Şu yaşıma kadar okuduğum en karamsar/en okuması çaba gerektiren Ayfer Tunç romanıdır.
Babasından kalan bir oteli en diplerde sürüklemeye çalışan (aslında tüm hayatını diplerde sürüklemeye çalışan) Mürşit, Madenci diye çağırdığı bir otel mukimiyle ahbaplık kurar.
İlk 100 sayfada Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli" aklıma düştü. Hatta Mürşit'i gözümde Macit Koper olarak canlandırdım. Sonra kitabın biryerlerinde Mürşit'in aynı filmi izleyince içinin daraldığını ("İnsan yerdiğini yaşamadan ölmezmiş" derdi bir güzel ablam) ama yıllar sonra benzer çukurlara savrulduğunu okuyunca (amma uzun cümle olacak !) "hımm" dedim "bu başka türlü birşey".
Hakikaten de başka türlü bir şey.
Okudukça hafakanlar bastı. Altı üstü çizilecek aforizmalar, küçük kasaba yaşantısı hakkında şükela tespitler, yaran diyaloglar olmasına karşın içimde beliren defresif hissiyat, okuma dışında hiç bir eyleme izin vermedi.
Mürşit'i yakalayıp kıçını kızılcık sopasıyla hırpalama hissine engel olamadım. Evet, kardişim ! "insan bir uçurumdur", aşkı bulamamışsın, tatminsizliklerin var, tespitlerinde haklısın ama başka insanları kendi mutsuzluğuna çekmenin ne anlamı var. Yaşamaya korkuyorsun, istemiyorsun, ölmeye cesaretin yok. Hayır, iyi bir roman olmasına karşın tekrar okuyacağım bir A.T. romanı değil.
Kendinizi iyi hissetmek için okuyorsanız uzak durun. Ama manik-depresyonun "manik" evresindeyseniz okunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder