Kafka Tamura (elbette kendi koyduğu isim) evden kaçar. Tam onbeşinci yaşındadır. Olaylar gelişir.
Son okuduğum Murakami romanında olduğu gibi olaylar iki yönlü gelişiyor, sonunda kesişiyor. Yine sürreal ögeler, metaforlar (boğuldum metafordan), ayrıntılı yemek listeleri, egzersiz programları, rota tarifleri, konuşan kediler, edebiyat, popüler kültür, bolca müzik, ciddi bir ürün yerleştirme (otomobil markaları, kostüm markaları, ve daha nice markalar), sıkı aforizmalar var. Yine uzun (656 sayfa). Yine "aynen öyle"'li bir çeviri (yok çeviri başarılı ama "aynen öyle"ler kulağıma batıyor).
Uzunluğu korkutmasın, bir başlayınca (iş harici okumalarla) bir haftada rahat biter. Murakami okumalarını seviyorum.
Malum : rutin sıkıcı. Hayatlarımız karbon suretler gibi, çevremizde olup bitenler ise pek iç açıcı değil. Bu minvalde, zihin bir kaçış noktası arıyor. Kimi dizi izliyor, kimi feysbuuk karıştırıyor, kimi telefonunu ovalıyor (galiba çoğunluk böyle yapıyor). Fakirse kitap okuyor, arada film izliyor. Kitapların kimi rutinden çıkarıyor, bazısı da durduk yere ayranı kabartıyor.
Murakami'nin kitapları insanı içine çeken garip bir cazibeye sahip. Ayracı bulup, kaldığınız yerden başlayınca o dünyanın içine düşüyor ve zahiri unutuyorsunuz. Bölüm sonlarında bir nefes alıp okuduklarınızı zihninize (neresiyse orası) yerleştirip, sonraki bölüme atlıyorsunuz (ben öyle yapıyorum en azından). Satırlarda bir acayip düzen, garip bir intizam var. Tam anlatamıyorum ama var ! İşte bu dünyaya girmek : fakirin zihnini ciddi rahatlatıyor. Üstelik kitaplar sığ okura da (metaforu anaforla karıştıran cins) derinine de (Kafka falan okuyup, kafa yormuş olanı) hitap ediyor. Tatilde de okunur (biraz garip olur ama), okuma ışığında müskirat eşliğinde de...
Bilmem Murakami bana böyle geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder