27 Kasım 2012 Salı

"Skyfall" - Ağlama anne ! - Ağlamıyorum zaten...

   Takma dişlerin insanın çehresini nasıl değiştirdiğini ürkerek idrak ettiğimiz bir Bond filminin tanıtımına hoşgeldiniz sevgili sinefiller.
   Baştan söyleyelim : Adele'i falan pek tanımam (bendeniz Şörli Bessi'de takıldım, sonrasına terfi edemedim) ama Tina Törnır'ın "Golden Eye"dan sonra en sevdiğim Bond şarkısı olmuştur. Filmin hanesine baştan bir artı çiziktiriyoruz.
   Serinin önceki iki filmini de gülümseyerek hatırlamamın hikmeti mucibesi ne olabilir ? diye düşündüm de. Herhalde dudaklarını hep bizi öpecekmiş gibi uzatıp rol kesen Denyıl Kreyg değildi. (zira (hah şimdi de "zira" dedim) Şon Kanıri olsun Racır Muur olsun ve hatta Timıti Daltın bile olsun zahiren bu slimfit takımlar giyen arkadaştan yakışıklılar (ha kaslı değiller ama bu da Terminator değil Ceymzzz Bond arkadaş !..)). 

   Senaryodan değil (önceki serilerde de sağlam senaryolar vardı hatta birçoğu Ayın Fleming'den direkt apartmaydı).  Bond kızlarından hiç değil (bkz.önceki bond kızlarından örnekler : Ursula Endrıs , İzabel Adyani, Dayana Rig (ki aynı zamanda Emma Piyıl'dır da), Brit Eklınd, Barbara Bah, Kerıl Buket, Mişel Yeoh, Teri Heçır, Denis Riçırds, Heyl Beri diye uzar durur). Sağlam kötü adamlardan değil (hatırlayınız önceki kötü adamları : Kristofır Lii'den, Kristofır Wolkın'a kadar ne sağlam kötüler vardı !.. ) Durup düşünelim bir bakalım. Evet Denyıl Kreygli seri, Bondların en gerçekçi, en hayata yakın olanıydı. Evet hoplamalar zıplamalar hep var. Lakin bunlar öyle fazla holivut efekti değil de gerçekten olabilirliği mümkünmüş gibi görünen sahnelerdir. Binbaşı Ceymz (özellikle Racır Muur'un yaptığı gibi), kuntastik aletlerle tefriş edilmemiş (hatta bu filmde, teçhiz edildiği hipersonik teknoloji ürünü telsiz için (ki düğmesine basılınca sinyal gönderebilmektedir) "brave, new world" diyerek Aldus Haksli'ye çaktığı selam dikkatimizden kaçmamıştır) ne yaptıysa tırnaklarıyla kazıyarak, toplarını içine çekerek (bkz.Casino Royale, iskemleli işkence sahnesi) yapmıştır. Bond kızları; elf prensesleri gibi değil daha bir sokakta rastlanabilitesi (dilimize bir sıfat daha hediye ediyorum tam şu anda) olan kızlardır. Yeni Bondumuzun otomobilleri de pek sıradandır Piers Brosnın'ın ki gibi görünmez bile olamamakta bu akıllıca taktik de kaslı yeni model Bondumuzu pek bir inanılır, dolayısıyla daha bir hayata yakın, daha gerçek bir Bond yapmaktadır. 

   Nedir : ilk iki film hakikaten iyidir. Ama bu sonuncusu olmamıştır. Alman pornocu görünümünde tezahür eden Havier Bardem (İhtiyarlara Yer Yok'taki görüntüsüne rahmet okutmaktadır) elinden geleni yapıyor ama, ıhh, kurtaramıyor. Aksiyon sahneleri, oyunculuklar, görüntüler bekleneni vermektedir. İki buçuk saate varan sürede temponun düştüğü, izleyenleri esneten sahneler vardır. En önemlisi senaryodaki kopukluklardır. Kurgu ve senaryo konusunda sanatsal Türk filmlerinde rastlanabilecek gedikler, görülmemesi imkansız mantık hataları vardır. Misal : kötü adamın kötülüğünü yaratan kavram basit bir ödip kompleksi olarak verilmeye çalışılmıştır. Filmin sonları; "Evde Tek Başına" filmine rahmet okutmaktadır. (izleyenler anlayacaklardır (yok ! yere bilye atmalar, yok efendim patlayan avizeler yapmalar) daha neler !..)
   Genelde medyada sadece Türkiye görüntüleriyle gündeme geldi filmimiz. Ülkemiz, nasılsa öyle yansıtılmıştır. Bir tek bardaki sahneler Puket atmosferi verilerek yapılmıştır gibime geldi. Yoksa diğer sahnelerde herhangi bir negatif abartma yoktur. Eminönü'müzü de fazla abartmamak gerektir. Neticede bir San Marko meydanı değil...
   Cudi Denç iyidir. Albırt Fini küçüminnacık bir rolde resmen harcanmıştır. Ralf Fines de iyidir. Aston Martin harikadır. Manipeni (ki son sahneye dek kimliğini anlayabilemiyoruz) iyidir. Final; "bu pilav daha çok su kaldırır" meşazı vermektedir. Anlayacağınız devam filmi çalışmalarına başlanmıştır bile.
   Ama film olmamıştır. Resmen : buğdayı nişastasını salamadan pişirilen aşure hissi vermektedir. Yine de ilk iki filmi seyrettiyseniz nasolsa bunu da göreceğiniz için yukarıda yazdıklarımı beyhude yere yazdığımı zannediyorum. Haydi iyi seyirler...

4 yorum:

  1. buğdayı nişastasını salmadan pişirilen aşure... ha ha, süpersin yine Süleyman! Bu arada aşure dedik de, kesin pişmiştir sizin evde. Hem de nasıl güzel olmuştur...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dün itibarıyla komşulara dağıtıldı, bugün daha bir oturdu tadı. İki tüyo : cezvede üç dört karanfili kaynat suyunu aşureye kat, karanfilleri doğrudan atarsan acılaştırıp suyunu karartıyor-incecik doğradığın portakal kabuklarını üç dört su değiştirerek kaynattıktan sonra (acıları çıkıncaya kadar (acıların portakalı "Bergen")) yine aşureye kat. Yemeden önce isteyen meşrebine göre gülsuyu da damlatabilir. Biliyorsundur muhtemelen ama bir hatırlatayım dedim.

      Sil
  2. komşunuz olmak istiyorummmm! Bu arada bi itiraf: Ben hayatımda hiç aşure yapmadım. Ve sadece 2 yıldır aşure yiyorum. Daha önce tadına bile bakmayı reddediyordum (etti mi sana 3 itiraf) :)

    YanıtlaSil