Tarifa'ya limana yanaştınız, yokuşu çıkıp, insanları takip edince oranın otobüs durağına ulaşıyorsunuz. Zaten küçücük bir yer kime sorsanız gösterir. Otobüs durağının karşısında Piri Piri diye güzel bir kafe var. Deneysel tapasları lezzetli, ev şarabı yahşi, fiyatları ehven. Otobüs beklerken bir gündüz şarabı güzel gider. Gündüz saat başı otobüs var. Yamulmuyorsam 3.5 EUR'a Algeciras'a bir 45 dakikada falan varıyorsunuz. Oranın otobüs istasyonu, tren istasyonunun karşısında. Ronda'ya günde üç kez falan sefer var. Otomatlardan da gişeden de biletinizi alabilirsiniz eğer daha önce internetten almadıysanız (ki ben ne zaman varacağımı bilmediğimden almamıştım).
RONDA
Ronda fazla bilinmeyen az turistik ama görülmeye değer bir küçücük şehir. Sierra Nevada dağlarının yüksekçe yerlerinde (tren yolculuğunda her daim değişen masaüstünüz sizi sıkmayacaktır), tren döne döne çıkıyor. Hava sıcaklığı internet tahminlerinin hep üç dört derece altında çıktı (Andalucia yaylası). Bu mevsimde (ekimsonukasımbaşı) oldukça serin olduğunu söylemeliyim.
Şehir merkezi küçücük ve bir ana caddesi var. Tüm atraksiyonu: bir boğa güreşi arenası (ki bu olmaz olasıca (derken artık olmadığını anlamam!) sporun kurallarının ilk konulduğu yermiş) ve köprüsü.
Arena şimdilerde binicilik merkezi olarak iş görüyor (gayet de aktifler, her yer at pisliği kokuyordu). Müzesi güzel, bina etkileyici.
Turist tayfası için eğer sabah erken saatlerde gelinirse her iki yerin de görülmesi mümkün. Ancak gezginler fazlasını isteyecekler ve fakir gibi sokaklarda aylak aylak gezecekler, yerelin gittiği sosyalleşme mekanlarına gidip, mahalle lokantalarında zıkkımlanacaktır. Güzel parkları, turiste alışkın olmayan insanları, hoş ara sokakları var. Gece 10da hayat duruyor. Yürüyerek her yere ulaşabilirsiniz. Eski köprünün çevresi de gezilmeye değerdir (fotoğraftaki yeni köprü).
KORDOBA
Kurtuba güzel şehir. Fas yazımda bahsettiğim medina burada da şehrin merkezi. En görülesi yeri El Mezquita diye yazılan ancak şıpınişi ayacağınız gibi aslınca Mescit denilen bir yapı. Emevileri buradan edince İspanyollar binayı yıkmaya kıyamayıp katedrale çevirmişler. İki temel yapı var. Ana bina ve minare (tabiyki şu an çan kulesi). Her ikisinin de biletleri ayrı ayrı satılıyor. Ana binaya girince sütunların ve mihrabın mimarisi önce bir afallatıyor insanı. Taş işçiliği, ışık oyunları, ferahfeza iç hacim pek güzel. Turist grupları gelmeden erken bir saatte gelirseniz daha çok tadını çıkarabilirsiniz.
Görgüsüz (buraya da gittim) fotografimi koyduğuma göre yazıya devam edebilirim. Mescit gezildikten sonra medinanın dar sokaklarında türlü turist tuzağı dükkanlar, bir de güzel bir müzesi var. Gezilir. Mescidin karşısındaki köprüden geçince de görünüm güzel. Hoş bir park var karşıda (çimlerinde uyudum biliyorum).
Kurtuba'nın geceleri güzel. Sokaklar iyi aydınlatılmış, neşeli bir kalabalık geç saatlere kadar piyasa yapıyor. Medinanın dışına çıktığınızda Avrupanın herhangi bir şehrinden farkı yok. Buradan Gırnata'ya trenle geçtim.
GRANADA
Endülüs'e gitmemdeki ana saik olan şehre vasıl olduk nihayet. Fazla büyük bir kent değil ve en önemli yeri Alhambra dedikleri Elhamra sarayı. Burada gerekli bir bilgi vermek isterim. Çok görülmesi gereken yerlerden olduğu için önceden bilet almanız şart. Gününde gidip bulmak neredeyse imkansız. Fakir bir ay önceden ayırtmaya çalıştığında tüm biletler bitmişti. Biletler de çeşit çeşit. Elhamra, büyük bir yerleşkeye yayılmış her birinin ayrı biletlemesi var. Gezgin tavsiyesi: sadece Nasrit sarayına bilet alsanız yeter. Bunun için bile Alhambra Boletos diye arattırdığınızda zilyon tane seçenek var. Müzenin kendi sitesinde 18 EUR'a gördüm ama o kadar çok tur organizasyon şirketi var ki bunu bulabilmem bile zaman aldı. Neyse.
Granada fazla büyük bir şehir değil. Konaklayacağınız yerin Elhamraya yürüme mesafesinde olması önemli, zaten görülecek yerlerin çoğu buranın çevresi olur. Kaldığım hostelin (bu arada şükela bir yerdir, öneririm Toc Hostel) ilk gecesinde günbatımı turuna katıldım. Dan rehberimiz Boaz bizi tecrübeli kervan katırları gibi tırmandırıp şuraya çıkardı. Güneş en güzel buradan batıyor ve sarayı en güzel buradan görebiliyormuşuz. Fazla kalabalıktı.
Hostelimin mottosunu vermesem olmaz.
Bilet alma çabalarımı siber alem sayesinde sezen bir tur şirketi "biz son anda iptal olan biletleri alıyoruz, bize ödeme yaparsanız son gün sizi haberdar ederiz, bulamazsak iade ederiz ödemenizi" diye bir teklif yapınca kabul ettim. İtiraf edeyim son ana kadar "acaba aldandım mı?" diye düşünmeden edemedim. Neyse bir gün önce detaylı bir e-posta gönderip endişelerimi giderdiler. Sabahın 8buçuğunda buluşma noktasında buluştuk. Tur önce 5.Karl sarayından başlıyor. Buraya fotoğrafını koymaya değmeyecek kadar alelade bir yapı. 4köşe bir kaidenin ortasına yuvarlak bir meydan koymuşlar, çok fonksiyonel, çok alelade. Derken Nasrid sarayına giriyorsunuz ve mimarinin zarafeti çarpıyor insanevladını. Açılar, boşluklar, taş işçiliği, ışık oyunları, suyun kullanımı, akustik ve daha idrak edemediğim nice hoşluklar. Turla gitmenin zararları vardır. Şöyle ki: rehber 3 saatte tüm turu tamamlamak zorunda olduğundan mekanın ruhunu yakalamak için sizi etkileyen yerlerde sakin bir köşe bulup tefekküre dalamıyorsunuz. Bu minvalde, biz de çobanın peşindeki koyunlar olarak bilgi bombardımanına maruz kalarak her yere eşit zaman ayırmak zorunda kaldık. Nasrit sarayından daha sonra yapılmış (sincaplar kovalasın seni 5.Karl) yerleşkeye bir kapıyla geçtik ve geçtiğimiz yer süpürge dolabıyla yetimhane arası bir yere benzediğinden afalladım. Sonra biraz geriye çekilip grubun tümünün yüz ifadelerini izledim. Hilafsız hepsi de şöyle bir "hay Allah, nereden nereye geldik" yüz ifadesiyle hayalkırıklığını çehrelerine yerleştirdiler. Neyse, çıktık oradan General Life (lavidaheneral) denilen yere gittik. Emevi etkisi yoğun bir yazlık bahçe ve küçükçe bir saray. Asıl yerleşkenin buradan görünüşü pek hoş.
Buraya da bir görgüsüz foto koyalım tam olsun.
Zaten Nasrid sarayından sonra gördüğünüz her şey banal geliyor. Rehber de bunun farkında hızlı hızlı geçip sizi sarayın çıkışında bırakıyor. Ayaklarınızda derman kaldıysa tekrar aslanlı bahçenin olduğu yer hariç tüm kampüsü yine gezebilirsiniz. Bahçeler, su kanalları, peyzaj görmelere sezadır. Çıkıştan şehre inen bir park var, içinden şehre inmenizi öneririm. Pek huzurlu (buranın da çimlerinde uyudum biliyorum).
Sonraki iki günde ayaklarım nereye götürürse oraya gittim. Lorca'nın parkını da gördüm, turistik olmayan parkları da, Granada'da çeşme kültürü gelişkin. Her parkta, heykelde akan bir su var. Asıl görülmesi gereken yerler sarayın çevresi. Medina ve buna yakın anıtlar, katedraller. İnsanlar neşeli, iletişim kolay ve galiba mutlular da. Konuştuklarım öyleydi en azından.
Bu seyahatte ve daha önce flamenko izlemiştim ama o başka bir yazının konusu. Meraklıysanız okursunuz. Şimdi genelgeçer kaideler:
- Endülüs elbette ki Fas'tan daha pahalı ama memleketimden pahalı değil.
- Şöyle kendilerine özgü bir yemek tadayım derken farıdım. Pizza, makarna, paella, hamburger şeytan dörtlüsünün haricinde pek az seçenek var. En pahalı yemekleri pöç. Evet! memlekette milletin burun kıvırdığı dana kuyruğu. Fine dining restoranlarda en sona koyuyorlar ve diğer tabaklardan %40 falan daha pahalı. Yemedim, âlasını kendim yapıyorum. Gündüzü empanadalarla, tortillalarla geçirip akşamları tapas barlarda sürttüm. Buralardada patatas bravasın (bildiğiniz anne patatesi) karidesten pahalı olmasına anlam veremiyorum. Bendeniz deniz ürünlerine abandım doğal olarak.
- Toplu taşıma yaygın ama ihtiyaç duyacağınızı zannetmiyorum.
- Her yerde wifi olduğu için hat almadım, ihtiyaç da hissetmedim.
- Agota Kristof'un "Dün"ünü, Galeano'nun "Aynalar"ını, Reha Hoca'nın "Ud Çalan Kadınlar"ını, Jack London'un "Denizin Çağrısı"nı okudum. Tanpınar'ın "Huzur"una başladım ama bitmediği için sayılmaz.
- Paco Lucia'lı flamenkolar dinledim. Yerel radyo istasyonlarına kulak verdim. Günde 20bin adım attım ortalama. Deliler gibi yiyip 1 kilo hafiflemiş olarak döndüm memlekete.
- Elhamrayı tek başına gezmek için gelir miyim? Gelirim galiba. Bu arada sakın yazın gelmeyin sıcaklar cehennemi oluyormuş. Rehberim Rocio "bu yaz 50 dereceyi gördük" dedi.