Allah ne verdiyse yiyiyoruz. Şimdi okuyanlara sorsam "Proteini nereden alıyorsunuz ?" diye, hemen hepiniz etsütyumurtapeyniryoğurt şeklinde hayvansal kaynakları sayacaksınız. Ben de öyle yapıyordum. Taa ki iş bu belgeseli izleyinceye kadar.
Tavuklar ve inekler biz yiyelim diye yaratılmamışlar. Bir kilo eti ortaya çıkarmak için 15 kilo kadar bitkisel kaynak kullanılıyor. Proteinleri hayvansal olmayan kaynaklardan da alabiliriz (bunu tamamen bitkisel beslenen profesyonel bir güreşçi (hem de gayet başarılı)) anlatıyor. İkinci Dünya Savaşında ülke işgal edilip de tüm hayvansal proteinlere naziler el koyunca Norveç'te ölüm oranları gözle görülür derecede düşmüş, savaştan sonra hayvansal proteinler yine devreye girince eski başarı ! yakalanmış (bkz.fotoğraftaki diyagram). Mevcut tansiyon, kolesterol, kalp sorunu olanların bitkisel beslenmeyi tercih etmeleri halinde rahatsızlıklar ilerlemeye son verip gerileyebiliyorlar bile (konuda literatüre geçmiş ciddi istatistik ve makaleler de var). Mideye giren 500 kalorilik bitkisel gıda, işlenmiş gıda ve yağın; sindirimin başlaması için gereken reseptörleri nasıl olup da uyardığını (yahut uyaramadığını) çok acı bir biçimde öğreniyoruz.
Vallahi milletçe obeziteye kaydığımız bugünlerde, eşinize dostunuza alın bu belgeseli hediye edin (önce kendiniz izleyin ama). İlaç sanayiini zengin etmek istiyorsanız eskisi gibi beslenmeye devam edebilirsiniz (nasolsa bir süre sonra kolesterol, kalp ve şeker haplarının gedikli müşterisi olacaksınız) ama "iyi besleneyim" mottosundaysanız, hayvansal proteinden mümkünse uzak durun. Yiyecekseniz de az ama öz yiyin (işlenmiş ürünlerden bahsetmiyorum bile (salamsosisjambonsucuk : koşarak uzaklaşın)). Haftada bir eliçi kadar dana madalyon kimseyi öldürmez, baharda bir porsiyon kuzu kokoreç sizi şeker hastası yapmaz ama her öğünde hayvansal protein, sağlığımız için pek iyi değilmiş.
Sinemayı sevmeyebilir, adana kebaptan vazgeçmeyebilirsiniz ama bu belgeseli bir izleyin derim. Bakalım ne olacak ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder