381 sayfa, beş günde geçen bir hikaye. Okuyalı on yılı aşmış. Fülfürüşlü bir yola hallendiğimden (Portekiz'de yelken) yolda iyi gider deyip açtım sayfaları. İyi ki de açmışım. On yıl önce altını çizdiğim satırları (bu on yılda değiştim zahir (zahir!)) bir de şimdiki benin okuması değişikti. Yine çizerdim aynı satırları o başka.
90'lı yıllar, borsanın tepetaklak olduğu günün sonrasında Gwendolyn Mati, müşterilerini külli zarara soktuğundan çıkış aramaktadır. Bir anda karşısına (Timbuktu'dan yeni dönen) müflis borsa simsarı Larry Diamond çıkar, olaylar gelişir.
Bildiğiniz Tom Robbins romanı. Şımşıkırdak okunuyor. Yine muzip, erotik, bilge, eğlenceli. Romanın kendisi değil de üslubun öne çıkıyor kimi zaman. Öyle ki okurken gülümsemeden kendinizi alamıyorsunuz (aşağıya rastgele açtığım bir sayfadaki betimlemeyi yazayım da aklınızda canlandırın). Olay örgüsü arasında yapılan tespitler (ki kapitalizmin süpersonik bir eleştirisi vardır, 4 yıl iktisat okudum bu kadar iyi anlatamazdım) daha da ilgi çekicidir. Çevirmen Süha Sertabiboğlu, bombastik bir çeviri yapmış "hebele hübele", "kuku" gibi aklıma gelmeyen kelimelerin tozunu almıştır. Kendisini alkışlıyorum.
Fakirin hararetle önerdiği neşriyattandır.
Biraz uzun bir alıntı olacak ama bu tanım fakiri mest etti. O yüzden klavyeye gayret yazacağım: "Sarah Bernhardt öylesine büyük ünü olan, huşu uyandıran bir oyuncuydu ki, Kuzey Amerika'ya yaptığı turnelerde, tek kelime ingilizce bilmediği halde hiç bir temsilinde kesinlikle tek bir bilet bile kalmazdı. Oynadığı her oyunu, Shakespeare, Moliere, Marlowe ya da her neyse hep Fransızca oynardı. Tiyatroya gidenlere, İngilizce izleyebilmeleri için oyunun librettosu verilirdi. Evet, yer göstericilerin en azından birkaç kez, yanlış librettoyu, yani sahnelenmekte olandan tümüyle farklı bir oyunun metnini verdikleri de olmuştu. Ama yine de, tüm söylentilerden öğrendiğimiz kadarıyla, onca büyük kalabalıklar içinde bir tek kişi bile çıkıp da bu konuda herhangi bir şey söylemiş ya da şikayette bulunmuş değildi. Üstelik hiç bir eleştirmen, yazısında bu çelişkiden söz etmedi.
Biz bugünün insanları yaşama bakıyor ondan bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz; genellikle, yabancı bir dilde anlatılıyor gibi gelen bir "gerçeği" gözlüyoruz - ama yanlış librettolar verilmiş hepimize. Metin olarak İncil verilmiş bize. Ya da Talmud ya da Kuran. Bize verilen, Time dergisi, Reader's Digest, günlük gazeteler ve 18.00 haberleri; bize verilen okul kitapları, gülünç komediler ve tahrif edilmiş tarihler; bize verilen psikolojik öğütler, kültler, seminerler, reklamlar, satış taktikleri ve üstatların, satılmış bilim adamlarının, eylemcilerin ve devlet başkanlarının saygın bildirileri. Ne yazık ki, bu çevirilerin hiçbiri, varoluşun gerçek tiyatrosuna olan bitene belli belirsiz benzemekten öteye gidemiyor ve çoğu da tehlikeli bir şekilde yanıltıcı. Olağanüstü karmaşık bir trajikomedinin iç içe girmiş entrikalarını, bir kabare ya da bir çocuk oyununun librettosuyla izleyip anlamaya çalışıyoruz. Ve birisinin çıkıp da yönetime bu konuda fırça çektiğini hiç duydun mu?"
Bir de muzip bir paragraf alalım buraya : "Baş aşağı duran çeltiklerden pirinç toplayan bir çiftçi gibi, yağmur saplarının ortasında duruyorsun. Çinlilerin yemek çubukları kadar ince ve dümdüz, okyanus santurunun telleri gibi yeşilimsi gri saplar, kökleriyle tutundukları bulutlardan aşağıya sarkıyor, çatlamış tanelerini sarsıp aşağıya bırakıyorlar. Yakanın pirinç kasesi dolmak üzere. Omuzlarını yukarıya kaldırınca yağmur suşisi yapmış oluyorlar." İşte tüm roman bu üslupla yazılmış. Fazlası var, eksiği yok.
Tom Robbins işte, ne demeli. :)
YanıtlaSil