Birbuçuk saatlik filmimiz açılış sahnesinden itibaren insanı çişe göndermeyen bir akışa sahiptir. İlk gemi komutanlığı deneyimindeki Kaptan Krause; refakat ettiği konvoyu, hayın alman ubotlarına karşı korumaya çalışır. Konu budur.
Baştan sona CGI olan filmimizin efektleri oldukça başarılı olsa da bir noktadan sonra sadece köprüüstü, kırlangıç, komutan kamarası ve kısmen de yaşam yerlerinin bir dış maketini yapmışlar ve tüm filmi böylece kotarmışlar. Filmin tek kadın karakterinin, ana karakterle olan rabıtası, geçmişi, muhtemel geleceği hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Elizabetşu'nun fazla bir yevmiye almadığını tahmin ediyorum (hepitopu 3 dk.zuhur ediyor sahnede).
İlk paragrafta anlattığım haricinde hiç bir fazlalık içermeyen filmimiz, yoğun bir şekilde hristiyanlık propagandası yapıyor. Zaten filmin konu edildiği "Good Shepherd" romanının adından da anlaşılabilir bu! Öyle ki, katillerini öldüren baş karakter, düşmanları için de üzülüyor ("kayıp 50 ruh!" demeler, hüzünlü bakışlar vs.), denizaltı avlama manevrasını kutsal kitaplardaki atıflara göre yapıyor (ilk denizaltını avladıkları sahne), kalkınca ve yatmadan önce tüm dualarını okuyor. Amerikan bayrakları birçok sahnede kullanılıyor. Kısacası: holivut denen mekanizmanın tüm dişlileri hareket ettiriliyor. Buna mukabil, izleyicinin canı sıkılıyor mu? Zinhar! Başından sonuna dek birbuçuk saat ilgimiz düşmeden izliyoruz. Neden servis elemanlarının hep siyahi olduğuna kafayı takmıyoruz, komutanın kanayan ayaklarına üzülüp, servis yapan siyahi Klivilınd'ın paramparça olmuş cesedine de fazla yoğunlaşmadan (öyle ki denize zor attılar!) geçip gidiyoruz. Hayat devam edip gidiyor.
PS : Gelelim başlığımızdaki "nostalji" kelimesine ve Arakolpa'nın bu filmi neden böyle sık sık durdurarak, geriye sardırarak iki buçuk saate izlemesinin nedenine: Vaktiniz varsa şöyle açıklayayım: tam tamına 35 yıl önce denizcilik hayatım (aynen de filmdekinin eşi), Fletcher sınıfı bir destroyerde başlamıştı. Bizim bahriyemizde D-348 borda numaralı TCG SAVAŞTEPE (US Navy'deki ismi USS MEREDITH) Normandiya çıkarmasına katılmış bir muhripti. Filmimizde gördüğümüz bütün detayları (o garip elektrik anahtarlarını, davul fırın tepsisine benzeyen dümeni, mekaniki makina telgrafı, 51 ve 52 topu, radar skopunu, SHM'yi (savaşharekatmerkezi), o dik ve daracık merdivenleri (trabzanlarını porsunların ince ince gemici düğümleriyle ördüğü!), dalgaya dalan başüstünü, (filmde gösterilmese de) kıç havalandığında boşa dönen uskurun ürkütücü sesini, gemi karartıldığındaki o pavyonvari kırmızı ışıkları, zor açılan kaportalarını (gemi kapısına kaporta denilmektedir), mekaniki köprüüstü sileceklerini, mekaniki MK1A atış kontrol sistemini, JA telefonu (ses enerjisiyle çalışan, elektriğe ve başka bir tahriğe ihtiyaç duymayan, kablolu telefon), JA telefon taşıyıcısının giydiği o çok büyük ve ağır miğferi (giydim uzun süreler, ondan biliyorum), "personel savaş yerlerine" anonsunu ve çirkin sesli ikazını, "öksüz vardiya"ları, ooo kaptırdım gidiyorum ve daha nice ayrıntıyı) bizzat yaşadım. Aradan geçen zamana bakınca (35 yıl!) yaş aldığımı hissettim ve inceden bir hüzün hasıl oldu. Bu açıdan tekrar izleyeceğim bir filmdir ama böyle bir geçmişim olmasaydı izler miydim? İzlemezdim... Siz bilirsiniz yani.
"aye aye captain":)) dün akşam seyrettim ben de, gerçekten çok güzeldi soluksuz izledik, bütün ince noktalara değinmişsiniz, ben de şeye takıldım mürettebat sürekli kaptana uzun uzun bakıyordu, her seferinde "bu adamda bir iş mi var" diye düşündüm, ama yokmuş:)) sizin için ayrıca etkileyiciymiş filmmiş demek..:)
YanıtlaSilBeğendiğinize sevindim. Şu aralar pek iyi film yok:( Bundan daha ağır ritmi olsa da, Amenabar'ın son filmi de izlemeye değer. İyi seyirler olsun:)
Sil