Bu mecrada nasıl oldu da bugüne kadar yazmadığımı bir türlü anlayamadığım belgeseldir. Nedir: mutad aralıklarla devamlı izlerim (hiç de sıkılmam!). Duvara Karşı'nın müziklerini yapan basçı aleksandırhaake, Fatih Akın yönetiminde 2005'de birbuçuk saatlik bu belgeseli çekmiş.
Çeken gözde, coğrafyadan uzak kalmanın etkileri görülüyor. Akın, belgeselin sonunda bu kadim şehrin en eski müziği olduğu yakıştırmasını gizli gizli yaptığı Müzeyyen Senar (bakın bu ismi yamuk yumuk yazmaya kalibrem yetmez!) şarkısını, köklerden değil bir halk müziği uyarlamasından yana kullanmış (ne uzun cümle oldu bu). Ya da şöyle ifade edeyim: buraya bir III.Selim bestesi konulsa daha iyi olurmuş. Neyse ne!
Belgeselimiz; 2005 yılı itibarıyla kentin bir müzik haritasını çıkarıyor ama bunu öyle böyle değil süpersonik bir şekilde yapıyor. Sokak müzisyenlerinden (ne oldu sahi Siyasiyabend'e?), Kürtçe müziğe (yeni yeni serbestleşen türkülerle (müzikte milliyetçilik de en hazetmediğim şeydir)), rapçilerden (Ceza, Ayben), sokak dansçılarına, Orhan Gencebay'dan Sezen Aksu'ya, Selim Sesler'den (yattığı yerde dinlensin, iyi klarnetçiydi) Baba Zula'ya (en sevdiğim Kanada çingenesi Brenna MacCrimmon'a bin selam olsun! (yanyana biraladığımız gecelerin hatırına)) ve daha neler nelere tüm şehrin müzikal fotografisini temaşa ediyoruz bir garip geçmişe özlem duygusuyla.
Müzikal açıdan değerlendirdiğinizde: güzel bir iş, özenli bir iş. Belgesel olarak kaçırılmamalı!
Gelelim hüzün durumuna.
Belgeselimiz günün müzikal fotoğrafını çekerken elbette ki toplumun, demografinin, hayat tarzının da bir görünümünü (üstelik de pek şükela şekilde) aktarıyor izleyiciye. İşte; doğduğum şehrin onbeş yıl önceki halleri ile bugünkü haline baktığımda, ister istemez bir hüzün çörekleniyor insanın iman tahtasına. Ne oldu da nerelere geldik? Nereye gitti o insanlar? Ne yaptık birbirimize? gibi sorular üşüşüveriyor insanın başına.
Müziğe ilginiz vardır yoktur ama değişimin ne boyutlara geldiğini idrak etmeniz için kaçırılmamalıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder