- Endülüs elbette ki Fas'tan daha pahalı ama memleketimden pahalı değil.
- Şöyle kendilerine özgü bir yemek tadayım derken farıdım. Pizza, makarna, paella, hamburger şeytan dörtlüsünün haricinde pek az seçenek var. En pahalı yemekleri pöç. Evet! memlekette milletin burun kıvırdığı dana kuyruğu. Fine dining restoranlarda en sona koyuyorlar ve diğer tabaklardan %40 falan daha pahalı. Yemedim, âlasını kendim yapıyorum. Gündüzü empanadalarla, tortillalarla geçirip akşamları tapas barlarda sürttüm. Buralardada patatas bravasın (bildiğiniz anne patatesi) karidesten pahalı olmasına anlam veremiyorum. Bendeniz deniz ürünlerine abandım doğal olarak.
- Toplu taşıma yaygın ama ihtiyaç duyacağınızı zannetmiyorum.
- Her yerde wifi olduğu için hat almadım, ihtiyaç da hissetmedim.
- Agota Kristof'un "Dün"ünü, Galeano'nun "Aynalar"ını, Reha Hoca'nın "Ud Çalan Kadınlar"ını, Jack London'un "Denizin Çağrısı"nı okudum. Tanpınar'ın "Huzur"una başladım ama bitmediği için sayılmaz.
- Paco Lucia'lı flamenkolar dinledim. Yerel radyo istasyonlarına kulak verdim. Günde 20bin adım attım ortalama. Deliler gibi yiyip 1 kilo hafiflemiş olarak döndüm memlekete.
- Elhamrayı tek başına gezmek için gelir miyim? Gelirim galiba. Bu arada sakın yazın gelmeyin sıcaklar cehennemi oluyormuş. Rehberim Rocio "bu yaz 50 dereceyi gördük" dedi.
Başlık neyse o.... (merak ettiğiniz kitap, film; gitmek istediğiniz rota varsa arattırın belki de bu sefil ağ güncesinde vardır)
12 Kasım 2024 Salı
Endülüs Gezi Notları.
11 Kasım 2024 Pazartesi
"Denizin Çağrısı" Jack London'a Başlangıç.
Fas Gezi Notları
KAZABLANKA
Sarı amblemli ucuzcu havayolları şirketi Kazablankaya direkt uçuş koyunca bitim kanlandı. Ekim'de orası sıcak olur diye atladım Fasa gittim. İşinize yarayabilecek şeyleri, tembel ağ güncesi yazarı gibi madde madde yazacağım.
- Havaalanından şehir merkezine doğrudan tren var ama gece 10dan sonra bitiyor. Tüm taksiler anlaşmış şehir merkezi 300 dirhem, pazarlıkla 200e gittim. Toplutaşıma yok.
- Havaalanında bir fas sim kartı aldım, hemen oracıkta takıp aktifleştiriyorlar, fiyat uygun, erişimde sorun yaşamadım.
- Şehrin pek bir numarası yok. Trafik, görmelere seza (ama haklarını yemeyelim yaya geçidine ayak attığınızda duruyorlar).
- Yine hakkını yemeyelim. Gittiğim ülkeler içinde havaalanı ve şehir merkezi olmak üzere döviz bozdurmada en az farkı Fas'ta gördüm. Yani havaalanında da döviz bozdurabilirsiniz (genellikle EUR ya da USD kabul ediyorlar)
.jpg)
- Deniz kıyısında devasa bir camileri var (Mekke'dekinden sonraki en büyük cami diyorlar) İbadet zamanları ücretsiz açılıyor diğer zamanlarda müze girişinden bilet almak zorundasınız. Tarihi bir özelliği olmadığı için pas geçtim.
- Diğer bir görülecek yer, şehrin adıyla müsemma Rick'in barı. O da ancak gece açılıyor ve randevuyla kabul alıyor. Vaktim olmadığından sadece fotografisini çektim.
- BİM, LCW, Ören Bayan (valla!) gibi mağazaları görmek şaşırtmasın.
- Fransız etkisi hissediliyor, tüm tabelalar Fransızca.
- Eski çarşıda yerel dükkanlardan deniz mahsulleri yemenizi öneririm. 50 dirheme bir karides veriyorlar. Kayık tabak tepeleme. Protein şoku yaşayabilirsiniz. Ürünler taze ve ucuz.
- Tanca'ya hızlı tren var. Bir aktarmayla kısa bir sürede Tanca'ya geçtim. Biletleri internetten önceden almakta fayda var. Tren fena değil.
- Tanca kesinlikle Kazablanka'dan daha büyük ve daha bir görmelere seza bir şehir.
- Medina; ki bu terim bu ve bundan sonraki gezi yazımda sık sık kullanılacaktır. O halde kısa bir açıklamayı hak ediyor. Efendim, bu coğrafyada şehir merkezleri son derece dar sokaklardan oluşuyor. Sokakların genişliği bir eşeğin yüksüz ve yüklü olarak geçebileceği ancak kesinlikle bir aracın giremeyeceği genişlikte. Nedeni; güneş ışıklarından korunmak deniyor. Asıl hayat burada. Yerel halk ve tabii ki de turistler sımsıkı dolaşıyorlar. Hırsızlık uğursuzluğa rastlamadım (ki gece yarısından sonra da avare avare gezmişliğim vardır). O saatlerde yalnız dolaşan kadın gezginler de gördüm. Demek ki emniyetli.
- Şöyle bir icra memuru tabelası gördüm, dedim ne kadar isabetli bir isim soyad olmuş.
- Güzel bir müzeleri var, gidilir. Yeri biraz sapa. Kuran da var Tevrat da. Roma da var Emevi de. Milattan öncesi de var sonrası da.
- İbn-i Battuta'nın haziresi de buradaki medinanın daracık sokaklarında. Haritaların yönlendirmesiyle bile güç bulunuyor. Gittiğimde bir takım fundamental bireylerin toplantısına denk geldim.
- Daracık sokakları gezdim, satıcılarla okkalı pazarlıklar yaptım (deri ucuz). Pazarlık yapmazsanız kesin pahalıya alırsınız. 3te1ini önerin (genellikle alırsınız, alamazsanız yandaki dükkandan alırsınız). Böylece satıcı da beş katı falan kazanır.
- Gece hayatı hayalkırıklığı. Hiç öyle güzel müzik yapılan mekanlar yok. Bir cazbara uğradım. Pek sefildi. Canlı müzik için önerilen bir iki yere gittim. Oralar da öyleydi. İyi müzik ben bulamadım. Marinada 555 diye bir kulüp var ama aşırı gürültülü ve tekno çalıyorlardı ben gittiğimde. Eskort kaynıyordu. Açmadı.
- Şımşıkırdak fine dininglere de girdim, sersefil mahalle arası lokantalara da (motorda sorun olmadı). Mutad üzre bir gün kaybolmaya ayırdım. Gelişine yürüdüm (pek de iyi yapmışım). Cafe Hafa'yı böyle buldum. Karşıda İspanya varken nane çayı içmek iyi geldi.
- DFDS hatlarından feribotla İspanya Tarifa'ya 45 dakikada geçiliyor. Bir saat önce orada olursanız pasaport kontrolünde sorun yaşamazsınız. O kadar kısa sürede kıta, dil ve kültür değişimi bir garip geliyor. Tarifa'da sizi (genellikle olduğu gibi) hüzünlü bir İsa karşılıyor.
- Mutfak hayalkırıklığı. Tajin (Tagine) denilen üstü kubbeli bir güveç tencereleri var. Et, balık ve tavuklu hazırlanıyor. Bir grup baharat ve sebzeyle pişiriyorlar. Pek lezzetli değil. Kuskus, bildiğiniz kuskus değil. Kısırlık bulgura tajin ile aynı muameleyi yapıyorlar, üstüne de bir sos döküyorlar. Sonra şişiyor midede. Önermem.
- Nane çayı içiliyor. Bildiğiniz nane limon ama çok şekerli olanı. Bunu da önermem. Ancak santrfüj etkisine girip içmemeniz imkansız. Kahve kültürü gelişmiş, oldukça lezzetli kahveler içtim. Çay zayıf.
- Gittiğim diğer arap ülkelerinden daha az evsiz ve dilenci vardı. Ancak; (bu ancaktan sonraya dikkat!) son derece profesyonelleşmiş kimi turist avcıları var. Tesadüfen karşılaşmış gibi yapıp (görünüşleri son derece düzgün, yüzleri güven verici, yabancı dilleri çok akıcı) size takılıyorlar. "Aaa bak burası da var, şurası da aslında şöyle" diye faydalı bilgiler veriyorlar. 20 dakika sonra "borcunuz 100 dirhem" diyorlar. Kıdemli gezgin olarak hiç bu toplara girmedim. Yalnız kafelerde otururken ilginç şekilde samimi olduğum insanlar bana orada çok fazla tüketilen macun esrar satmaya kalkıştı. Almıyorum, kullanmıyorum dediğim halde ısrarcı halleri kötüydü. Ancak kesin tavır koyarsanız ısrar etmiyorlar. Hepsinin hilafsız dört çocuğu var (fotoğraflarını gösteriyorlar), hepsi işten iki ay önce kovulmuş, hepsinin elektrik faturaları ödenmediği için ışıksız evlerde yaşıyorlar. Bu hikayeyi çok dinledim. Tanıştığım kimi turistlerin bu topa çok geldiklerini duydum. O yüzden (özellikle grupla gitmemişseniz) kesin tavrınızı koyun.
- Ekonomik olarak memleketimle aynı düzeyde. Pahalı değil, ucuz da değil.
- Her iki şehirde de medina güzel. Sokaklarda kaybolmak zevkli. Tanca'nın Grand Socco'sunda oturup geleni geçeni izlemek şükela.
- İnsanlar rahat, iletişim kolay, galiba mutlular da.
- Hemen herkesler fransızca, Tanca'da da çoğunluk ispanyolca konuşuyor.
- Marakeş'e gitmediğime yanarım. Oradan çöle geçip gece çölü yaşamak isterdim. Bir dahaki sefere artık ama bu da keçiboynuzu yemeye benzer (bir dirhem bal için bir çeki odun çiğnemek). Neyse bakalım artık!
10 Kasım 2024 Pazar
"Dün" Agota Kristof'dan Kısa ama Etkili.
8 Kasım 2024 Cuma
"Aynalar" Eduardo Galeano'dan Evrensel Tarih.
7 Kasım 2024 Perşembe
"Ud Çalan Kadınlar", Biliyorum onları!
20 Ekim 2024 Pazar
"Hızlı ve Yavaş Düşünme" Uzun Okumayı Hakeder.
14 Ekim 2024 Pazartesi
"The Substance" İzlemesi ve Hazmı Zor Film.
Bir aerobik programının yıldızı
olan Elisabeth Sparkle, ilerleyen yaşı yüzünden 50. doğum gününde kovulunca
yıkılır (beğenilme hastalığından muzdariptir ama bilmiyordur). Gizemli bir laboratuvar ona, damarlarına zerk edildiğinde “kendisinin
daha iyi bir versiyonunu” ortaya çıkaracak mucizevi bir maddeyi kullanması
önerisiyle yaklaşır. Bu serum, “daha genç, daha güzel, daha mükemmel”
bir karşıt beden oluşturmaktadır. Serum, iki beden arasında simbiyotik bir
ilişki kurar: her yedi günde bir iki bedenin yer değiştirmesi, yani
aktifleşmeleri gerekir. Aksi halde inaktif versiyon bilinçsiz kalır. Olaylar
gelişir.
Şimdi böyle özetlenirse "Karamazov
Kardeşler"i "olay Rusya'da geçmektedir" diye
özetlemiş olurum.
Benim kısıtlı sinema bilgimle gönderme&alıntı yaptığını düşündüğüm filmleri yazayım öncelikle.
The Shining - koridor&kanla kaplı koridor
Carrie - son sahne / The Fly - body horror
The Dentist - son sahneler
2001 Space Odyssey - müzik kullanımı.
Daha muhakkak ki fazlası
vardır. Misal: son derece iticiseksist TV Patronunun adının Harvey olması (Weinstein
olmalı soyadı).
Kuşlar uçuyor, yerçekimi
çalışıyor, bir yerler kuruyor, bir şeyler sarkıyor, kırışıyor ve bunlara engel olmak (her
ne kadar ahir zamanlarda, tıp bu konu hakkında çok şey sağlasa da) son tahlilde
imkansız. Yaş alındıkça gelen değişim kaçınılmaz. Günümüzde dayatılan güzellik
ve gençlik standartlarıysa (velev ki genelgeçer kanılara istemeden de olsa
maruz kaldıysanız) pek çok kişi için zorlayıcı. İnsanlar da bunun için çeşitli
risklere giriyor (mamoplasti, göz kapağı kaldırma, burunçenedahabilmemnerelerin
törpülenmesi vs.). Filmimiz yalnızca buna değil insanevladının alter egosuna
(bir ben vardır benden içeri!) ilişkin ciddi çözümlemeler içeriyor (gençler
bilebilse, yaşlılar yapabilse).
Bir holivut filmi olmasına karşın
aslında antiholivutun dibine vurur. Hem sosyolojiye hem psikolojiye katkısı vardır. Zenaat pek şükela, sanat da bunun altında
kalmamaktadır. Dün gece malum ortamlardan emip izledim (sinemalara gelmesine çok var, hiç bekleyemem o kadar). Uykum kaçtı yemin ederim. Hassas mideler,
kan kaldırmayanlar hiç yaklaşmasın. Demimuuru cesur oyunculuğu için alkışlamak
gerektir (baldır bacak değil, yılların getirdiklerini saklamamasından bu alkış
(ilkini herkeşler yapıyor)). Filmin başlangıcıyla bitişi arasında asıl
kahramanın böylesine değiştiği bir film (ki buna The Fly da dahildir) görmedim,
herhalde başka da göremem.
Tek eleştirim: süresinin (2s20d)
biraz daha kısa olması üzerine olabilir. Kimi sahneler (herhalde vuruculuğunu
arttırmak adına) oldukça uzun ve izleyici için zorlayıcı (o dizin harekete
geçmesi çok gerdi fakiri). Cesur sinefiller kaçırmayacaktır.
PS: bu yazının ardalanı niye beyaz oldu çözemedim!