Tanrı var. Brüksel'de yaşıyor. Çok huysuz biri. Karısına ve on yaşındaki çocuğuna karşı tam bir zorba. Kızı Ea, bir gün çalışma odasındaki bilgisayarına girip, tüm insanlığa ölüm tarihlerini kısa mesaj olarak atıyor. Dünyada işler değişiyor. Ea, (ağabeyi JC (Van Damme olan değil, öbürü)'nin verdiği tüyoyla) çamaşır makinesinin sentetik ayarını 40 derece 1200 devire ayarladığında ortaya çıkan portaldan dünyaya kaçıyor. Ağabeyinin 12 havarisine ilave olarak 6 havari daha bulmaya çalışıyor ki işler biraz değişsin.
Elbette ki (tüm göndermeleri Hristiyanlığa dair olmasına karşın) ülkemizde gösterime giremeyecek akıl fikir ürünü bir filmden bahsediyoruz. (edit : önümüzdeki haftaya gösterime girecekmiş. Şaşakaldım ne diyeyim !)
Dış sesin varlığı, betimlenen fikirlerin görsel olarak anında zuhur etmesi (mermer merdivene düşen inci taneleri gibi gülmeler, içki fabrikasındaki ölü deve gibi kokmalar, sesinde sanki 30 kişi ceviz kırıyormuş gibi bir tını olmalar falan) fakire hep Amelie'yi anımsattı. Bununla birlikte havada uçuşan çöp poşetleri (American Beauty), baltayla kırılan kapılar (The Shining), sarışın ve goril ikilisi (King Kong (ahh Catherine Denevue ve yeşil gözleri)), göklerde danseden sığırcıklar (The Shelter), boş sokaklarda sivil gezinen adem (28 Days Later) gibi çok fazla filme göndermeler vardı.
İzlemesi kolay ve keyifli bir film olmasına karşın, bittikten sonra üzerinde düşünülecek fazla bir yanı olmadığını idrak ettim. Evet ! fikir harika, oyunculuklar, kurgu, kimi sinemasal sahneler (aynadaki aksinle kucaklaşma, takma kolun öpülmesi gibi hoşluklar), (ve elbette ki) müziklere diyecek bir şey yok. Buna mukabil, insanların öykülerinin (havari titrinde olsa da) işlenmesi oldukça havada kalmış. Final ise alelacele geçiştirilmiş gibi geldi bana.
Bir tek : Tanrı, eril yerine dişil olsa dünyamız daha mı iyi olur diye düşündüm.
Yine de sakin bir akşamda bir kadeh mayalanmış üzüm suyuyla bir şans tanınası filmdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder