Hüseyin Rahmi kitabı 1911'de yazmış. Osmanlıda frankofonluğun hakim olduğu yıllar. Aslında metni 8 yıl önce 1903'de yazmış ve birkaç tefrika yayımlanmış ama sansüre takılmış. O yüzden romanın önüne iki önsöz yazma gereği hissetmiş. Birincisi sansür meselesinin izahı, ikincisiyse romana gelen eleştirilere haklı bir savunma.
Osmanlı'dan beri ışığın batıdan geldiği yönünde bir idrakımız var. Nasıl olmasın? Batı hep diğerlerinden önde olmuş, geridekilerin de ilerlemek için onu kılavuz almaları normal. Yalnız bu kılavuz alma meselesi biraz gıllıgışlı (Salah Usta'ya selam olsun!). Biz zarf almalara bayılırız da mazrufla pek işimiz olmaz. Daha güncel dille söylersek: şekle kolay uyum sağlarız da içeriği pek kullanmayız.
Son zamanlarda hep bu örnek aklıma geliyor ondan konuşayım. Geçen haftasonu Niğde'nin Gümüşler Manastırı'nı gezdim. Karşısında belediyenin güzel bir kafesi var. Servis yapan arkadaştan amerikano istedim, hemen geldi. Geçtiğimiz ay Sardunya'nın en büyük şehri Cagliari'de mahalle arasındaki kafede bu siparişi verdiğimde anlamadan yüzüme bakmışlardı. Neticede espressoda mutabık kalmıştık (onu biliyorlar hilafsız). Diyeceğim; son on yılda özellikle gelişen kahve kültürü (ki bu da batıya bir öykünmedir) küçük kasabalarımıza kadar sirayet etmiştir. Buna mukabil: (bilen bilir) avrupalı (ve hatta yeni avrupalı (amerikalı)) aldığı bir şeyi paralanıncaya kadar giyer. En son seyrimdeki hem genç (18) hem de ortayaşlı (60+) mürettebatın üstünde markalı hiçbirşey olmadığı gibi gittiğimiz yerlerden de kendilerine hiçbirşey almadılar. Bir çok batılı arkadaşımın üzerindekileri yıllardır bilirim. Oysa bizde tasarruf alışkanlığı yoktur (Doğu Bonkörlüğü vs. Protestan Ahlakı). Neyse ahkam kesmeyi bırakalım romana gelelim.
Kahramanımız Meftun, şıpsevdilikten ziyade şeklen batılılaşmayı içselleştiren bir karakter. 1900'lü yılların başında bu işler İstanbul'da da olsa hayli zor. HRG romanın ilk sayfalarında Aksaray'daki sel ızgaralarıyla açıyor ve arka planı gayet iyi anlıyoruz. Bunun yanında (hep yazdığım gibi) bir Ertem Eğilmez filmine rahatlıkla geçecek karakterleri (kimbilir belki de bu romanlardan apartılmıştır) çok sahici diyaloglarla, akışlarla veriyor romanımız. Alıştığımız HRG romanlarından biraz daha fazla hacimli (436 S.). Hem olaylara kaptırıyor hem de yazarımızın güncel (elbette o dönemin) bilimsel, felsefi bilgilerini görüyoruz. Arada çeşitli ahkamlar da kesiliyor. En sevdiğimi alayım: "Yaşamak en sade tarifiyle gönülde yatan istekleri yenilemekten başka bir şey değildir. Sadece yerin ve zamanın, yaşın ve yılın değişmesiyle isteklerin türü değişir. En istekten arınmış yaşamaya uğraşan filozofların şu kararlarında bile bir maksat, bir arzu gizlidir." (S.155) Bence düşünmeye değer.
Ben sevdim, siz de sevebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder