10 Ekim 2024 Perşembe

İran Gezi Notları

   Önceden belirteyim biraz uzunca bir yazı olacak. Önce biraz ahkam keseceğim sonra da başlıklarla yeni döndüğüm İran gezimden, işinize yarayabilecek bilgileri arz edeceğim. 
   Nicedir istiyordum, bu yıla kısmetmiş. Sarı fonlu ucuzcu havayolu Şiraz'a direkt uçuş koyunca kaçırmadım. Acem illerine revan oldum. 
   İran'a neden gidilir? Bir kere çok köklü bir tarihi var, zamanında hindikuş dağlarından, Mısır, Yunanistan, (Anadolu'yu saymıyorum zaten) Libya, Hindistanın yarısını içine alan büyük bir imparatorluk. Hiç sömürgeleştirilememiş. 88.5 milyon nüfusunun önemli bir bölümünü Azerbaycan, Kaşkay Türkleri oluşturuyor. Şiiliğin merkezi. Jeopolitik öneminin yanında derin bir kültürü var. Hayatlarında şiir önemli. Kapitalizm teğet geçmiş. 45 yıldır ambargo altında. Küçücük çocuklardan, bastonlu ihtiyarlara kadar Sadi'nin, Hafız'ın, (yeraltında Hayyam'ın) şiirlerini biliyorlar. Sineması güzel, şiiri güzel, müziği güzel. Bir haftaya yakın bir zamanda 4 şehir ve bir iki kasaba, köy gezdim. İşte işinize yarayabilecek hap gibi bilgiler.
   İran'da rejim ve halk birbirinden ayrı. Rejim ciddi olarak nekrofiliden muzdarip. Aşağıdaki Tahran metro haritasından bile bu anlaşılabilir. Her hatta bir sürü şehit ismi var. En çok kullandığım hattaki duraklar ise görmelere seza (5 şehit durağından sonra Humeyni'nin musallası geliyor). Her sokakta, caddede, boş alanda şehadeti yücelten afişler, sloganlar. Şehir meydanında füzeler, ihalar, roket rampaları, mollaların abartılı iyileştirmeler yapılmış süpersonik tabloları, afişleri. Neler neler. 
   Buna mukabil insanlar bu nekrofiliden fazla etkilenmemiş gibiler. Umursamazlıktan geliyorlar ya da alışmışlar bilemedim. Nereye gitsem Türkçe konuşan birilerini buldum. Türk olduğunuzu anlayınca acaip bir yakınlık gösteriyorlar. Hemen herkes evinde ağırlamak, yemek ısmarlamak ve hatta "paran yoksa para verelim" türü tekliflerde bulunuyor. Polisin olmadığı yerde kadınlarda hicabı takan pek yok. Olduğu yerde de şöyle enseyi hafiften örten bir eşarp iş görüyor. 
FİNANS&HARCAMA
İran özellikle son yıllarda ciddi bir enflasyon altında eziliyor. Paranızı havaalanında ya da bankalarda çevirmenizi önermem. Sokaktan ortalama %30 daha az riyal alırsınız. Bu işi sokaklarda (özellikle çarşıların yakınında) yapan ellerinde tomar tomar para olan birilerini göreceksiniz. Bozuk dövize az, bütün dövize yüksek kur teklif ediyorlar. Bir iki kişiye sorup pazarlık yapın böyle bile %5-10 fark ediyor. Gelelim kullanılan "tümen" kavramına. Elinizdeki paranın dört sıfırını atın. Hesaplamalarınızı böyle yapın çünkü herkes öyle yapıyor. İran, ucuz bir ülke. Özellikle ulaşım sudan ucuz. Aşağıda açıklayacağım. Kredi kartınız işe yaramayacak. Ambargo yüzünden dünyanın olduğu finansal sistemin dışındalar. İranlılar kendi kredi kartı sistemini oluşturmuş ama gezginlerin alması zor. O yüzden nakitiniz ve ihtiyat akçeniz olsun. En son çare: döviz bürolarının memleketimdeki döviz büroları ile bağlantı anlaşmaları var. Orada paraya ihtiyacınız oldu, gidiyorsunuz döviz bürosuna, Türkiye'deki bağlantılı döviz bürosuna havale yapıp, İran'daki döviz bürosundan tümeninizi alıyorsunuz. Ben yapmadım ama yapanları dinledim.

İLETİŞİM
Irancell hattı almanızı hararetle öneririm. Gittiğiniz yerde Türkçe konuşan birini bulup yakasına yapışın (fakir Şiraz'da Reza diye bombastik bir arkadaşla halletti o işi (+98 917 482 2278 bu cep telefonu onun izniyle paylaşıyorum. Reza'nın hosteli var "Nomad Sky", iyi Türkçe konuşuyor ve pek düzgün bir arkadaş)) gidin bir irancell bayiine, hattınızı kurdurun (350 tümen verdim ben), Aşağıdaki bağlantıdaki uygulamayı indirin ((herkeşler onu kullanıyor) çünkü VPN şart, başka türlü doğru dürüst neredeyse hiçbir uygulamayı kullanamazsınız). 

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.best.free.vpn.proxy&hl=en_US&pli=1

Ardından Snapp! yükleyin. Bunu da playstoredan indiremiyorsunuz. Web bağlantısı şurada ama latin harfli versiyonu yok. Bunun için de birilerinden yardım istemeniz gerekli. Uygulamayı kurduktan sonra latin harflerine çevirilebiliyor. Biliyorum zahmetli ama değer. Snapp İran'ın Uber'i. Her ne kadar ulaşım ucuz olsa da taksiciler turisti iyi seviyor. Bu uygulamayı kullanarak çok komik paralara her yere gidebilirsiniz. 

https://snapp.ir/

VPN'le whatsapp, instagram, X başta olmak üzere tüm uygulamaları kulanabiliyorken, onsuz neredeyse hiçbirşey yapamıyorsunuz. Bırakın bu uygulamaları uluslararası haber kanallarını bile takip etmeniz imkansız. Ciddi bir sansür var. Ancak ben VPN kullanmayan İranlı görmedim. Bir hafta için 5GB lık internet gani gani yetti (online toplantı falan yapmayacaksanız).

YEME&İÇME
Beklentim yüksekti, hayalkırıklığına uğradım. İran'ın kendine özgü ve damak tadımıza uygun bir mutfağı yok bana göre. Kebap kültürü gelişmiş, etleri lezzetli, yöresel dedikleri yemeklerde de Hindistan etkisi var. Patlıcanlı, etli, tahinli ezmeleri, pirinç köfteleri, salataları öyle damak çatlatan vaatlerde bulunmuyor. Piliç şişe cüce kebap demeleri komikti. Şuraya İsfahan'daki Nakşıcihan meydanındaki aynı adlı restoranın mönüsünü bırakayım bir fikriniz olsun.
Şekeri çok seviyorlar. Şiraz'a özgü Faloodeh denilen bir tatlıları var ama pek ahım şahım bir şey değil. Çayın yanında dört çeşit şeker geliyor. Çay demişken bir hayalkırıklığı da çayda yaşadım. Çocukluğumuz hep "kaçak İran çayı" efsanesiyle geçtiğinden beklentim yüksekti. Çay yaygın olmasına karşın şöyle güzel bir çay denk gelmedi (hem fine dining restoranlarda hem de en sefil çayhanelerde). 
Velhasıl aç kalmazsınız ama "hımm bu da çok güzelmiş" diyeceğiniz bir tabak bulmanız da bana göre zor. Havaalanı dahil bir çok yerde soğuk içme suyu veren sebiller var. Termosunuz yanınızda olursa susuzluk çekmezsiniz. 

KONAKLAMA
Memleketimden doğuya gidildikçe yıldız standartınızı iki düşük olarak hesaplamalısınız. Temizlik asla memleketimdeki gibi değil, yataklar pek sert. Fakir, yalnız seyahat ettiğinden hep hostelleri tercih etti. Özel banyolu odaları var ve sosyalleşmek otellerden daha kolay. Üstelik buralara turistler değil gezginler geliyor. Akşamları ortak alanlarda dönen geyiğin haddi hesabı yok. Kaldıklarımın arasında şu aşağıdakinin standartı diğerlerinden daha iyiydi. Misafir dostu, kredi kartı geçiyor (komisyonları epey yüksek), ingilizce iletişimde sorun yok, yatakları yumuşak, çözüm odaklı personel vs. Öneririm yani. Sadece Tahran ve Isfahan'da var. 
https://heritage-hospitality.com/
Tahran Heritage Bahçe

Bu arada İran'da booking.com çalışmıyor. Hostelworld ya da otellerin kendi web sayfalarından ayarlama yapmak zorundasınız. 

ŞİRAZ
Güzel kent. İnsanları kibar. Temiz (yolda birisi bana "Türkiye'de insanlar yere sigara izmariti atıyorlar. Niye ki?" dedi, cevaplayamadım. 
Şah Çerağ mutlaka görülmeli. Girişte ciddi güvenlik kontrolü var (birkaç yıl önce bombalı bir saldırı olmuş, insanlar ölmüş, keyiflerinden yapmıyorlar yani, saygı duymak lazım). Çantalarınızı binanın dışındaki ücretsiz hizmet veren emanete bırakmanız gerekiyor. Devlet yanınıza ingilizce bilen bir rehber veriyor. Bizimkisi Şiiliği anlatmaya başlayınca biraz hasbıhal ettik ve sustu. "Sen benden çok biliyorsun" dedi. Geniş bir kampüs. Ana binadaki Işık Kralı'nın kabrinin olduğu konum, ayna delisi bir yer. Ömrümde böyle bir şey görmemiştim. Etkileyici. Turistlerin kabrin etrafına girmeleri yasak. Ben turist olmadığım için (gezginim ben!) gittim, gidemediğim yerlerden farklı bir yanı yoktu. Nedir: 1 saatte biter.
Nasr El-Mülk Camii var vitraylarıyla meşhur. Sabah saatlerinde renkli pencerelerden gelen ışık pek etkileyici oluyormuş. Ben sabaha yetişemedim ve gördüğüm diğer İran camilerinden farklı birşey göremedim. Bu arada bir girdi yapayım müze ve ören yeri girişleriyle ilgili. Tüm camiler, müzeler, ören yerleri İranlılara ücretsizken turistlere 250 tümenden başlayan fiyatlarla açılıyor. Bırakın bu yerleri Hafız'ın kabrine giriş bile (mezar ziyareti yahu!) 250 tümen. Veremeyeceğimden değil ama uygulama bana haksız geldiği için birbirine benzer yerlere bu parayı vermedim. 
   Persepolis Şiraz'a 60 Km.Türkçe konuşan birileri size musallat olup 1000 tümene sizi oraya götürüp getiririz diyecektir. Sıyrılın onlardan. Snapp!'ten bir araç ayarlayın 80 tümen, dönüş için de 100 tümen derseniz orada sizi bekleyecektir. Giriş ücreti de 350 tümen. Tamamdır. Şehir M.Ö.6. yüzyılda Darius tarafından nevruzu kutlamak amacıyla kurulmuş, halefi Zerzes (hani 300 Ispartalı'daki cinsel sapık gibi gösterilen Pers Kralı) daha da büyütmüş. Etkileyici bir yer. Kapalı müzesi de var, tepelerdeki kral mezarları da. Hava sıcaksa çıkmayın çünkü uzaktan ne görüyorsanız o. İçerisi yasak. Rölyefler, sütunlar, heykeller; 2500 yıldan yaşlı olduğu düşünülürse etkiliyor insanı.

ISFAHAN
   Şiraz'dan bindiğim gece otobüsü derken otobüsler hakkında bir girdi yapayım. 
   İrandaki otobüsler bizimkilerin 45 kişi doldurdukları araca 30 koltuk koyuyor. Koltukların araları geniş 2+1 düzeni var. Koltuklar neredeyse yatay yatıyor ve baldır desteğiyle uçaklardaki business class tip bir düzende gidilebiliyor. Araçlar ve koltuklar eski ama rahat. Otobüs biletini hostel resepsiyonu alıyor, parayı onlara veriyorsunuz, biletin bir fotoğrafını çekip snappten bir araçla otogara gidiyor biniyorsunuz. Seyahat süresince kafalarına göre molalar veriyorlar, haritalarda hesapladığınız saate 1-2 saat ekleyip öyle belirleyin seyahat sürenizi.
   İsfahan da güzel şehir. İnsanları rahat, saygılı, çok az dilenci gördüm, para isteyen kimse olmadı (başka arap ülkelerinde bu çiledir çünkü, bilen bilir). Nakşıcihan Meydanı diye bir yer var, görmelere seza. Akşamları tıklım tıklım. Her fasadında bir yapı. Ali Kapı Sarayı, Şeyh Lütfullah Camii, Şah Camii ve Kayseriye kapısı. Çepeçevre duvarlarının içi kapalı çarşı. Güzel kafeler, restoranlar, lokantalar var. Ben burada normalmiş gibi yazıyorum ama dediğim her yapının olağanüstü güzellikte girişleri, çinilerle kaplı kapıları, insanı afallatan süslemeleri var. Gece aydınlatması daha da etkileyici. Couchsurfingden irtibat kurduğum Ali adlı bir öğretmen gezdirdi beni. Derken bu uygulamaya da bir giriş yapayım. İran'a gittiğinizi beyan ederseniz muhakkak çok sayıda yardım talebi alacaksınız bu platformdan. Hiç bir çıkar gözetmeksizin sizi gezdirecek ve hatta misafir etmek isteyeceklerdir. Kalma sürem kısa olduğu için kimselere misafir olmak istemedim ama Ali bana gezdirdi şehri. Başka bir davet de aldım, akşam toplanıp "komplo teorilerinin" dibaçesini tartışacaklarmış. Vaktim çok olsaydı katılırdım. Ama traş olmaya fırsat buldum. Berberlerde koltuğun önünde lavabo yok. Saç ve sakal traşına aynı parayı alıyorlar ve tüm servisi susuz yapıyorlar. Vel minel garaip!


Ali beni Khajoo köprüsüne götürdü. Bu mevsimde nehir kurumuş ama gece aydınlatmasıyla görüntüsü pek yahşi. Akşamları gençlerin bu köprüde gazel söyleme geleneği var. Köprünün iki ayrı girişinden gazeller söyleyerek ortada buluşuyorlar. Şu şarkıyı dinledim ve güzeldi. İnsanlar akşamları burada sosyalleşiyorlar. Hareketli bir yer, görülebilir.
   Ali, rejim yanlısı bir öğretmen. Akşam "heyat" dedikleri bir törene götürdü fakiri. Bir caminin avlusunda toplanan haremlik, selamlık; geçenlerde öldürülen hizbullah lideri için topluca göğüslerini yumrukladılar. Hizbullah bayrakları açıldı. Tahran'dan canlı yayında, iktidarın bir numaralı dini şarkıcısı ritmik birşeyler söylüyor herkes eşlik ederek göğüslerine vuruyorlar. Bayrağında AK47 olan ve ölümü bu kadar yücelten bir ideolojiye bağlılık garip geliyor fakire. Neyse ne. Çok hoşlanmadığımı belli ettim ve en kısa zamanda ayrıldım.
 
İkinci gün hostelde tanıdığım Fatemeh rehberliğinde gezdim. Ara sokaklarda İslami Miras Müzesini gördüm. Açık ara en güzel vitraylara sahip bina. Ferahfeza bir kafesi var. Burası da görülebilir.
Şöyle de yıldıznameyi andırır bir menüleri var. Fatemeh'in dediğine göre ancak çok küçük bir kısmı yiyecek içecek yazılıymış ama olsun görünüşü pek havalı.

   Aradaki kapalı çarşılar, küçük pasajlar pek orijinal. Burayı bitirmek ancak 2 gün tam randımanlı gezmekle mümkün olur. İrana gelmişken safran almamak olmaz. Çarşılarda sordum gramını ancak 8 USD'dan 5e düşürdüler. Ali sağolsun mahalle marketine götürdü beni kasiyere sordu, kızcağız alttaki çekmeceden çıkardı paketli safranları. Turistik yerlerin 5te 1i fiyatına aldım. Hem de daha kalitelisini. Minyatür işiyse tecrübe gerektirir. Nakşıcihan meydanına çıkan Posht Matbakh sokağında bir yeri gözüme kestirdim. Girdim temiz yüzlü bir gençle uzunca sohbet ettim. İlber Hoca'yla çekilmiş fotoğrafını gösterdi. Üstad buraya geldiğinde topluca minyatür alırmış. Piyasadaki minyatürler genellikle öğrencilerin yaptıkları ticari şeylermiş ve yüzey büyüdükçe kıymeti azalırmış. Güzelce bir parçayı gözüme kestirdim, pazarlık işe yaradı (çok da abartmadan, çünkü ciddi emek harcanmış) ve attım küçük sırt çantama. İran'dan kendime aldığım yegane şey de bu oldu. Burada bir girdi yapayım. Tüm bu geziyi 2.5 kg.lık bir küçük sırt çantası demeye dilim varmıyor çantacıkla yaptım. 
   Hafız'ın kabrini ziyaret ettim. İrem Bahçesine gittim. Vakit kalırsa gidilebilir ancak olmazsa olmaz değil. 

TAHRAN
İran'ın Ankara'sı diyebiliriz. Çok eski bir tarihi yok. Acaip bir trafik sorunu var. Ben ki Ankara'daki sürücülere rağmen araç kullanabiliyorum. Burası bir değişik. Neyin nereden çıkacağı hiç belli olmuyor. Kurallar yok, ancak büyük kavşaklarda trafik ışıklarına uyulabiliyor. Ve her daim bir sıkışıklık var. O yüzden genellikle yaygın ve hızlı olan metroyu kullandım. Metroda kadınlar için ayrı vagon var ama isteyen kadınlar karışık vagonları da kullanabiliyorlar. Her metro girişinde 5 tümene bilet satan gişeler var ve metro açık olduğu sürece açıklar.

 Aşağıdaki fotoğrafta görüleceği üzere (Heritage'ın da öyleydi) çoğu eski kapıda iki farklı çalma aparatı var. Kadınlar için, erkekler için. Böylece evden, gelen kişinin en azından cinsiyetini anlayabiliyorlar.

   Kaldığım hostele (Heritage bu arada, öneririm) yakın Gülistan Sarayına gittim (Davar Cd. üzerinde (şaka gibi)). Heryeri görmek isterseniz 15.500 tümen ediyor. Ana bina ve bir kaç küçük salonu gezdim. Gani gani yetti. Şöyle söyleyeyim Şah Çerağ'ın yanından bile geçmez. Gitmeseniz de olur. 



ZORHANE
İkinci gün İsfahan'dan tanıdığım Fatemeh bir mesaj gönderip, hep görmek istediğim bir fonksiyonel zurkhaneh salonunun yerini ve bir irtibat kişisinin bilgisini (09125944336 Morshed Khajevandi) gönderdi. O akşam 6buçukta bir seans yapılacağını da doğrulayınca atladım snapp!e (şehirdışında bir yer çünkü) gittim. Sanayinin ortasında bir salon. Zaman yaklaştıkça birtakım adamlar (çoğu da iri yarı) gelmeye başladılar. Sert görünümlerinin aksine çok dostane ve güleryüzlü bir yaklaşımla hepsiyle kucaklaştık. Seansı yönetecek arkadaş geldi bir yüksekçe kürsüye kuruldu, devasa dümbeleğini aldı ve ritmik bir müzikle beyitler söylemeye başladı (dediklerine göre önemli bir kısmı Mevlana'danmış). Ortadaki çukurdakiler müzikle gayet uyumlu bir şekilde 45 dakika kadar ciddi terlediler. Bu arada gülbank çekerken fakirin ismini de zikrederek alkış verdiler. Yeniyetmeliğimden beri bu kadar mahçup olduğumu hatırlamıyorum. Bitince etrafımı sarıp "bana konak ol, gel yemek yiyelim, paran var mı yoksa verelim" teklifleri yaptılar samimi bir şekilde. Böyle bir yakınlık görmedim. Neticede gece uçuşumun olduğunu söyleyince beni taa hostelimin önüne kadar araçlarıyla bıraktılar. Çok etkilendim. Dediklerine göre şehir içinde de varmış zorhaneler. Ancak ben kendi tecrübemden ziyadesiyle memnun kaldım. Gidince araştırıp izlemenizi öneririm. Bir nevi kadim aerobik&pilates (sadece erkekler için olması dışında pek bir fark yok (her yeri çalıştırıyor, müzik var, üstüne şiir var. Daha ne olsun!)).


   Tahran'daki son gecemde İran İsrail'e 200 kadar füze sallayınca hava sahası kapandı ve fakir üçüncü uçuşu da iptal olunca karayoluyla gelmeye karar verdi. Hemen resepsiyon bir Tebriz otobüsü bileti ayarladı. Azadi meydanının yanında (bu arada görmeseniz de olur, çirkin bir heykelin etrafındaki bomboş bir meydan) otogarda Tebrize revan oldum. Anlatması yaşamasından zor, otobüs, taksi, dolmuş, otostop ve daha başka birçok tekerlekli vesaitle Kapıköy sınır kapısına vasıl oldum. Buradan Van'a dolmuşlar var. Birine atlayıp rahat bir gümrük kontrolünden sonra (nasıl rahat olmasın, tüm bagajım üç kiloyu bulmuyor!) Van'da şöyle bir toprağı öptüm. Bitik olduğumdan uçuşa kadar ancak Van Kalesini ve Van Müzesini gezdim. Müze güzel, iyi düzenlenmiş ve beklenen frekans: bomboş. Kalenin tepesine çıkmaya gerek yok, uzaktan daha güzel görünüyor. Müzekart her iki yerde de geçiyor. Bu arada e-devletten müzekart çıkarmanızı öneririm. 60 TL.ye yurdumun tüm müzelerine giriyorsunuz. 
   Dönüşüm maceralı ve birazcık da sıkıntılı olduğu halde tüm İran gezimden geriye sadece hoş duygular kaldı. Artık gittiğim yeni destinasyonlara sadece müze, doğa görmeye değil, kültürü ve günlük yaşantıyı tecrübe etmek için gidiyorum. İran'ın insanlarını sadece gülümseyerek hatırlayacağım. Hostellerde kalmak da insanın bakış açısını genişletiyor. Bir midibüs insan tanıdım. Şiraz'da Reza, Ahmed; İsfahan'da Güneş, Fatemeh, Ming, Muhammed, Fariza, Yeni Zelanda'lı bir çift (Lizbon'dan buraya bisikletle gelmişler), Çinliler (artık her yerdeler!), Danimarkalılar; Ali, kardeşi Mehdi, Samsun'dan Derviş, İran'da Almanyalı ses mühendisi İman, İran Ermenisi Vahe (ki onunla yaşadığımız sohbet ayrı bir yazı konusu olur) ve daha kimler kimler. Velhasıl; yaşadığımız kozaları biraz kırıp arada böyle sergüzeşt seyahatler yapmak feraseti arttırır. Fırsat bulduğunda kaçınız efendim!

25 Eylül 2024 Çarşamba

"Go! Eko-Diktatörlük" Ekolojik Distopya.

   Devir değişti, artık kitapların tanıtıcı klipleri yayınlanıyor. Bağlantı üstte. Konusunu merak eden tıklar ve yazının kalanını okumaz. Günümüzde çoğunlukla yapıldığı gibi. Okumak zihni daha çok yorar, daha fazla oksijen harcamanız gerekir, kalbin daha çok pompalanması gerekir. İçgüdü de buna karşı koyar, kolay eylemi seçer. Okumayız, izleriz, eblehleşiriz. 

   Kitaba dönelim. Kısaca ekolojik distopya diyebiliriz. "İyi bilimkurgu, iyi edebiyattır" mottosunu yanlış çıkaran bir eserdir. İşlediği bilgiler son derece ufuk açıcı, beyin tokatlayıcı olmasına karşın fakire göre bir roman değildir. Çok eksenli ilerleyen olaylar örgüsü birbiriyle ilgisiz ve edebi kurgudan uzaktır. Yazarımız da bunu idrak etmiş olacak ki, kitabın başında kahramanlarının şeceresini belirtmekte fayda görmüş (ben de faydasını gördüm).

    Altını üstünü çizdiğim yetmezmiş gibi (hiç adetim olmadığı halde) kulaklarını büktüğüm sayfalar oldu. 31 yıl önce bugüne dair yaptığı saptamalar, yaşanan zamana ilişkin yürüttüğü tahminler çok yerinde. Devamlı büyüme üzerine kurulu bu ekonomik model, muktedirlerin çoktandır farkında olduğu halde göstermelik birtakım (Bkz.Green Deal (yahut büyük yalan mı desek ne desek! Mahmut mu desek)) çevresel kaşıntılarla pazarı oluşturan kitlenin gazını alıyor (bir tişörtün imalatı için 2700 (İKİBİNYEDİYÜZ) litre su harcanıyor). Siz diş fırçalarken suyu kapatıyorsunuz ama çöpe attığınız her tişört için üç tona yakın harcanmış suyu da boşa çıkarmış oluyorsunuz. (fakir, partallarını yer bezi yapar, toz bezi yapar asla atmaz). Böyle örnek çok!

   Gaia ölmek üzere olunca yapılan ekolojik darbe de (ki bombastik de bir devrimdir ha! (para, reklam, medya, seyahat, özel araç külli yasaktır)) zamanla güç zehirlenmesine uğrayıp bir nevi diktatörlüğe evrilir. Ama bu zaten bildiğimiz birşeydir. Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar. 31 yıl önce AIDS en büyük sağlık sorunuydu. Kitapta da öyle. Nedir: papaz her zaman pilav yememektedir. Bilimkurgucular da çuvallar (Bkz.Galaksilerarası seyahat).

   Hülasa; zihin açmak için okunur, edebi zevk için okunmaz diyerek bağlayalım.

Hamiş: 219. sayfada yazarımızın düşüncelerinin Abdurrahman Dilipak'la uyuştuğunu görünce pek güldüm.

11 Eylül 2024 Çarşamba

"Metamorfozlar" Felsefi.

   Emanuelkoççiya filozof. Dönüşümlere çalışıyor ve yaşadığımız bu ilginç günleri hem bireyin hem toplum açısından bu kavramla ilişkilendirip kendince açıklıyor. İş Bankası 21.yüzyıl kitaplığı da bu çalışmayı, işbu seride basıyor. 
   110 sayfalık metni hızlı okumayla bitirdiğimi itiraf etmeliyim. Son yıllarda okuduğum felsefi metinler, beynimin felsefe bölümünü doldurdu mu nedir? Somut bilgiyle açıklanan durumlardan, öznel düşüncelere odaklanamaz oldum. Kaldı ki yazarımızın öne sürdüğü durumlar bildiğimizden farklı ve daha önce söylenenlerden farklı değil. Değişim, diyalektik hayatın temeli. Velhasıl şu aralar benim için pek uygun değildi. Bilemedim yani!

8 Eylül 2024 Pazar

"B, Bira" Arpa Suyu Masalı.

  Omuzlarımın üstünde taşıdığım gri kitleyi zorlayan bir kitapla üç haftadır cebelleştiğimden paralel okumalarım ruhu havalandıran metinlerden seçiliyor. Ne okumak ruhu havalandırır? Elbette ki Tom Robbins!
   Yavaş yavaş okumaya kararlı olduğum halde çabucak bitti (zaten 100 sayfa). 
   Gracie henüz altı yaşındadır. Pek sevdiği filozof amcası onu bir bira fabrikasına, biranın imalat sürecini götürmeye söz verir ama gerçekleştiremez. Olaylar gelişir. 
   İster inanın ister inanmayın kitabımız çocuklara masal olarak yazılmış. (Dalgacı yazarımızın tabiriyle: çocuklar için erişkin, erişkinler için çocuk kitabı) Çocuklara okunabileceği gibi ruhunda o büyülü günlerden esintiler kalmış her ruhu çocuk olana da çok güzel gelir. Bira perisi var misal: hiç bir şeyin siyah beyaz ve hatta saf beyaz ve pür siyah olmayacağını söylüyor (yaşasın kuantum dolanıklılık). Bir gizem tarifi yapıyor, okuyanlar muhakkak anlayacaktır ben de anladım ama anlatamıyorum. Bu gizeme ancak kararında bira ile (ne az ne de çok) pek az bir mutlu azınlık vasıl olabiliyor. Biraya ilişkin güzel bilgiler içeriyor ama hayata dair çok daha güzel bilgiler var.
   Gündemden içi kararanlara, akademik okumalardan farıyanlara, gönül yarası çekenlere, sosyal ilişkilerde çuvallayanlara, parmağını kapıya sıkıştıranlara, basuru azanlara birebirdir efem.

Birkaç alıntı yapayım da metnin geneli hakkında bir resim oluşsun:
"alışveriş merkezine her gidişinde, ruhundan bir parça yitirirsin içinde"
"golfün ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? sıçrayamayanlar için basketbol, düşünemeyenler içinse satranç demektir golf"
"hep böyle cesur olacağına dair bana söz vermeni istiyorum. devlet memuru kılığındaki sömürgenler seni abartılmış, içi boş tehlikelerden koruyacağız dediklerinde arkanı dönüp kaçacaksın. seyahat etmekten, senden farklı insanlardan, örümceklerden, yarasalardan, serserilerden, dişçilerden, avukatlardan, akranlarının baskısından, zevksizlikten, toplum tarafından dışlanmaktan korkmayacaksın. sakın seni korkutmasın emniyetsizlik hissi ya da şeker cinleri... unvan sahibi adamların karşısında el pençe divan durmayacaksın ve en önemlisi sevmekten korkmayacaksın, sevginin karşılıksız kalabileceğini düşünsen bile."

6 Eylül 2024 Cuma

"Klara ve Güneş" Ishiguro'dan YZ Yorumu.

 Kazuo Ishiguro'yu "Never Let Me Go" ile tanımış ve afallamıştım. İçinde hiçbir teknolojik öge olmayan bilimkurgu nasıl yazılır göstermişti. Sonra "Gömülü Dev"i okumuş ve açıkçası pek de hazzetmemiştim. YKY'de rafları dolaşırken gördüm ve aldım. 
   Kazuo Bey, Beni Asla Terketme'deki formülü modomod uygulamış. Olaylar gelecekte zuhur etmesine karşın hiçbir teknolojik yenilik yok. Başkahramanımız Klara adlı YZ donanımlı bir android. Güneşle şarj oluyor ve güneş onun için enerji kaynağından başka bir şeylere tekabül ediyor (bizim yaradan düşüncemiz misal). Josie diye sağlığı sorunlu bir yeniyetmenin can yoldaşı olarak satın alınıyor, olaylar gelişiyor. 
    Ortaların sonuna kadar düz okudum. Pek de "amanın akşam olsa da sayfaları çevirsem" dediğim olmadı. Ancak, Bayan Ishiguro'nun sevgili oğlu yine yapmış yapacağını! Önceki romanında olduğu gibi ortanın sonlarında zihne olmadık spagatlar açtırıyor. Yapay zeka: iyi güzel, empatiyi, duyguları, tepkileri ve insanevladının zamanla geçirdiği değişimleri içselleştirebilir. Bunu gayet güzel canlandırabilir de. Lâkin; bizleri insan yapan, ruhumuzu betimleyen değerler diğer insanların algılarında gömülüdür diyor Kazuo Bey. Çok içli değil mi?  
   İnsana olmadık şeyleri düşündüren ve sorular sorduran kitaptır. Ham bilimkurgu okumak, zihnini yormak isteyenlere öneririm. Sadece ben değil Biligeyts ve Obama gibi emekli tayfası da 2021'in en okunası kitabı diye öveduruyollamış. 

   Ayrıca; Ekim'in 19'unda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin Baykuşcon etkinliğinde 16:00'da, bilimkurguyla ilgili yapacağım konuşmada bu minvalde konuşacağım. Gelirseniz beklerim. 

"Gece Mavisi" Salah Usta'dan 1001 Gece Denemelerinin En Adına Yakışanı!

   27 Deneme, 198 sayfa. Salah Usta'nın 1001 Gece Denemelerinin müstesna bir fasılası. Nedir: denemeler genellikle şiirden, edebiyattan, tiyatrodan haz alan kişilerin beğenileri için şımşıkırdak olmasına karşın, bu güzelliklere yabancı kârilere gelmez, sıkar. Ne gam! tüm bu güzelliklerin uzağında olsanız bile yazarımızın dilimize attırdığı taklaları görmek için dahi okunur. Dilin güzelliklerinden kâm alıyorsanız, dudaklarınızın kenarında bir gülümsemeyle sayfaları çevireceğiniz garantidir.
   Otobiyografik kimi denemeler insana şapka çıkarttırıyor. Düşünüyor ve "hımm o zamanlar nasıl bir düşün ve edebiyat dünyası varmış!" diye hayretlere düşüyorsunuz. Mâteessüf (o da nesi?) bu neşriyatın artık satması mümkün değil. Günümüzün modern ve hızlı yaşamında tüketilmek için pek bir rafine. 
   Küçük bir alıntı aşağıda. Hazret, hayatta olsaydı gönül koymazdı bunu bilirim.
"Kısacası, karşı konulmaz bir gücün tutsağı olarak tüm insanlar, kadınlar-erkekler, kösnül isteklerle körleşmiş bir durumda birbirlerinin kollarına atılırlar. Bunu yaparken de düğünlerine, şenliklerine yol gösterenin ölü olduğundan bir an bile kuşkulanmazlar. Ölüm bir eliyle kösnüllük uyandırarak, öbür eliyle uyuşturuculara beleyerek onlara yol açar. Yani Yaşamı veren Ölümdür. Yaşamı alan da Ölümdür. İşin başında ve sonunda sadece o vardır." S.178

3 Eylül 2024 Salı

"Öğretmenler Odası" Kısmetim Sertten Yana.

 Görüşlerine değer verdiğim iki arkadaşımdan olumlu geri dönüşler almış ama nedense vizyonda kaldığı zaman izleme fırsatı bulamamıştım. Niş bir salonda tek gösterimini kaçırmadım (bu arada Ankara'da Kavaklıdere Kült'ü sinefillere öneririm (izleyici kitlesi sinemaseverler, salon güzel)). 
   İlker Çatak (yönetmenimiz) çok katmanlı, tek mekanlı, izleyicinin gerginliğini aksiyon olmadan düşürmemeyi başaran bir film kotarmış.
   Almanya'daki bir okul üzerinden; politik doğruculuk, gerçeğin çok yüzleri, doğru&yanlış kavramları, çocuk eğitimi ve daha neler neler teşrih masasına yatırılıyor. 
   Film hakkında görüş veren dostlar, Almanya doğumlu ve büyümlüler. Filmi daha iyi anlamak için o ruhun içinde şekillenmek elzemdir buyurdular. Lakin fakir bu ruhu; gerek yaptığı sık seyahatlerde gerekse tanıdığı alman ve alman ruhlu arkadaşları sayesinde az biraz tanıyor.
   Burada izlediğim kavramlar üzerinde ahkam kesmeyeceğim. Yönetmen bey sağolsun üzerinde uzunca tartışılacak bir şey yapmış. Ancak, filmin belki de en az vermeyi hedeflediği pedagoji ve eğitim konusunu şöyle bir hatırladım ve maarifimizin halini düşündüm. Gözlerim buğulandı. Kordelamız hakkındaki tek eleştirim; baştan sona o gergin tempoyu koruyan biteviye yaylılardı. Zaten senaryo ve kurgu yeterince gerginken böyle bir müzik kullanmak gerginliği pek arttırıyordu. Ama bütünüyle değerlendirdiğinizde sarfınazar edilecek bir ayrıntıdır.
   Velhasıl öneriyorum. Pişman olmazsınız.

1 Eylül 2024 Pazar

"Boyalı Kuş" Çok Sert!

 İlk gençliğimin başlarında okuyup çarpıldığım Kosinski opus magnumunu gittiğim iki günlük gökova kaçamağında bir kez daha okudum. Yine irkildim ancak eskisi gibi değil. Nedir: aradan geçen uzun zamanda (ilk okumam geçen yüzyıldaydı) SSCB dağılmış, Avrupa'nın ortası eski harabatını yitireli çok olmuş. Hülasa; kitabın gerçekliği geride kalmıştır. 
   264 sayfalık kitabımız çok akıcı bir dille yazıldığı ve havsalalara sığmayan satırları olduğu için iki günlük yolculukların boş zamanlarında kolayca bitirilebilir. Küçük bir çocuğun gözünden savaşın ettikleri konu ediliyor. Kitabın sonunda Jerzy Bey'in kitabın kendine ettikleri de faş edilmektedir. (Manhattan'daki dairesini basan iki kişi tarafından gazetelere sarılı demir borularla darp edilişi falan (daha neler))
   Öyle "tatilde okuyayım da ruhumu hafifletsin" tarzı bir roman değildir lakin başlayınca da bitirmemek mümkün olamamaktadır. Bunun filmini de yazmıştım zamanında. Ne öneririm, ne de önermem. 

18 Ağustos 2024 Pazar

"Cache" İçselleştirdiğimiz İkiyüzlülüğümüz.

 Mevsim yaz, izinler bitti, Ankara'yı bekliyorum. Boş pazar öğleden sonrası ne yapılır Kavaklıdere Kült'e gidilir Haneke'nin "Cache"ı izlenir. Fakir de öyle yaptı. 15 yıl önce falan izlemiş bir çarpılmıştım (internetten emip monitörde izlemiştim (ne ayıp!)). Yazmamışım bir yerlere, unutmuşum da. İyi oldu tekrarlamam.
   Jorj ve En (Denyıl Otöl ve Cülyet Binoş, pek severim) tipik avrupa burjuvaları. Derken adreslerine, evlerinin çekildiği video kasetleri postalanmaya başlar. Bir suç unsuru yoktur ama olaylar gelişir.
   Bir ülkenin kendi tarihiyle yüzleşmesi kolay şey değildir. Hele ki olaylar öyle çok uzun zaman önce olmadıysa (linki buraya bırakıyorum meraklısı bakar). Haneke olayı jorjun bakış açısından aktarıyor ama yine yapıyor yapacağını. İnce görüşleri izleyiciden bekliyor (oğlanın şımarıklığından dolayı iki masum geceyi gözaltında geçiriyor mesela (ne gam!)). 15 yıl önceki ben daha toymuşum birçok yeri görememişim (iyi filmler her izlendiğinde yeni şeyler öğretebiliyor). 
   Yalnız aşağıdaki sahnenin 10 saniye sonrası şöyle bir irkilerek nefesimin kesilmesine yol açtı. Sonraki 5 dakikada jorjun ağzına kürekle vurasım geldi. Hele final sahnesinde uykuya yatışı iyiden çileden çıkardı fakiri. Üstelik kendi perspektifinden vicdanı rahat (ya benim ya onların vicdanı yanlış). Bu eski dünyanın mavi kanlılarını nasıl yapmalı bilmem? Kızgın çıktım filmden. Haneke filmlerinden zaten gülümseyerek çıkılmaz. Ama izlenir mi izlenir. Hem de 10 yılda bir de izlenir.

Hamiş: Afişteki leke çok zor unutulur. Zavallı Majid.

"Her Umut Ortak Arar" Yalnız Değilmişim.

   Nilay Örnek'i podkestinden biliyorum (Nasıl Olunur?). Dersine iyi çalışıyor, kimi zaman konuğundan rol çalıyor, biraz fazla kaçırıyor konuşmayı ama dinlemesi gayet keyifli (özellikle uzun yolda araç kullanırken iyi gidiyor, ya da yemek yaparken). Son kitabını aldım.
   Altını üstünü çizdiğim yerler olduğu gibi hiç adetim olmadığı halde kimi sayfaların kulaklarını büktüm. Bu şu demek: ikinci okumada önce kıvrık yerler okunup öyle başlanılacak. 40 başlık, 320 sayfa, sonda kuşe kağıda basılı güzel bir fotoğraf albümü var. 
   Bitirince (hemencecik de bitiyor) dedim: "varmış benim gibi birileri hala". Şöyle örnekleyeyim efendim: geçtiğimiz yıllarda sirkeci garının yanından babıali yokuşunun başındaki köşede bir tatlıcı görmüştüm. Çok havalı bir dekorasyon, bıyıklı bir şahsiyetin çinili bir logosu "bilmem ne efendi since 18.." . Girdim içeri, sorumlu biriyle konuşmak istedim. Gençten bir yeni osmanlı zuhur etti. Önceki dükkanınız neredeydi dedim. Burada diye cevaplayınca "-bak kardeşim benim çocukluğum burada geçti burası 40 yıl önce kırtasiyeciydi, bana 1800 küsurlu yıllardan beri hangi dükkanda olduğunuzu söyleyin. İstanbul'daysa bilirim" deyince gıkmıkhık cevabını aldım ve bir lahavleyle attım kendimi dışarı (yaş aldıkça huysuz ihtiyarlara dönüşüyorum galiba). Göz göre göre yalan söyleyip müşteriyi kandırıyorlar (her iki taraf da mutlu, sana ne oluyor arakolpa?).
   Başka bir örnek: Babamın terzi atölyesinin olduğu İstiklal caddesindeki Olivo çıkmazının yüzlerce yıllık ismi olmuş Olivya çıkmazı. Zeytinden kadın ismine evrilmiş, kimsenin de gıkı çıkmamış. Böyle böyle hafızasızlaştırılıyoruz. Kasıtlı değil belki ama nobranlıktan olacak. Bunun gibi kafayı gereksiz yere taktığım daha birçok konu var kitapta. 
   Okuyunca içinizin hafifleyeceği, kuşların dallarda cıvıldayacağı bir metin değil. Lakin enseyi de karartmıyor. Bir ucundan tutuyor verdiği kurtuluş reçetelerinin. En azından digemkârlığı, nezaketi, kentliliğin ne olduğunu öyle fazla bir çabaya gerek kalmadan benimseyebiliriz. Bununla ancak kendimizi ve yakın çevremizi etkileyebiliriz. Daha fazlasını yapmak istiyorsak (ki istemeliyiz yoksa gitti gider!) biraz k.çımızı kaldırmak zorundayız. 
   Hülâsa öneririm efendim!

11 Ağustos 2024 Pazar

"Soğuk Kazı" Birhan Keskin'den İnciler.

   Son yıllardaki favori şairlerimden Birhan Keskin'den üç kitap birarada. Üç kitap birarada deyince aklınıza kalın bir şey gelmesin sadece 63 s. (şiir kolay gelmiyor!). Şiir değerlendirmesi her açıdan öznel bir şey olduğundan, fakirin ruhuna dokunan bir iki alıntı yapacağım. Sadece son bölüm "Soğuk Kazı"yı birkaç kez okumama karşın çözemedim. Meraklısı kaçırmayacaktır zaten.

"Dünyaya tortullar tabakalar yarlar gerektir.
 İçerde çok yanmışa dışarda karlar gerektir." (S.11)
Gerektir'i kullanan birini görmek de pek hoşuma gitti.

"Mıh I
Kalbimden ayağınaydı yolum,
Gördüm, hep seni gördüm.
Kara gecede, kara uykuda yürüdüm.
Bomboştu her şey, elimde bir dünya tarağı
Gök ağlıyordu, ben zülfünü ördüm.

Kubbem yok ki benim, bir tepsinin kenarında uykum
Dönersem, aşağ'sı çok yüksek
Düşeceğim nasılsa gördüm.
Dünya beni sarmazdı sarmalamazdı döndüm.
Gök ağlıyordu, ben zülfünü ördüm." (S.34)

"Mıh II
Kalbimin günbatısı, bu buz kesiği
bendeki lal, bu bendeki mıh.
söktüm senindir, sana bağışladım
ağaran saçımı, senindir, al." (S.35)

"Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak" Aspirin!

   Yazarımız Frederiklenoar madagaskar doğumlu, 20'li yaşlarda hindistanda sosyal yardım projelerine katılmış (bunlar kitaptan okuduklarım). Vikipedide sosyolog filozof ve yazar titrleri var. İş Bankasının 21.yy kitaplığını okumaya hallenince açtık sayfalarını. 
   A o da nesi! Yarım günde bitti. Uzunluğu değil çabuk bitirmemin nedeni(57 sayfa) . Çok daha kısa metinlerin üzerinde çok daha uzun okumalar yaptığım oldu. Nedir: yazarımız yaşadığımız covid belasından hemen sonra, o musibetin etkilerinden insanların çıkış yolu bulması için yazmış bu hap gibi metni. Kısacık risaleyi ona bölmüş ve dara düşen insanevladı için kendinden önce yazılan birçok metinden alıntılar yaparak şıpınişi bitirmiş kitabını (ha eğer şu konuyu merak ediyorsanız bu kitabıma bakın diye ifadeler kullanarak). Spinoza da var Montaigne de Epikuros da (daha da var yazmaya erindim). Altını çizdiğim yerleri daha önce de başka kitaplarda çizdiğimi anlayınca çizmekten vazgeçtim (çizmek diyorum ama fosforluyorum yanlış anlaşılmasın).
   Bence iyi niyetli ama biraz ticari bir eser. Niye bu serinin içine alındığını ise hala çözemedim. Siz bilirsiniz yani. 

10 Ağustos 2024 Cumartesi

"Riya Tabirleri Kitabı" Ali Lidar'dan Burucu Öyküler.


   Bu adamın kitaplarında ruhumu buran bir şey var. Yaşantısını anlattığı kitapları okudum, şiirlerinin büyükçe bir bölümünü de. Hepsinde; fakirin içindeki çabuk acıyan, çok işlemeyen yerlere batan, okurken aniden durduran, öykü/şiir bitince kitabı kapattırıp düşünmeye daldıran satırlar, sayfalar var.
   Riya Tabirleri Kitabı, 14 öyküden 104 sayfadan mürekkep. İlk öykü "James Joyce, Ulysses ve Hassas Kalpler Cehennemi" böğrümü tam da orta yerinden zedeledi. Sonrakiler de fena değil. Goethe, "Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir." vecizesini fakir gibiler için mi söyledi? Yoksa başka şeyler mi demek istiyordu, ona irfanım yetmiyor. Yalnız şuna aydım ki: Bay Lidar ve fakirin "hassas kalpler" tanımı aynı. Sonraki öyküler de bir miktar kurmaca içermesine karşın yine yazarın hayatından kesitler taşıyor. Gariptir bazı öykülerde kendi hayatımdan kesitler de gördüm. Beni pek etkiledi. Bir günde bitti. Sonra yine okuyup yine düşüneceğim.
   Bir şeyler okuyayım da ruhum havalansın diyenlere gelmez. Yalnız öyküler güzel!

"Kötülük" Felsefi bir kavram olarak Kötülük.

   Kılavuz serisinden devam edelim. Bu kez önümüzde hepimizin gayet iyi bildiği bir kavram olan "kötülük" var. Herkesin kendine özgü bir kötülük tanımı vardır ve hemen herkes bununla yüzleşmiştir çoğu zaman. Fakirin kendine özgü tanımı "başkasına zarar getiren bir yanlışı iradi olarak gerçekleştirmek kötülüktür" diye özetlenebilir (di!). Kitaba başlayınca meselenin hiç de bu kadar basit olmadığını gördüm. 
   Pek çok düşünce insanı, filozof, sosyolog (velhasıl sosyal bilimciler) bu konu hakkında düşünmüş, taşınmış, tanımlamaya, konumlandırmaya çalışmış. Bir konsensus (ne işim olur konsensusla) genel uzlaşı yok. Ama yazarımız bu konuda söylenenleri, yazılanları adamakıllı derlemiş toparlamış topu yine okura atmış. Kitabı bitirdikten sonra zihnimdeki kötülük kavramının aslında gayet yeterli olduğunu anlamış oldum. Basit ama yeterli. O zaman niye bu kitabı okudum (çünkü başlamıştım). Üstelik sonlara doğru bu kadar iç bayıltıcı ve nahoş bir konuyu didiklemekten uykularım kaçar gibi oldu. Ne öneririm, ne de önermem. Siz bilirsiniz.

"Spinoza ve Spinozacılık" Felsefecilere Gelir.


   İş Bankası Yayınlarına sardım. Kılavuz serisinden başlamaya hallenince nicedir aklımda olan bu neşriyatı yatırdım rahleye. 

   Yazarımız Piyerfransuvamoro gayet didaktik bir şekilde122 sayfada başlıkta yer alan konuyu didik didik işlemiş. Nedir: tüm metin gayet akademik bir üslup ve yapıyla yazıldığından (okunması zor diyeyim de daha kolay anlaşılsın) sonunu getirmek hayli eziyetli oldu (lanet olsun başladığı kitabı yarıda bırakamama alışkanlığına!).

   Minicik puntolar ve sık satır aralarıyla yazılmış işbu neşriyat, ancak felsefe konusunda akademik çalışma yapanların ilgisini çeker diye düşünüyorum. Eğer hazretin fikirlerine ilgi duyuyorsanız açarsınız "Ethica"yı hazmetmeye çalışırsınız.

7 Ağustos 2024 Çarşamba

"The Seventh Continent" Yine Haneke, yine Dert!

   Bir sefer de bu adamın filmlerinden sonra rahat bir uyku çekeyim horoz keseceğim arkadaş! Eğlenceli Oyunlar olsun, Kaş olsun uyutmamıştı. Bu da kaideyi bozmadı.
   Yıllara bölünmüş filmimiz batı avrupalı ideal bir çiftin hayatına odaklanır. Yakışıklı bir erkek, güzel bir kadın, dünya tatlısı kızları. Başarılı kariyerler, standart üstü ekonomik seviyeler, zahiren sorunsuz giden bir hayat ve evlilik. Kazın ayağı öyle değil! Fazlasını yazamayacağım, izlemeye hallenenler olabilir. Bir daha izlemem ama hiç izlemeyenlere izlemelerini hararetle öneririm. Sıkı bir kapitalizm ve sosyoloji yergisi taşır. Sabi sübyanı uzak tutun ama.
Hamiş: O kadar para kuburu tıkamaz mı? kafam ona takıldı (takıldığına bak arakolpa! (bir psikanalizle oidipus kompleksine dalarsın bu soruyu söyleyince))

6 Ağustos 2024 Salı

"Mutallaka" HRG Sevenlere.

    O kadar kısacık ki, yazsam mı yazmasam mı bilemedim. Kaynana faktörüyle boşanan Akile, ile eski kocası Mail arasında yazılan dört mektup ve bir not. Bunların ışığında durumu temaşa ediyoruz. 
   Fakir e-kitap olarak okudu ama kitapçılarda ikili eser halinde basılmışı var (Mezarından Kalkan Şehit ile birlikte). Abarttım denemez, yarım saatte bitti. Zevkle okudum. Hülasa: HRG sevenlere ve çok zamanı olmayanlara jelibon yermişçesine okuyacakları bu metni öneririm. 

3 Ağustos 2024 Cumartesi

"Labirent" Amin Maalouf'tan Hap Gibi Dış Siyaset ve Güçler Dengesi Özeti.

 Fakir, trompetçi İbrahim'in amcasını roman yazarı olarak bilirdi. Övünmek gibi olmasın belli başlı tüm romanlarını da okumuştu. Bilmek, her zaman için iddialı bir yüklem. Meğer denemeciliği de varmış Bay Amin'in.
   Batı ile hasımları arasında yaşanan yeni çatışmaların ve meydan okumaların kökenlerini dört büyük ulusun tarihi üzerinden anlatıyor 281 sayfada. Meiji restorasyonundan çıkan Japonya, Ekim devriminden çıkan Rusya, günümüzün yükselen ekonomik gücü Çin ve son iki yüzyılda şu küçük mavi kürenin jandarmalığına soyunan ABD. 
   Her ülkeye bir bölüm ayrılmış ve hap gibi bilgilerle nasıl olup da bugüne geldiler güzelce özetliyor. Sonsözde "Yeniden İnşa Edilecek Bir Dünya" ile kapanışı yapıyor. Öngördüğü ABD ve Çin arasında muhakkak bir gerilim olacağı yönünde. Bunun yanı sıra; küresel ısınma, artık iyiden etkilerini hissettiğimiz çevresel yıkım, yapay zekanın hızlı gelişimi, gen teknolojisinde CRISPR ve internet bağımlılığının insanevladını iyiden izole etmesine de kısaca değiniyor. 
   Yazarımız Lübnan'lı olsa da Fransa'nın rahle-i tedrisinden geçmiş olduğundan perspektifinde yoğun bir batılı açısı var. Nalına da mıhına da vurmaya çalışmış ama mesela Stalin dönemini yerlere vurmasına karşın o süreçte yaşanan hızlı ekonomik toparlanmadan hiç dem vurmamış. Çin'in nasıl olup da 2025'de ABD'yi GSMH'da geçeceğinin arka planını vermemiş. Hakkını vermek gerek: uluslararası ilişkiler bölümlerinde giriş okuması olarak yapılabilecek bir özet çıkarmış. Lakin geldiğimiz durumu açıklamak için sadece dış siyaseti sorumlu tutmasına katılmıyorum. Bunun fakire göre tek nedeni var: kapitalizm. Daima büyümek üzerine çalışan bir sistem dünyanın sınırlı kaynaklarına uymuyor. Neyse, okunur mu okunur. Ama çok da içselleştirmemek gerek.