İnsana ve insanlığa dair küçük (küçücük de olsa) bir umudunuz varsa, insan olmakla övünüyorsanız; uzak durun, yanına bile yaklaşmayın bu filmin. Ruhunuzda hala ince bir sırça kaldıysa sırra kadem basın, ayarlarınızı bozmayın.
Önceden birşeyler duymuştum belgesel hakkında. Önyargılı yaklaşmayayım diye hiç bir ön hazırlık yapmadan izlemeye giriştim. Olağanüstü kiç bir çekim sahnesiyle açılan girişten sonra sempatik görünüşlü beyaz saçlı bir dede birşeyler anlatmaya başladı. Aktüel kamerayla yapılan çekimlerde yavaştan dikkatimi çeken bir şeyler oldu. Birtakım insanlar (ki Herman Koto kadar iticisi çok az görülür) ülkelerinin yakın tarihini konu alan bir film çekerken "bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik" havasında öldürdükleri insanları anlatıyorlar. O ak saçlı sevimli dede (!), etraf fazla kirlenmesin diye buldukları pratik bir öldürme yöntemini canlandırıyor : "işte kabloyu şuraya bağlayacaksın, ucunu çekmek için bir tahta bulacaksın, adamı şöyle oturtacak, kabloyu boynuna böyle dolayacak ve sonra da şöyle çekeceksin. Bak ! ne kadar temiz oluyor" falan diye. O an yemin ediyorum içim dondu.
Endonezya'da 1965 yılında bir askeri darbe olur. Çinlilerin çoğunlukta olduğu ve komünist görüşte oldukları düşünülen bir milyonu (1.000.000) aşkın kişi öldürülür. Bu cesametteki cinayetler sadece polis ve asker tarafından yapılamayacağından yerel çeteler de öldürme eylemine katılır ve olaylar gelişir.
Enver Kongo (ki gerçek ismi olmadığını düşünüyorum) ve saz arkadaşları bu meyanda, karaborsa sinema bileti satıcılığından, devletin kolladığı resmi katiller sınıfına terfi ederler. Yaptıkları işte o denli başarılıdırlar ki, bir süre sonra (halen de faal olan) yarı milis bir topluluğa rol modeli olurlar. Aradan yıllar geçer. Enver, Herman ve saz arkadaşları müreffeh, ferahfeza, şıngırmıngır bir hayat sürüyorken 38 yaşında bir teksaslı (üstelik üşenmemiş yerel dili de öğrenmiş) Caşuaopenhaymır gelir "Dede gel seni bir filme çekelim" der. Holivut hayranı kıdemli katil Enverkongo balıklama atlar. Kendi paradigmasına göre bir kahraman olan Enver Dede (dedeliği batsın) yaptıklarını gurur duyarak anlatır. Bin (1000) (BİN)'i aşkın insanın bilâistisna katilidir. Bu öldürme eylemlerini ne bir mahkeme ne de akıl/iz'an/ahlak/mantık/vicdan belirlememiş, enverkongo ve takımı kafalarına göre takılmışlardır.
Bay openhaymır, belgeseli önceleri bu katliamdan sağ kurtulanlara odaklanarak çekmeyi düşünmüş ancak toplumsal ve siyasi baskı öylesine kuvvetliymiş ki kameranın yönünü diğer tarafa çevirmiş ve katliamı yapanlara yöneltmiş merceği.
Böyle yapmak ciddi risk. İzleyici bir süre sonra kendini izlediğinin merkezine koyar çünkü. Burada öyle yapan izleyici varsa, koşarak uzaklaşın. Sıradan olmayan bir kurgu, belgesellerde pek görmediğimiz teatral anlatım, insanların kameraya değil de mahalle arkadaşlarına konuşurmuşçasına (ki bay caşua yıllarını harcamış bu güveni kazanmak için) itiraf ettikleri suçlar (misal : "o adamın kafasını kestikten sonra gözlerini kapatmam gerekiyordu, o bakışlar beni bir süre rahatsız etti !"), ekonomik bir müzik kullanımı, çok az dış ses; belgeselimizi farklı bir yere oturtuyor zaten. Ama asıl çarpıcı olan : koskoca bir ülkenin, kocaman bir halkın nasıl olup da çarpık bir bakış açısına sahip oldukları.
Evet, belgeselimizin baş aktörleri kongo ve avanesi bu suçları işlemişlerdir. Ama hesap vermedikleri gibi rol modeli olarak günümüzde yaşamaktadırlar. Üstelik gayet de organize bir şekilde zuhur eden, gençliğin oluşturduğu milislerin kahramanı olarak (biri osmanlıoğlanları mı dedi ?). Üstelik devletle pek haşır neşir olarak.
Neticede filmin sonunda çıkan yazılarda, yapımda emeği geçen tüm endonezyalılar "anonim" olarak geçiyor. Üstte de yazdığım gibi dış ses neredeyse hiç yok (türkçesi : yönetmen izleyiciyi yönlendirmiyor). Buna mukabil; bünyede oluşan reaksiyon malum : dehşet. (Allahım, insanı bu belgeseli izleyince dehşet duymayan kullarından eyleme !)
Gece uzun, yazılacak çok şey var. Ama aklımda kalan bir iki sahneyi yazayım da bitireyim. Çünkü yazacaklarım fincancı katırlarını ürkütebilir.
Enverkongo belgeselin sonlarına doğru en çok can aldığı meşum terasa çıkar. Yaptıklarını yad eder. Kendi bakış açısına göre son derece haklıdır çünkü cezalandırılmamış ödüllendirilmiştir. İçinde kalan son insanlık kırıntısı, son vicdan zerresi yapacağını yapar. Enverkongo dakikalarca öğürür, kusmaya çalışır, içindeki kötülüğü atmaya çalışır. İzleyici bir "beter ol" der içinden.
Endonezyalı osmanlıoğlanları yaptıkları bir toplu yemekte sohbet eder, başlarından geçen bir olayı anlatırlar. Konu kısaca şudur : bir kız bir grup erkeğe oral seks yaptığında bir sperm damlası dahi yere düşmemiştir, kız spermlerin tümünü yutmuştur. bu nasıl olmuştur ?" derken yemeğin başlangıç duası ve Kuran okunur herkes ellerini açar, dua eder.
Enverkongonun işkenceye ezan okunurken ara vermesi.
Ve daha yazmaya üşendiğim bir çok sahne.
Bir toplum nasıl akıl tutulmasına maruz kalır, kelimelerin içi nasıl boşaltılır ve başka anlamlarla nasıl doldurulur, insanın kötülüğünün sonu var mı gibi acımasız soruları cevaplama iddiasında olmayan ama bunu yapmaya yaklaşan,
İnsanı (gerçek insanı) tirtirtitreten, içini buz kestiren, haşyete düşüren, bir belgesel izleyeyim diyenler buyursunlar efem.
Yok güzel vakit geçireyim diyorsanız, yemek tarifi izleyin.
Önceden birşeyler duymuştum belgesel hakkında. Önyargılı yaklaşmayayım diye hiç bir ön hazırlık yapmadan izlemeye giriştim. Olağanüstü kiç bir çekim sahnesiyle açılan girişten sonra sempatik görünüşlü beyaz saçlı bir dede birşeyler anlatmaya başladı. Aktüel kamerayla yapılan çekimlerde yavaştan dikkatimi çeken bir şeyler oldu. Birtakım insanlar (ki Herman Koto kadar iticisi çok az görülür) ülkelerinin yakın tarihini konu alan bir film çekerken "bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik" havasında öldürdükleri insanları anlatıyorlar. O ak saçlı sevimli dede (!), etraf fazla kirlenmesin diye buldukları pratik bir öldürme yöntemini canlandırıyor : "işte kabloyu şuraya bağlayacaksın, ucunu çekmek için bir tahta bulacaksın, adamı şöyle oturtacak, kabloyu boynuna böyle dolayacak ve sonra da şöyle çekeceksin. Bak ! ne kadar temiz oluyor" falan diye. O an yemin ediyorum içim dondu.
Endonezya'da 1965 yılında bir askeri darbe olur. Çinlilerin çoğunlukta olduğu ve komünist görüşte oldukları düşünülen bir milyonu (1.000.000) aşkın kişi öldürülür. Bu cesametteki cinayetler sadece polis ve asker tarafından yapılamayacağından yerel çeteler de öldürme eylemine katılır ve olaylar gelişir.
Enver Kongo (ki gerçek ismi olmadığını düşünüyorum) ve saz arkadaşları bu meyanda, karaborsa sinema bileti satıcılığından, devletin kolladığı resmi katiller sınıfına terfi ederler. Yaptıkları işte o denli başarılıdırlar ki, bir süre sonra (halen de faal olan) yarı milis bir topluluğa rol modeli olurlar. Aradan yıllar geçer. Enver, Herman ve saz arkadaşları müreffeh, ferahfeza, şıngırmıngır bir hayat sürüyorken 38 yaşında bir teksaslı (üstelik üşenmemiş yerel dili de öğrenmiş) Caşuaopenhaymır gelir "Dede gel seni bir filme çekelim" der. Holivut hayranı kıdemli katil Enverkongo balıklama atlar. Kendi paradigmasına göre bir kahraman olan Enver Dede (dedeliği batsın) yaptıklarını gurur duyarak anlatır. Bin (1000) (BİN)'i aşkın insanın bilâistisna katilidir. Bu öldürme eylemlerini ne bir mahkeme ne de akıl/iz'an/ahlak/mantık/vicdan belirlememiş, enverkongo ve takımı kafalarına göre takılmışlardır.
Bay openhaymır, belgeseli önceleri bu katliamdan sağ kurtulanlara odaklanarak çekmeyi düşünmüş ancak toplumsal ve siyasi baskı öylesine kuvvetliymiş ki kameranın yönünü diğer tarafa çevirmiş ve katliamı yapanlara yöneltmiş merceği.
Böyle yapmak ciddi risk. İzleyici bir süre sonra kendini izlediğinin merkezine koyar çünkü. Burada öyle yapan izleyici varsa, koşarak uzaklaşın. Sıradan olmayan bir kurgu, belgesellerde pek görmediğimiz teatral anlatım, insanların kameraya değil de mahalle arkadaşlarına konuşurmuşçasına (ki bay caşua yıllarını harcamış bu güveni kazanmak için) itiraf ettikleri suçlar (misal : "o adamın kafasını kestikten sonra gözlerini kapatmam gerekiyordu, o bakışlar beni bir süre rahatsız etti !"), ekonomik bir müzik kullanımı, çok az dış ses; belgeselimizi farklı bir yere oturtuyor zaten. Ama asıl çarpıcı olan : koskoca bir ülkenin, kocaman bir halkın nasıl olup da çarpık bir bakış açısına sahip oldukları.
Evet, belgeselimizin baş aktörleri kongo ve avanesi bu suçları işlemişlerdir. Ama hesap vermedikleri gibi rol modeli olarak günümüzde yaşamaktadırlar. Üstelik gayet de organize bir şekilde zuhur eden, gençliğin oluşturduğu milislerin kahramanı olarak (biri osmanlıoğlanları mı dedi ?). Üstelik devletle pek haşır neşir olarak.
Neticede filmin sonunda çıkan yazılarda, yapımda emeği geçen tüm endonezyalılar "anonim" olarak geçiyor. Üstte de yazdığım gibi dış ses neredeyse hiç yok (türkçesi : yönetmen izleyiciyi yönlendirmiyor). Buna mukabil; bünyede oluşan reaksiyon malum : dehşet. (Allahım, insanı bu belgeseli izleyince dehşet duymayan kullarından eyleme !)
Gece uzun, yazılacak çok şey var. Ama aklımda kalan bir iki sahneyi yazayım da bitireyim. Çünkü yazacaklarım fincancı katırlarını ürkütebilir.
Enverkongo belgeselin sonlarına doğru en çok can aldığı meşum terasa çıkar. Yaptıklarını yad eder. Kendi bakış açısına göre son derece haklıdır çünkü cezalandırılmamış ödüllendirilmiştir. İçinde kalan son insanlık kırıntısı, son vicdan zerresi yapacağını yapar. Enverkongo dakikalarca öğürür, kusmaya çalışır, içindeki kötülüğü atmaya çalışır. İzleyici bir "beter ol" der içinden.
Endonezyalı osmanlıoğlanları yaptıkları bir toplu yemekte sohbet eder, başlarından geçen bir olayı anlatırlar. Konu kısaca şudur : bir kız bir grup erkeğe oral seks yaptığında bir sperm damlası dahi yere düşmemiştir, kız spermlerin tümünü yutmuştur. bu nasıl olmuştur ?" derken yemeğin başlangıç duası ve Kuran okunur herkes ellerini açar, dua eder.
Enverkongonun işkenceye ezan okunurken ara vermesi.
Ve daha yazmaya üşendiğim bir çok sahne.
Bir toplum nasıl akıl tutulmasına maruz kalır, kelimelerin içi nasıl boşaltılır ve başka anlamlarla nasıl doldurulur, insanın kötülüğünün sonu var mı gibi acımasız soruları cevaplama iddiasında olmayan ama bunu yapmaya yaklaşan,
İnsanı (gerçek insanı) tirtirtitreten, içini buz kestiren, haşyete düşüren, bir belgesel izleyeyim diyenler buyursunlar efem.
Yok güzel vakit geçireyim diyorsanız, yemek tarifi izleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder