Agnes ve Fabienne, ikinci savaşın sonunda sefalet içinde bir kırsalda birbirini bulan iki ruh. Agnes yazmaya yetenekli, Fabienne'de ateşleyici ruh var. Bin türlü yokluk içinde kitap yazmaya hallenirler, başarırlar da. Olaylar gelişir.
Girizgahta yazar okuru şöyle bir sarsıyor (fularımı takıp düşündüğüm anlar oldu), ilk bölümün ilk paragrafları da öyle. Sonrası düz ilerledi. Düz diyorum bakın! Deniz üstünde olduğum ve demirlediğim uzun zamanlarda bile "du bakayım nerede kalmıştım" diyerek saldırmadım kazkafanın kitabına. Evcimen bir istekle açtım sayfaları. Sonra yazarımızın tezkiresini okudum ve gördüm ki Bayan Li'nin kızı Yiyun; şu mavi küremizin (şu an için) en yayılmacı ülkesinin saygın bir üniversitesinde yazarlık dersleri veriyormuş. İki hücreli beynim bir anda aydınlandı. Yiyun Hanım, başarılı bir roman için gereken tüm kriterleri yerine getirmiş, olmuş mu? Olmuş. Nedir: sanatla zenaat arasında bir yerlere koydum. Yüksek bir ilham değil çünkü (bir yazmasaydım delirirdim durumu değil de Sai King'in dediği gibi (yahut Haldun Taner'in) "her gün 20 sayfa yazmak zorunluluğu gibi). Yine de önerir miyim? Elbette.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder