1 Kasım 2014 Cumartesi

"Yeraltından Notlar" Galiba hepimiz biraz yeraltındayız.

    "Ben hasta bir insanım... Huysuzum. Hiçbir cazibesi olmayan biriyim." diye başlayan kitabımızı ilk gençlik yıllarında okumuş, pek de bir haz alamamıştım (içim kararmıştı). Aradan geçen otuz yıldan sonra rahlemize yatırmak şart olmuştu. Nitekim onbeş günde anca bitti.
   Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'yi de okumayalı hayli olduğundan, üstadın gizli bir humor (ne işim olur humorla) alaycılık barındıran lezzetli üslubunu keyifle tattım. Dedim ki : çizeyim altını üstünü daha iyi olur. İlk yirmi sayfadan sonra vazgeçtim. Bay Fyodor, kelimelerle kâriyi alenen dövmektedir. Tamamen monolog şeklinde yazılan eser, kolay okumaların kitabı değildir. İyice odaklanmak, dışsal etkenlerden uzaklaşmak gerektir. 
   Aforizma peşinde dolanan feysbuk trolleri bir keşfetseler, bulunmaz hazinedir. Ancak bütün olarak değerlendirildiğinde; her insanın kendine yakıştırabileceği hasletler barındıran oldukça da (şimdi burada ne yazayım bilemedim. karamsar yazacağım olmayacak, acınası olmaz, komik hiç olmaz) trajik (hah bu olur gibi oldu) bir başeserdir.
   Nedir : okumaya hallenen körpe kârilere göre değildir. Bayan Dostoyevski'nin oğlu Mihayl, kimi zaman bir cümleyi beş (beş, BEŞ, 5) sayfaya yaymakta, herşeyi iki satırlık cümlelerden anlamayı (bkz.Y.Özdil köşeyazıları) iptila haline getiren günümüz modern (cesur, yeni dünya ve huxley'e selam olsun) insanına bu biraz ağır gelebilmektedir. 
   Arada pek nadir de olsa, anlatıcının günlük hayatına dair anekdotlar vardır. Bunlar, yeraltı müdaviminin günlük hayatına yönelik kimi somut ipuçları verse de (ki bu anekdotlar, yazarın eserlerini okuyana çölde vaha gibi gelecektir.) kitabın geneli, insanın fıtratına yönelik yazıldığından anlatıcıyı bir şahıs değil acımasız bir tespitçi olarak görmek daha doğru olur.
   Okumaya niyetlenenlere acizane önerim : bu kitabı sonbaharda okumayınız. İçinde bulunduğumuz nazik ahvalde, kayıpların sıradanlaştığı zamanlarda, arsızlık hırsızlığın rutine bağlandığı günlerde, sınırların tartışıldığı haftalarda, gökyüzünün kurşuni bir şekilde arza aktığı havalarda, pulvarize yağmurlarla ıslanan çamurlu caddelerde, sinüzitin kaşlara çöreklendiği durumlarda, Selahattin Pınar şarkıları çalarken okunmaz, okunmamalıdır.
   Lakin.
   Nebatatın canlandığı, güneşin ısıtmaya başladığı, olumsuz haberlerin azaldığı zamanlarda Refik Fersan'ın "Rüzgar Uyumuş" eseri dinleniyorken, okunması yeğdir. 
   Ha ! İsviçre'de yaşıyorsanız her zaman okuyabilirsiniz.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder