27 Mayıs 2013 Pazartesi

"Zombi Savaşı" Bildiğiniz Gibi Değil...

 
   Zamanında Hoca Nasreddin'in yaptığı gibi bindiğimiz dalı kestiğimizi görmemek için ciddi kafa karışıklığı içinde olmak gerektir. 
   Hoş ! bu kafa karışıklığını medya, gündem, canım ülkem el birliğiyle sağlamaktadır ama bazı aklı evveller uçuruma koşar adım seğirttiğimizin  idrakindedir (Bkz. bu satırları okuyanlar). 
   Bırakın sınırları, sınırsız düşünün şöyle bir : 
kontrolsüzce çoğalıyoruz, 
kontrolsüzce tüketiyoruz, 
kontrolsüzce sömürüyoruz, 
kontrolsüzce harcıyoruz...
   Gelecek yılları, torunlarımızı, çocuklarımızı, bırakın onları, kendimizi bile düşünmeden yapıyoruz bunları... Neden diyen varsa, bir zahmet hızlıca son yüzyılın bir kronolojik gelişmesini okusun. En çok yirmi dakika alır. Yaşı kırkın üzerinde olanlar şöyle bir yirmi beş otuz yıl öncesini (musluktan su içtiğimiz yılları) anımsasın. Bu da beş dakikanızı alır. Bir de "yükselen yeni nesil"e baksın. Nasıl : yolun sonu görünüyor değil mi ?
   Traşı keselim, kitaba gelelim...
   Kitabın ismine ve kapağına bakıp, sıradan korku romanı zannetmeyin. Kitap bir dizi röportajdan oluşuyor. Elbette tümü kurgu olan bu röportajlar, olmuş bitmiş bir zombi savaşından sonra tanıklarla yapılan (şaşırtıcı derecede gerçekçi) konuşmalardan mürekkeptir. Kah bir sosyal güvenlik görevlisi, kah bir psikiatri koğuşu sakini, kah bir mahkum; artık geçmiş olan savaş hakkında çeşitli deneyimlerini aktarıyorlar. Dünyanın her yerinden yapılan bu rastgele sayıklamalar, her nedense insana rahatsızlık verici bir gerçeklik hissi veriyor. Gelişigüzel yerleştirilmiş gibi duran parçacıkları bir araya getirdiğinizde ise büyük resim yavaş yavaş zihninizde beliriyor. 
   Yıllarca üzerinde çalışılan ve bizleri bugünkü durumumuza getiren askeri, ekonomik, bilimsel çalışmaların bir anda kendi kendimize düşman olmamız sonucunda heba (haydi heba demeyelim de beyhude) olmasını anlıyor ve düşünüyoruz. Bu üçlünün en hakikatlisi yine bilimdir. (ekonomi ve askerlik konusunda ise aklıma hep şu örnek geliyor : ilkel toplulukların biri kendilerine tapınacak bir heykel yontuyor ve zamanlarının çoğunu onu incelemeye ayırıyorlar (benim okuduğumda buzağıydı). "oo buzağı soğukta çatlıyor" , "buzağı sıcakta gevşiyor yahu" falan diye tespitlerde bulunuyorlar, sonraki kuşaklar bu ritüelleri sorgulamaksızın iyice benimseyince, bildiğiniz din yapıyorlar. Hayatları böylece geçip gidiyor)
   Röportajların her birinden rahat bir kısa film, birazcık zorlamayla da holivut işi aksiyon filmi, çok zorlamayla da iyi sinema filmi çıkabilir aslında. Holivut da bunun kokusunu almış ve bredpitli, edherisli, senaryoda da deymınlindelof adının geçtiği (koşarak uzaklaşın !) tamamen gişeye yönelik çekilen ve post akoliptik türe hiç bir yenilik katmayacağını tahmin ettiğim (haa tek görsel yenilik : karınca misali kuleler dikebilen, yavaş bir otomobil kadar hızlı koşabilen (hem de gündüz gündüz) zombi sürüleri olmuştur) hol hol holivut kokan bir film kotarmış ve önümüzdeki ay gösterime sokacaktır. 
     Halbuse; Bay Tarantino, kitaptaki kör japonun hikayesini alsa şöyle 120 dk.lık bir film yapsa tadından yenmezdi... Heyhat...
   Kısa keselim. 
   Post apokaliptik meraklıları alsınlar, okusunlar, eğer buradan öğrenmişlerse bana duacı olsunlar.  Sosyoloji ve distopya meraklıları da yakın dursunlar. Bilimkurgucular pas geçebilir. Romantikler koşarak uzaklaşsın. (isteklerimin sonu gelmiyur !), hayat bayram olsun, piyaleler bade dolsun. 
Yalnız bu hafta iyi zombi yaptı haa !.. Warm Bodies'ten sonra Z War derken usuldan mırıldanıyorum : 
"Zombili bili bili bom booooom, zombili bili bili bom"

1 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil