Zihinde, bilim ve inanç kompartımanlarını ayıramayanlar bu satırları okumaya zahmet etmesinler.
Zira sayıklamamızın yaslandığı omurga, evrim teorisidir.
İnsansılar üç milyonu aşkın yıldır yeryüzü olarak adlandırdığımız bu gezegenciği şenlendirmekte.
Şu anki görünümümüze en yakın olan Homo Sapiens fosilinin yaşı ise son testlerde ((potasyum-argon yöntemi ile) 190.000 (+/- 5000 yıl) yıl olarak çıktı.
Hülasa ikiyüzbine yakın yıldır yaşayakalmaktayız. Bir o kadar daha yaşayamayacağımız (bu ivmeyle gidersek) kesindir.
Bu ikiyüzbin yılın ancak son onbin yılını yerleşik düzende geçiriyoruz. (Göbeklitepe'yi bilmeyenler bir zahmet araştırsınlar) Yazıyı ancak yaklaşık beşbin yıl önce bulduk.
Kolayca yiyecek bulmamız (biz şanslı azınlık olarak) ancak endüstri devriminden sonra oldu.
Bu satırları yazmanın verdiği lükse ulaşmamızın ana elemanı olan transistör ise sadece 1947'de (55 yıl kadar önce) icat edildi.
Oysa içgüdülerimiz (bir okula göre üçbuçuk milyon yıla) ikiyüzbin yıla yaklaşan bir zamanda oluştu. Bu güdüler inkar edilemeyecek kadar güçlü ve kimi zaman hayatımızı yönlendirebilecek kadar etkili.
Çoğumuz karanlıktan korkar, tatlıya dayanamaz, marketteki kuleleri (kazara bile olsa) devirince panikler (sürüden dışlanma korkusu), kızınca yüzü kızarır, harekete geçmeden önce beti benzi atar, sevdiğine mırıldar, kızdığına homurdanır, uzar gider...
Pekiyi bu uzuun süreçte homo sapiens en temel ihtiyaçlarını nasıl gidermiştir ?
Açalım ihtiyaçları : Bay Maslov'a göre piramidin altında yiyecek, barınma, üreme gibi çok temel ihtiyaçlar vardır. Fakire göre haklıdır da. (piramidin üstü başka bir yazının konusu olacaktır). Bunun için ağaçlar, mağara/kovuklar bulması ve bulunduğu bölgenin kaynaklarını bitirinceye kadar toplaması ve riske girmeden avlanması yeterli olmaktaydı.
(MALUMATFURUŞLUK : uykuya dalmadan önce ani bir düşme hissiyle uyanırsınız ya ! Nedeninin, ağaçlarda uyuyakalan atalarımızın düşme hissinden kaynaklandığını söylüyor antropologlar)
Başka bir deyişle tarım ve kent unsurları ortaya çıkana kadar insanoğlunun çalışma kavramından azade olduğunu çıkarabiliriz. Daha ziyade yaşayakalma telaşı içindedir. Meyveleri toplar, küçük hayvanları yakalar karnını doyurur, kovuğuna girer, sadece üreme amacıyla cinsellikle iştigal eder. Oldukça basit bir hayat değil mi ?
Ne zaman ortaya kent, tarım, din, devlet gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Ne zaman; kanallara bakım yapmak, ordu beslemek gibi işler hasıl oluyor, çalışacak elemanlara ihtiyaç duyuluyor, binlerce yıllık fıtratımıza aykırı olarak çalışma kavramıyla hemhal oluyoruz.
Şöyle bir bakıyorum da yazı uzamış. Hemmen kesiyorum.
Sen tut 190 bin yıl nesilden nesile içgüdülerini avcıtoplayıcı olarak kodla, son 10 bin yılda sistem seni çalışmaya zorlasın. Üstelik bilimin geldiği noktada buna bu kadar ihtiyaç duyulmasa da. (1 kişinin (yeterli teknolojik ekipmanla) 100 kişiye yetecek yiyecek üretebilmesi gerçeği) haftada en az 40 saat çalış.
Bana pek adil gelmiyor.
Tembellik yapanlara önyargılı yaklaşmayalım, içgüdülerinin seslerini dinlemektedirler.
Tembelliği biz de seviyoruz ancak kapitalizm izin vermiyor? Hocam bir de uyurken düşme hissi dediğiniz şey ben de sigorta atması şeklinde cereyan ediyor. Tam uyuyacağım, beynin içinde çat diye bir kısa devre, bildiğin, eski kofralı sigortanın patlayarak atması kıvamında. Bu antropologlar bunu neye bağlıyor acaba:=)))
YanıtlaSilAl benden de o kadar. Bizim atalar kovuk/mağara yerine ağaçları tercih etmişler herhalde ! :)
YanıtlaSilhem de hiç adil değil!! :)
YanıtlaSil