28 Eylül 2014 Pazar

"Veba" Felaket Yazgı Olunca...

 
   Cezayir, Fransa'nın sömürgesiyken Oran şehrinde veba salgını çıkar. İnsanlar hayatlarını bu korkunç misafire açmak zorunda kalırlar, bir süre sonra veba da içselleştirilir. Bu arada meçhul bir anlatıcının gözüyle adeta bir belgeselci didaktikliğinde olayları gözlemleriz.
   Bay Kamü'nün "Veba"sını yeniyetmeyken okumuş, muvaffak olamamıştım. Son gençlik yıllarımda bir kez daha tedrisime girdi : okudum (yıldım), okudum (yıldım) ama bu kez bitirdim. Ancak bir ay sonra külliyen unuttum. 
    Yaş kemale ermeye başlayınca "du bakalım değişik hazlar alabilecek miyim ?" düşüncesiyle geçen ay okumaya başladım. Yok arkadaş : "veba" fakire hala ağır geliyor. Kitabın dili bazen karakter betimlemelerine ayrılıyor, ilgiyle okuyorum. Sonra hastalığın seyri konusunda adeta gazete haberiymişçesine sayfalarca süren gelişmeler oluyor, sıkılıyorum. Arada hayat, ölüm, kader konusunda inciler döktürülüyor, odaklanamıyorum. Vallahi bir ayda anca bitti.
   "Yabancı" kadar kolay okunur değil, onun kadar net değil. Zaten Bay Kamü'de bunun bir fikir kitabı olmadığını söylemiş. 
   Yalnız :
   Kitapta veba olarak tanımlanan illete farklı bir gözle bakıp, hayatımızdaki felaketlerin (yalnız sadece biyolojik olarak değil ideolojik olarak mesela) yerine koyduğumuzda (ki bu felaketlerin öyle veba gibi aniden değil mesela taa 12 yıl öncesinden yavaş yavaş başladığını varsayarsak) yazılanları başka şekilde görmek de mümkün. Kitaptaki felaket sona eriyor, insanlar önceki yaşamlarına geri dönüyor. Benim (bizim) yaşadıklarımızda bir geri dönüş olup olmayacağını bilmiyorum. Ancak öyle bir dönüş olduğu takdirde "Veba" bir kere daha ayraçlanır, bir kere daha bitirilmeye çalışılır ve bu satırlar güncellenir. 
   Kitap kurtları okumuşlardır da, ilk kez okumaya hallenenler "veba"yı hastalık değil "toplumsal felaket" olarak değerlendirdiklerinde kitaba daha farklı anlamlar yükleyebilecekler, daha kolay okuyabileceklerdir.
   Uzak durmayalım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder