17 Ekim 2025 Cuma

Özbekistan Gezi Notları

GENEL NOTLAR

Ne zamandır aklımdaydı. Gittiğim iyi oldu. En büyük havayolumuzun alt şirketinin Taşkent'e doğrudan uçuşunu bulunca kaçırmadım. Önce Taşkent, (tüm şehirlerarası ulaşımı trenle yaptım) sonra Hiva, Buhara, Semerkand ve dönüş için yine Taşkent.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Görülmeli ama ikinciye gider miyim? Gitmem. Böyle yazdığıma bakmayın (serde snopluk var zaar!) 2nciye giderim dediğim hepi topu bir iki yer var bugüne kadar gördüğüm 44 ülkede.

Şehirleri kısa kısa özetlemeden önce yola çıkacaklara kimi yararlı olabilecek tavsiyeleri şöyle sıralayayım.

Özbekistan yurduma göre daha ucuz (artık böyle rotalar pek yok!). Para birimlerine alışmak pratik gerektiriyor. Kısaca şöyle özetleyeyim. Sondaki üç sıfırı atıp 3.5'la çarpıyorsunuz, tamamdır. Gerçi siz gidene kadar 4'le çarpmanız gerekebilir.

Havaalanından yerel bir sim kart almanız gayet kolay ve ekonomik. Orada aktif hale getirin. Kapsama alanı (biz Özbekcell aldık) fena değil, hızlı da sayılır. 

Turistik yerlerde kredi kartı geçerli ama yüksek komisyonlar var.

Gitmeden Yandex-Go'yu indirip hesabınızı tanımlayın. Tüm şehir içi ulaşım için taksi kullanacaksınız ve cüzdanınız için endişelenmeyeceksiniz. Havaalanlarındaki ve tren garlarındaki tüm taksiciler sizi yandexten soğutup turistik fiyatları iteleme peşinde. Kararlı olun, kanmayın. (Avrupa haricinde bu bir dünya standartı). Uygulamada ödeme yaparken kredi kartı seçeneğini işaretlemeyin. Özbek somu TL'ye çevrilirken ciddi kur farkı oluyor.

Ülke genel olarak (özellikle kimi şehirler) aşırı turistikleşmiş (Taşkent haricinde hepsi öyleydi). Bu gerçek kültürü, günlük yaşayışı gözlemlemenizi engelleyebilir. Turistik yerlerde mümkün olduğunca az zaman harcayıp uzak mahallelere gittim. Kadınlar hayatın her yerinde ve gayet de aktifler ama genel olarak erkekler tarafından bir görmemezlikten gelinme hali var gibi geldi. Taciz edici bakışlar, laf atmalar hiç görmedim ve erkek kadın birbirini tanımasalar da çok kolay ve sıcak bir şekilde iletişim kuruyorlar. Başını örten kadınların yüzdesi ülkemizden az (en azından bu gittiğim şehirlerde, bu şekilde giyinen kadınların büyük çoğunluğu da 1990 öncesi memleketim gibi (geleneksel). Arap etkisi olmadan İslamı yaşıyorlar. Gerçi on yıl önce gidenlerden duyduğum kadarıyla bugün körfez parasının etkisiyle kimi değişiklikler olmuş ama memleketimle mukayese kabul etmez. 

Güvenli. Gece gezdiğim ıssız sokaklarda bile bir tedirginlik hissetmedim. Yalnız kadın gezginler vardı, onlar da gayet rahattı konuştuğum kadarıyla. Kapkaça, yankesiciliğe, hırsızlığa denk gelmedim (A yalan söylemiş olmayayım kuzinimin trende açık bırakıp lavaboya gittiği sırada el çantasından parası ve güneş gözlükleri yürüdü).

Neredeyse tüm binek araçları Chevrolet. Değişik modelleri var ama marka aynı.

Kimi tuvalet kağıtlarında ortada boşluk yok. Markasına bakılırsa ideali böyleymiş.

Özbekçe yazılar konuşulanlardan daha anlaşılır. Hızlı bir konuşma alışkanlıkları olduğundan iletişim zor ama yazılanlar (kimi zaman aşağıdaki gibi (yürek kuvveti yazıyor fesatlar sizi)) gülümsetir ara ara.

Kimi pisuvarlarda (mesela başkent havalimanında) böyle komik uyarı levhaları var.

İnsanlarla iletişim kurmakta zorlandım. Vietnam'da bile tek kelime yabancı dili olmayan (elbette ben de Namca bilmiyorum) insanlarla gayet kolay anlaşırken burada söylediklerimin yarısını anlayan (anlıyorlar ama konuşamıyorlar) kişilerle google translate desteği olmadan anlaşamadım. Şöyle söyleyeyim: "dilinizi anlamıyorum" diye çevirip Özbekçe söylediğimde aynı şeyleri daha yüksek sesle anlatıyorlar. Hem de hızlı hızlı!

Yemekler et ve hamur ağırlıklı. Ancak çok güzel kavunu var. Sert ama tatlı ve sulu. Diğer meyveler ve sebzeler de lezzetli. 

Yazın ve kışın gidilmez. Mayıs, Haziran başı ya da Eylül en ideal zamandır.

Konaklama için standart yıldızını 2 düşeceksiniz. 5 yıldızlı yer 3 yıldıza denk gelir. Ben bütçe işi aile tarafından işletilen konukevlerinde kaldım. Özellikle Hiva'daki pek sıcacıktı. Cümle kapısında ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz, her yer ev içi kadar temiz. 

Başkent Taşkent'te (böyle yazınca acemi şiiri gibi oldu) şu ahir ömründe gördüğüm en matrak&yaratıcı yaya yeşil ışığı vardı. İzlerken sesini açmanız iyi olur.

Acaip bir ahşap işçiliği var. Özellikle kendilerine özgü sütunlar (ki bunlar çok karakteristiktir) çok ince, detaylı ve neredeyse kusursuz işlenmiş. Bir süre sonra o kadar sık kullanıldığını görünce (1000 yıllık olanı da, 1 haftalık olanı da var) "bunlar kesin CNC'de yapılıyordur" dedim ama Hiva'da bir marangozun (turistik yerlerde değil) tezgahında elle işlediğini görünce bir afalladım. Kapılar bir acaip. En alta üşenmeyip çektiğim fotoğrafları koyacağım. Bunlardan garanti 100ü geçer ama en iyi 7-8 tanesini paylaşmazsam şişerim.

Memleket topoğrafya olarak neredeyse çöl. Taşkent Hiva treni 14 saatten fazla sürüyor. Ara ara dışarı baktığımda hep aynı Mars görüntüsüyle karşılaştım. Bu arada tren biletlerini açıldığı andan itibaren alın, şuraya da link koyayım. https://railway.uz/en/
Çok revaçta olduğundan biletler çabucak tükeniyor. Online bilet kullanmanız mümkün.

Ne Danimarka (ve hatta Yunanistan) kadar temiz ne de Ürdün (ve hatta Vietnam) kadar pis. Arada bir yerde. (Batı Avrupa ülkelerini ve Hindistan gibi yerleri sarfınazar ediyorum).

Tuvaletlerin hiçbirinde musluk yok. Küçük paket ıslak mendilinizi almayı unutmayın.

5bin yerine 50bin verdiğim bir taksi şoförü (ve turistik bir yerdi) paramı saydıktan sonra iade etti. Parmağıyla yukarısını işaret ederek "Allah görür!" dedi. Bu beni çok etkiledi, bizim havaalanındaki arap kovalayan taksicileri düşününce.

Müzelerin hepsinde yurdumun politikası takip ediliyor (bilet yıllık müzekart 100 TL/ticket 40 EUR benzeri). Çoğunluk müzelerin içinde fazla bir şey yok. Biz Türkler kayıt ve yazı sevmeyiz, tarihte de öyleymiş. Dönemin inşa edilen kiliselerinde hangi çivinin kaç tane kullanıldığını kayıtlardan bulabiliyoruz ama burada yapıtın kendisine konu olan kişi hakkında bile yazılı belge kısıtlı. Hal böyle olunca sadece zamanın ruhunu durup mimari ve coğrafyada yakalamakla yetindim.

Tüm bu çöl ikliminin ortasında, ipek yolu aktifken mamur ve görkemli şehirlerde anıtsal yapılar inşa edilmiş. Camiler, medreseler, külliyeler, hanlar, türbeler, çarşılar. Hepsinde özenli bir taş ve ahşap işçiliğiyle çok şükela çiniler var. Mimari hatlar genellikle gösterişsiz, düz. Ama yaklaştığınızda nasıl ince ince dantel gibi işlendiğini görüyorsunuz. Sade bir özen var. Güzel.Camilerin minareleri (özbekçesi: minor) alıştığımız gibi değil. Şerefesiz sanayi bacasını andırıyor. Tüm bu anıt yapıların kapıları, kimi kubbeleri, kitabeleri nefis bir turkuaz renkte. Çölün sarısıyla acaip tezat oluşturuyor. Pek latif.

Yeme İçme

Şehirlerde gittiğim yerleri yazarım ama genel olarak özbek pilavı ve samsayı denemenizi öneririm. Samsa için mahalle lokantaları, (Hakim Samsa'nın videosunu şöyle bırakayım, öğlen giderseniz samsayı fırından çıktığı gibi götürebilirsiniz, mantıyı taze taze gömebilirsiniz). Samsa dışı incecik mayalı hamur (kıtır kıtır), içi silme et ve kuyruk yağı dolu (peynirlisi yok!) bir hamurişi. Kuyruk yağını pek sevmem ama tadı bunda hiç baskın değil bilakis çok yakışıyor.

Özbek pilavı içinse Beş Kazan'ı (Besh Qozon)(Taşkent'te şurada) öneririm. Beş Kazan bir zincir restorant ama linkini verdiğim yerdeki alt salon pek şımşıkırdak. Masaların üzerinde üstü örtülü kafeslerde bıldırcınlar cıvıldıyor. Memleketteki iyi yemek yenilen yerlerde sık gördüm bu bıldırcınları.Fiyatlar ve mönü turistik değil, kredi kartı geçiyor. Alt salonun yanında gecekondu büyüklüğünde bir kazan var cumaları 1 ton pirinçten yapıyorlarmış pilavı. Mutfağın videosunu ve mönüyü de bırakayım aşağıya. Tekmil pilav isterseniz eti bol, bıldırcın yumurtalı, at etli bir porsiyon geliyor. Öğlen yerseniz akşama bir şey yiyemezsiniz, şişlik yapmıyor ama acıktırmıyor da. Çoğacaip! Ekmekleri (nan) kendilerine özgü bir fırında pişiyor ve sıcak sıcak servis yapıyorlar. Normalde pilavın yanında yenmez ama biz üç kişi bölüşüp gömdük, o kadar cazipti.





Yemeğin yanında kara ve gök (normal ve yeşil) çay içiyorlar. Fazla yağı eritmek için olacak. Çayları uzakdoğu usulü (sıcak suyun içine çayı serpiştiriyor ve 30 sn. sonra servis ediyorlar). Dönünce uluslararası sağlık istatistiklerine baktım yaşam süresi birçok batı ülkesinden uzun, kalp damar hastalıkları da dünya ortalamasında. Yani bu yağı bir şekilde sindiriyor metabolizmaları. Gel de genetik DNA'ya inanma!

Peynir çok zayıf. Hayvancılığın bu kadar güçlü olduğu yerde (et ucuz ve lezzetli) yerel peynirlerin olmaması çok ilginç. Büyük marketlerdeki peynirler genellikle ithal. Bu arada bir çok ürün memleketimden. Bulabildiğimiz (Leyla Ablama şükranlarımla) yerel peynir de bir şeye benzemiyordu.

Garsona bahşiş bırakmadan önce gelen fişi inceleyin. Birçok yerde adisyona %15-20 servis ücreti otomatik ekleniyor.

Tatlı kültürü zayıf. Olanlar batı dünyasından alınmış ama pek de başarılı alınmamış örnekler. Taşkent'te gittiğimiz bir mahalle lokantasında mönüdeti tatlılar (özbekçesi: şirinlik) napoleon görünce gözlerim parlamıştı ama gelen şeyi bitiremedim. Yerel tatlılarını ben bulamadım. 

HİVA

   Şehir, ipek yolu kullanımdayken önemli bir kentmiş hatta bir ara Hive Hanlığının başkentiymiş, sonradan metruklaşmış (sincaplar kovalasın seni Kolomb, bezzekalara gelesin). Yakın tarihte UNESCO'nun dünya mirası listesine girince desteklerle abad edilmiş. Tüm şehirler arasında atmosfer olarak en etkileyici olanı budur. Aslında Buhara ve Semerkand'tan daha yeni tarihli (neredeyse 1500 yıllık) ancak mimari dokusu en etkileyici olanı. Eski kent surların içinde. Surlar 20 m. uzunluğunda oldukça eğimli yığma taştan yapılmış üstleri ise çamurla karışık samanla sıvanmış. Bu yöntem sur içindeki tüm yapılar için geçerli. Merkezi olan meydanda memlekette gördüğüm en büyük çaplı minare (bacadan ziyade minyatür termik santrale benziyor) ve tipik kadim özbek yapıları var. Tüm dükkanlar turistik. Gece çok güzel bir aydınlatma yapılıyor. El ayak çekildikten sonra gece gezmek iyidir. Sur içinde çok sayıda konukevi formatında konaklama imkanı var. Benim gibi backpackerlar için ideal. Kaldığım Abdullahın evi de girişte ayakkabıların çıkarıldığı ve ev temizliğinde şirin bir yerdi. Takside unuttuğum cep telefonunu bulmak için ailece uğraştılar (fazla uğraşmalarına gerek kalmadı, taksi sürücüsü 10 dakikaya dönüp geri verdi).

BUHARA


   En çok duyduğum ikinci kent. Hiva'dan farklı olarak tarihi yapılar tek bir yerde değil. Tabii ki heryere erişmek için taksi kullandık (taksi harcamaları seyahat bütçemizin çok az bir yerini kapsadı). Konukevimiz Hiva kadar samimi değil, kahvaltısı daha alt düzeyde, odalar pek fülfürüşlü, adresi bulması zor (eski kentin içindeki daracık sokaklarda) ama terasın (özellikle gece) manzarası pek görmelere sezaydı. 
   Gezip gördüğümüz yerleri tek tek anlatmak çok uzun sürer ama Hiva'dan daha ince işçilikle yapılmış daha yüksek anıtsal binalar var. İki tam günde (fazla içselleştirmeyerek (yani "hımm buranın bir ruhu var, dur dinleyeyim" diye zaman geçirmezseniz)) biter. Yeme içmede benzer işler var.

Bir de bu yapıların birinin içine modern sanatlar müzesi yapmışlar. Giriş serbest ama herhalde çağların anlayışlarının farklılığın bu kadar önde olduğu başka bir örnek görmediğim için pek hazzetmedim. 

SEMERKAND


   İlber Hocanın ölmeden görülmeli dediği ender yerlerden. Diğerlerinden farkı Recistan Meydanının görkemi. Sadece bu değil: kent daha bir özenli, yaşayanlar başka şehirlerden daha bir başkalar. Sözle anlatmak zor. Emir Timur'un abad ettiği başkenti (sakın ha Timurlenk falan demeyin acaip alınıyor Türkmen kardeşlerim). 
   Anıtsal yapıların hepsi etkileyici ancak aklımda kalan en önemli yer: Şah-ı Zinde dedikleri zarif hazire. Yanyana yapılmış etkileyici türbeler. Kanımca Özbekistan son yıllarda turizme fazlaca önem verilen bir yer ve birçok yer buna bağlı olarak restore ediliyor. Dolaştığımda restorasyon faaliyetlerinin halen sürdüğünü gördüm. Kimi yerleri sadece beyaz boyayla kapatmışlar ama sıra onlara da gelecektir. Şah-ı Zinde, yanyana türbelerden oluşan bir yerleşke. Kimi kabirler son derece mütevazı, bırakın binayı kitabeleri dahi yok. Ancak özellikle önemli aileler için Timur'un yaptırdığı türbeler pek fülfürüşlü. Özellikle bir sokakta iç içe geçmiş bu görkemli çiniler (gökyüzü de maviyse) acaip bir atmosfer oluşturuyor. Bence bir yarım gün ayırılmalı.  




   Herhangi optik bir yardım olmadan sadece çıplak gözle batı dünyasına astronomide mihenk olan, Ali Kuşçu'nun hocası Uluğ Bey'in de rasathanesi görülebilir. 
   Türbe ve müze başka yapılarla aynı olduğu için değil ama, rasat yapılan özel bölüm ilgimi çekti. Aşağıdaki gibi.

Recistan meydanında geceleri 21.00'de bir ses ve ışık gösterisi yapılıyor, yarısından itibaren ülke reklamını yapsa da etkileyici. Bilet alıp girmeye gerek yok. 8buçukta gelip meydanı çevreleyen korkulukların önüne yerleştiniz mi tamamdır. 
Tren istasyonu havalimanı estetiği ve güzelliğindedir. O karakteristik sütunlar, dışarıdan güneş gelince içerisini renkahenk yapan vitraylar, pek şanjanlıydı. 



TAŞKENT


Bu dört şehrin en kıdemsizi olarak biliyordum. Yamulmuşum, M.Ö.2.yüzyıla kadar gidiyormuş tarihi. Ancak en az turistik olanı ve büyüğüdür o kesin (gördüm, biliyorum).  Şehirdeki iki amacım Hz.Osman'ın mushafını (ilk yazılı Kuran'dır) ve hala çalışan bir medreseyi görmekti. İkisi de tamamdır.

Fakir, yerel pazarın hastasıdır. Her gittiğim şehirde gittim, en büyüğü Taşkent'teki Chorsu Bazar'dı. Sadece kapalı alanı değil neredeyse mahalle büyüklüğünde bir yer tahtakale yahut kemeraltı gibi bir yer. Kapalı alanın içinde sadece et ürünleri var, çevresel asma katlarında kuruyemişçiler. Kasaptan tuzlu at eti, kuruyemişçilerden özbek kabuklu bademi aldım azıcık. Makadem fındığı ve muskat cevizi diğer memlekettekilerden farklı işleniyor herhalde buradakilerin tadı daha güzel. Kuruyemişçilerde muhakkak pazarlık yapılmalı. Bu esnaf feci kapalıçarşı turist çakalı esnafına dönüşmüş. 3te 1ini önerin, yarısına razı olun. Çarşının bodrumlarında esnafın yemek yedikleri lokantalar var. Gayet hesaplı ve lezzetliler. Çevrede bitkiden, kostüme (suzani tekstil ürünlerinden plastik oyuncak bebek kıyafetlerine), kavundan, şar cihazına herşeyi bulabilirsiniz. Biraz şikemperver olduğumdan yöreye özgü "kurut" denilen üzüm büyüklüğünde preslenmiş tatlandırıcıdan (reyhanlı, biberli, isli ve sadesi var) aldım. Memleketimdekine "keş" derler ve blok halinde bulunabilir. Aslı kurutulmuş yoğurttur. Her türlü çorbada, salatada, makarnada kullanılabilir. 
Bu görmelere seza pazara çok yakın Kökeldaş Medresesi vardır. Hala eğitim veren aktif bir medresedir. Bahçede yapılan bir dersi yancı olarak izledim. Öğrenciler bir örnek giyinmiş, hocaları hızlı hızlı birşeyler anlatıyor ama ne dersi olduğunu bile anlayamadım. Tüh dedim kimseyle anlaşamıyacağım. Ümitsizlik beyhudeymiş, her zaman umut varmış. Hat atölyesinde Fahriyar isimli bir mezunla (dilimizi de biliyordu) oturduk, uzun uzun sohbet ettik. Eş zamanlı olarak hem medreseyi (o da dört yıl) hem üniversiteyi bitirmiş. Medrese örgün öğretimi şart koyduğundan icazetini alamamış ama orada öğrendiği arapça sayesinde kadrolu öğretmen olarak işe başlamış. Hattı seviyormuş, yine medresede hocası gel benden el al dediği için haftasonları gelip hat atölyesinde çalışıyormuş. Kûfi tarzında pek başarılılar ama diğerleri normal bence. Bana bir dolgulu yazı gösterdi, bir özbek atasözü "ilim aklın çerağıdır" (neymiş "bilim aklın ışığıymış"). Düşündüm, derin geldi, aldım, çerçevelenmiş yaşam odamda duruyor şimdi. Bu arada medresenin müfretanın bir fotosu da merak edenler için aşağıda.
Gelelim ikinci hedefe: Hz.Osman'ın mushafı namı diğer "Semerkand Kuranı". Timur bunu Kûfe'yi yağmalarken alıp Semerkand'a başkentine götürüyor. Sonra rus hegemonyasına kadar mushaf gitgide inceliyor (mübarektir diye çalıyorlar sayfalarını, çalınan sayfalar içinde Halife Osman'ın kanının bulunduğu sayfalar olduğu söyleniyor (bunu okurken camide öldürülmüş)). Ruslar Leningrad (o zamanın) müzesine götürüyorlar. Demir perdenin yıkılmasından sonra Özbekler geri istiyor, alıyorlar. Bu gün Hz.İmam Külliyesi denen bir yerleşkedeki binaların birinin içinde. Hepsi bana aynı geldiği için tam adını hatırlayamıyorum ama kime sorsanız gösterir. Cam bir muhafazanın içinde, fotoğrafını çekmek yasak, üstünde kabe örtüsü sergileniyor. Gizliden çektiğim fotoğrafları şöyle.

Okuduğum tefsir kitaplarında bir üstün, esre, ötrenin mevcudiyeti üzerine kalın kalın fasıllar var ama gördüğüm sayfalar tecvidsizdi. Bunu iyi bilen birine danışmak için röprodüksiyonunun rahatça fotoğrafını çektim DTCF Bilim Tarihi Bölüm Başkanı hocama götürüp (Osmanlıcanın memleketteki iyi uzmanı ve antik arapçayı iyi bilir kendileri) soracağım.
Bu yerleşkenin kenarında Özbekistanda gördüğüm en büyük caminin inşaatı bitmek üzeredir. İslam Sivilizasyonları Mescidi gibi bir şey söylediler, hiç bir yerde kitabesi yok o yüzden adını tam hatırlayamıyorum. Ülkenin mimarisinin tüm karakteristik özelliklerini devasa bir yapıtta toplamışlar. Büyüklüğü pek etkileyiciydi. Bitince içinde kapsamlı bir İslam müzesi olacak ve yukarıda yazılan mushaf orada sergilenecekmiş.
   Nisyan ile malul hafızamın tortularını süzdüğüm (amma şairane kapanış yapıyorum) sığ bir gezi yazısının daha sonuna geldim. Unuttuklarım, yazdıklarımdan çok daha fazla. Güzel yollar yaptım, güzel insanlar tanıdım, insanları/hayatı gözledim, içine girmeye çalıştım (bazı yerlerde çalışmaktan öte içine girdiğim örnekler oldu). Yola çıkmak insanı zenginleştiriyormuş, bir kez daha anladım. Kapatın televizyonu, telefonu, kalkın, çekin kapıyı gidin. Parka da olur, kuzey ışıklarını görmeye de. Çingene atalarsözünün dediği gibi "evde oturan ölür".

VEE KAPILAR

   Hepsini yüklemeye erindim. Aşağıdakiler sadece Hiva'daki kapılar. Siz varın geri kalanının hesap edin!











Hele üstteki yoksulca bir evin kapısıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder