türkiye'deki çözülüşün, özellikle de fikir ve sanat düzeyindeki çözülüşün bir yansıması.
Sİ - Attila İlhan bu çözülüşü neye bağlıyor ?
Aİ - Buraya gelinecekti zaten. Gelinmemesi mümkün değildi. Çünkü şöyle bir noktadan geliniyor hep; Bizim modernlikle temasımız başlangıçtan yanlış, Modernlik, Batı'da milliyetçilikle başlıyor. Bizdeyse kompradorlukla. İkisinin arasında taban tabana zıtlık var. Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar modern kültürlerini kurarlarken "ulusal" kültürlerini yapıyorlar ve bu kültürlerini bütün dünyaya yayma eğilimi gösteriyorlar.
Biz modern olmak istediğimiz zaman bu kültürleri kopya ediyoruz, taklitçilikle yetiniyoruz. Bunun sonu elbette kötü geliyor. Mustafa Kemal Paşa bu vahim tabloyu gördüğü içindir ki, Tarih Kurumu'nu, Dil Kurumu'nu kuruyor. Ulusallığa gideceksin, başka çaren yok. Ulusal, yeni bir edebiyat, yeni bir kültür yaratmak peşine düşeceksin. Bunu yapabilmek için mevcut kültüründen yararlanacaktır. Gazi, Türk Dil Kurumu'nu niye kuruyor, babasının hayrına mı ?'' (S.251)
SON NOT : Kitabımızın arka kapak fotoğrafı o denli ürkütücüdür ki, Selim İleri'nin ciddi ciddi "marslı" olup olmadığını düşünmekteyim.
Sİ - Attila İlhan bu çözülüşü neye bağlıyor ?
Aİ - Buraya gelinecekti zaten. Gelinmemesi mümkün değildi. Çünkü şöyle bir noktadan geliniyor hep; Bizim modernlikle temasımız başlangıçtan yanlış, Modernlik, Batı'da milliyetçilikle başlıyor. Bizdeyse kompradorlukla. İkisinin arasında taban tabana zıtlık var. Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar modern kültürlerini kurarlarken "ulusal" kültürlerini yapıyorlar ve bu kültürlerini bütün dünyaya yayma eğilimi gösteriyorlar.
Biz modern olmak istediğimiz zaman bu kültürleri kopya ediyoruz, taklitçilikle yetiniyoruz. Bunun sonu elbette kötü geliyor. Mustafa Kemal Paşa bu vahim tabloyu gördüğü içindir ki, Tarih Kurumu'nu, Dil Kurumu'nu kuruyor. Ulusallığa gideceksin, başka çaren yok. Ulusal, yeni bir edebiyat, yeni bir kültür yaratmak peşine düşeceksin. Bunu yapabilmek için mevcut kültüründen yararlanacaktır. Gazi, Türk Dil Kurumu'nu niye kuruyor, babasının hayrına mı ?'' (S.251)
SON NOT : Kitabımızın arka kapak fotoğrafı o denli ürkütücüdür ki, Selim İleri'nin ciddi ciddi "marslı" olup olmadığını düşünmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder