22 Ağustos 2022 Pazartesi

"Güneşe Bakmak" Irvin D. Yalom'dan Psikoterapiler.

   Bakmayınız Kabalcı'nın yukarıdaki kapağına, bendeki Pegasus edisyonu (piyasada en çok o bulunuyor ama her nedense kapak fotoğrafı pek yok). Muhterem Bayan Yalom'un oğlu pek sevilmeyen bir konuyu ele almış yaşlılık yıllarında. Ölümle yüzleşmek!
   241 sayfa, yedi bölüm. Yalom, her kitabında olduğu gibi burada da kavramı kendine göre yorumlayıp hemen vaka örnekleriyle okurun zihninde oturtmaya çalışıyor. Bir türlü içselleştiremedim okuduklarımı. Sorun: vakaların bizdekinden çok farklı bir toplumdan seçilmesi nedeniyle perspektiflerinin bizimkinden farklı olmasıdır. Ayrıca nedensellik ve sonuçları bağlama konusunda yazarımıza katılmadığım birçok yer var. Bunlar yanlış olmayabilir ama bana göre doğru da değil. Herneyse koskoca örvinyalomu gömmek bana düşmez, düşebilemez. Ama fakire göre sekiz Yalom bir Geçtan, iki Hasanoğlu etmez!
   Ömrümce ölümle pek yakın olduğum zamanlar oldu (misal: bir seferinde 24 saatten fazla yüzümün dört parmak üstündeydi). Çok ölüm gördüm. Kimbilir belki de bundan olacak, gerektiği kadar korkmuyorum ölümden (muhtemel, son zamanlarda sardığım stoik düşünceden, kim bilir?). O yüzden hızlı okuma ile geçiştirdim desem yalan olmaz. 
   Ancak insanevladının laneti ve kudretidir ölümlü olduğunu bilmek. Bu korku, bilincimizin altına&üstüne&kenarına&berisine bilerek/bilmeyerek sirayet etmiştir. Korkmuyorum diyen yalan söyler (az olur, çok olur ama vardır). Bu korku hayatınıza gereğinden fazla etki ediyorsa (elleriniz dezenfektandan çatlamış, kulaklarınızın arkası hala maske izlerinden hassassa mesela) bir göz atıp bilgilenebilirsiniz. Bilgi korkunun düşmanıdır. 

20 Ağustos 2022 Cumartesi

"İnsan Olmak" İnsan Olmanın Zorlukları!

   Kapakta Rene Magritt'in (pek severim) "Cam Anahtar"ı olan, hepi topu 183 sayfa, ilk&sonsöz ve 12 bölümden oluşan ancak içeriğinin derinliği nedeniyle 15 gündür altını üstünü çizerek kenarına notlar alarak, neredeyse iki kez üzerinden geçtiğim Engin Geçtan klasiğidir. 
   Öyleymiş. Schrink'imin bana önerdiği ilk kitaptır (diğerlerine de bakıciiz). Yayımlandığı 1983'ün dinamiklerinin çok daha ötesini görmüş yazmış Engin Hoca. Kimi yerlerde "hımm bu o dönemin paradigması" dediğiniz paragraflar var ancak geneli insanın fıtratı eksene oturtularak yazıldığından, "bu tespitler eskimiş" dediğiniz yerler pek yok. 1983'den 88'e (Adam ve Remzi Yayınları) yirmibeş (25), 2003'den 2022'ye (Metis) yirmidört (24) baskı yapmış (azdır böyle baskı yapan kitap). 
   "Birey ve Toplum" bölümüyle başlayıp insanevladının serencamını didikleyen, zihnimizde gezinen bir sürü duyguyu, ilişki şeklini ve sonuna doğru "Yaşam ve Ölüm"'le bitmeyip "Kendini Yaşamak" (ki yakın zamanda geçeceğim gerçek hayattaki pratiğine) bölümüyle biten akış; akıl fikir işidir. Kitapta beni zorlayan şey: her bölümde kendimle ilgili benzerlikler bulmam oldu. Genellikle sorunlara yönelik tespitler olduğu düşünülürse bu pek de iyi bir şey değil. Ancak Engin Hoca sonlara doğru okurun ensesini karartmadan ışıkları açmasını da bilmiş. Epilog  (ne işim olur epilogla?) sonsöz, insanlığın yıkıcı yanından ziyade yapıcı yönünün üstünlüğünü vurguluyor. 
   Kendinizi ve çevrenizdekileri daha iyi anlamanız için öneririm (ama kitaptan öğrendiğim kadarıyla en önemlisi kendinizi anlamanız, en önemlisi!).

15 Ağustos 2022 Pazartesi

"Tibet Şeftali Turtası" Tom Robbins'in Kutsal Kase'si.

 Sekiz romanını da zevkle (kimisini az, kimisini çok ama hep zevkle) okuduğum Tom Robbins'in bugüne kadar okumayı ertelediğim biyografi olmayan "yaşanmışlık" metni Tibet Şeftali Turtası'nı da Ankara-İstanbul-Bandırma üçgeninde bitirdim (Çabuk bitmesin diye günde 30 sayfayla sınırlandırmıştım kendimi ama olmadı işte).
   Üstat, rahmetli Babamla yaşıt (1932 doğumlu) ama çağdaşlarının aksine her daim bohem yaşamın peşinde kuntastik bir ömür yaşamış (paraya sıkıştığında kıçını kırmızıya boyayıp, sefil bir barakanın çatısında babun olduğu (bu arada tamamen sivil olduğunu da belirtelim) bir happening yapmışlığı dahi vardır (daha neler neler)). 
   Sıradışı zekası, eğlenceli kalemi, dalgacı bakış açısı (onun için en büyük övgü, öğretmeni üç yaşındaki oğluna "babanın mesleği ne?" diye sorulduğu zaman Fleetwood'un "benim babam çılgın bir büyücü!" demesiymiş mesela), romanlarına başladığı gibi bitirmemesi (bkz. şu yazı) buna mukabil bunca çılgın metnin içinde zen hikmetleri yumurtlaması, zihninizi oldukça yoracak sorular sordurması bile kitaplarını okumak için geçerli nedenlerdir. Evet! son dönem kitapları eski pırıltısından yoksundur ama sırf o betimlemeler için bile gideri vardır romanların. 
   Bir de tevafuk mudur, tesadüf müdür bilemem ama ara ara zihnimdeki soruların cevaplarını aldığım paragraflar sıklıkla karşıma çıkar. Aşağıda bu cevapların ve şımşıkırdak betimlemelerin olduğu makul uzunlukta alıntılar var. Meraklısı okur.
   Meğer ki bu çılgın büyücünün yazdıklarına aşinasınızdır, bu kitaba yakın durun (o pek sevdiğiniz romanların hangi hallerde yazıldığını öğrenmek, ilginçtir) ancak değilseniz okumanıza gerek yok. 
 
P.S.Tibet Şeftali Turtası, İsevi inançtaki Kutsal Kase'nin Tom Robbins versiyonudur bu arada!

"(1) bir durum artık fazlasıyla yıldırıcı oluyorsa, bir kararsızlık ısrarla çözülemiyorsa, konuyla başa çıkmaya çalışmak kronik bir hoşnutsuzluk, özgürlük kısıtlaması ve gelişme engeli yaratıyorsa; insanın artık kendi kafasını duvara vurmaktan vazgeçmesinin, mecazi bir dinamite uzanmasının, fitili ateşe verip tüm o mutsuzluğu kayıtsızlıkla patlatmasının zamanı gelmiştir.
(2) İnanılmaz çabalardan sonra, her şeyi denedikten sonra insan hala Tibet şeftali turtasına ulaşamıyorsa rahatlamalı, gülümsemeli, bir çatal kapıp elmalı turtaya yönlenmeli. (ki fakire göre elmalı turta, son tahlilde tamamen bizzat kendinizsinizdir)" (S.197)

Bu da bir öpücüğün uyandırdığı hisler hakkında: "İnsan o an denizlerin ikiye bölündüğünü, çalılıkların yandığını, meleklerin havada salındığı, kayaların içinden süt ve bal aktığını sanıyor; arabaların tatlı tatlı yol aldığını, antik çağlarda düşen yıldırımları ve kuzuların aslanlarla yan yana kırmızı gelinciklerle dolu bir arazide uyuduğunu hayal ediyor. Böyle saçlı sakallı bir tanrı ile çıplak bir su perisinin aynı dolu kaptan höpür höpür abı hayat içmesi misali öpüşmelerin kırk gün kırk gece sürdüğünü hayal edersiniz ama az evvel de belirttiğim gibi, öylesine hızlı olup bitmişti ki iki taraf da öpüşmenin yaşandığından kesin olarak emin değildi sanki." (S.175)

10 Ağustos 2022 Çarşamba

"Bilgenin Sarsılmazlığı Üzerine - İnziva Üzerine" Seneca'dan İnciler.

 Son dönem (III.) stoacılığın önemli ismi Seneca'dan; bilgelik ve inziva üzerine iki metin. Tüm kitap 57 sayfa, 12 sayfa epilog (ne işim olur epilogla?) girizgah, 12 sayfa kaynakça olarak düşünülürse 26 sayfa bilgelik, 10 sayfa da inziva üzerine incileri dizilmiştir Lucius Annaeus Seneca'nın. Ancak itiraf etmeliyim ki: bu güncede daha önce tanıtılan "Antik Stoacı Sevinç Sanatı" kadar pratik değildir sözkonusu metinler. Bir kere döneme ilişkin çok fazla şahsiyete atıf yapılmakta (ki bunlar bize aşina isimler hiç değildir doğal olarak) ve dönemin güncel (bize göreyse hayli eski) olaylardan bahsedilmektedir. Bunların arasındaki tavsiyeleri, tespitleri bulmak gayret gerektirir. Bilgelik metni için bu nispeten daha kolaydır ancak "inziva" dan bahsedilen bizim kadim kültürümüzdeki "halvet" gibi bir şey değil, sadece aktif devlet görevinde bulunmamak olarak yorumlayacağımız bir uzaklaşmadır. Bu konudaki okumalarım eş zamanlı olarak (Epiktetos, Marcus Aurelius) devam ediyor. Net olarak ifade edeyim en çok bunu okurken daraldım. Yaşadığım ilginç günlerin bünyede yarattığı karanlıktan (rota hala hesaplanıyor!) çıkış yolu olarak bulduğum stoik felsefenin ciddi faydalarını görüyorum. Ancak faydaların ekserisi bu metinden değildir.
   Hülasa, stoik felsefeye sıcak bakıyorsanız, elinize alacağınız ilk metin bu olmamalıdır.

6 Ağustos 2022 Cumartesi

"The Worst Person in the World" Julie'nin Serencamı.

    Julie hiç de dünyanın en kötü insanı değil! Ancak hayat insanı olmadık yerlere savurabiliyor. Genç bir cerrah adayıyken (biraz nerdlik var başlarda), psikolojiye, fotoğrafçılığa ve kitap dükkanında stand görevlisine evrildiği kariyerini; özel hayatına da bir nevi uyarlıyor. Prolog, epilog ve 12 epizod olarak kimi zaman dış seslerin de (bu yönetmen Triers Bey'in sıklıkla yaptığı birşeydir) izleyiciye yol gösterdiği, kimi zaman didaktik bilgilendirmelerde bulunan sıradışı bir pelikuladır. 

   Yoahim Bey, klasik holivut işlerinin oldukça dışına çıkarak serimdüğüm çözüm topuna girmemiş, önceden biyopsi lamellerine aktardığı duyguları (bu senaryoyu mesela holivut filme çekemez) izleyiciye bir güzel aktarmış. İzleyicinin cinsiyeti ne olursa olsun bir noktada Julie'yi içselleştirebilme başarısını göstermiş (en azından bende öyle oldu). Sanatı bilecek kadar bilgim yok ama zenaat açısından şöyle birtakım ahkamlar kesebilirim:
  • Duygularla kamera şükela eşleşmiş (tartışmalardaki hareketli, müziklerdeki ritmli, derin konuşmalardaki sabit ve uzak kadraj)
  • Gördüğüm en güzel aşık olma anını yaratan bir çekim var ki (çok ciddi prodüksiyon gerektiriyor) üstteki afişte, o çekimden bir kare kullanılmış
  • Mantarın sonra gelen kafası ve bilinçaltının bir anda üste çıkması (Big Lebowski'den bile iyi) nefis bir çekimle verilmiş.
  • Diyaloglar çok ekonomik ve cömert (nasıl oluyor demeyin, izleyin)
  • Alper Hasanoğlu usulü bir ilişki ağı yaşanıyor (yermeyin, yaşarsınız)
  • Aksel'in sanat konusunda political correct'çilere çemkirmesi ve hayatla hesaplaşması.
  • Alttaki sigara içme sahnesi de şımşıkırdaktır.
  • Renate Reinsve aldığı ödülü gayet de hakketmiştir. (Cannes en iyi aktris)
  • Epilog insanın içine oturur ya da ferahlatır (tamamen bakış açınıza bağlı)
  • Julie'nin babasının ağzına terlikle vurasınız gelir (o kadar iyi işlenmiş bir alt karakter).
   Uzun (2s8d) ama fakir bir an dikkati düşmeden yazılar çıkıncaya kadar izledi. Bir çok yerde sorular sordu, cevaplar aradı (beyhude bunlar hep!). Ama izlediğine pişman olmadı. Öneririm yani.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

"Medianeras"a İkinci Bakış.

 


   İlk izlediğimde pek bir bayılmış ve hemmen şuradaki gibi (tıklayınız) bir yazı döktürmüş, ikinci izlememde ise daha ince işleyişler görüp daha da keyif almıştım. İçinde yaşadığım ilginç günler nedeniyle sinemadan haz almayı unuttum. Dedim "dur bir sidewalls izleyeyim". 
   Ya kuyulardan tırmanmaya başladım, yahut filmimiz pek şükela. Sonuna kadar izlemeyi (üstelik ilk ikisinden daha fazla haz alarak) başardım. 
   Her türlü (intihar eğilimi hariç) beyaz yakalı kentli ruhsal sıkıntısından muzdarip Martin ve dört yıllık ilişkisinin (kendi bitirmesine rağmen) yasını tutan Mariana; mimarinin temele alındığı iç sıkıntılarıyla kimi zaman birbirlerine teğet geçerek savrulur dururlar. Kendilerine buldukları geçici eşler (Mariana dedi adama "nefesini harcama, tükeneceksin" diye ama!) hep hayalkırıklıkları ile ayrılır. Mariana ümitsizce "Wally"sini arar. Bu minvalde biz izleyiciler, mimarinin nasıl olup da hayatımızı etkileyebileceğini (kimi zaman karanlık bir mekana kanunsuz bir pencere açmakla da olsa) hayranlık içinde izler dururuz. 
   Müzikler, oyunculuklar, kadrajlar, dış sesin kullanımı, animasyonlar ve elbette izleyiciyi düşürmeyen kurgu çizgi üstüdür. 10 Yıl önce önermiştim, şimdi hararetle öneriyorum.

2 Ağustos 2022 Salı

"Dur Bir Mola Ver" İkinciye Alınan Değişik Hazlar!

 

   Çingene ruhlu Amanda ile sıradışı sanatçı J.P.Ziller; içinde kehribara hapsolmuş bir çeçe sineği, zehirsiz iki yılan ve pire sirkiyle mürekkep vahşi yaşam parkı barındıran bir yol kenarı lokantası açarlar. Sadece sosis ve meyve/sebze suyu servis edilmektedir (kahve yoktur!). Derken İsa'nın naaşı ve birtakım kişiler de işin içine dahil olur, olaylar gelişir.
   Yayımlandığı 1971'in zeitgeistını dikkate aldığınızda yazılanlar çok anlamlı ve yerine oturuyor. Ancak günümüzün paradigmasını da temele oturtursanız değişen bir şey olmadığını görüyorsunuz. Tom Robbins, düzene, otoriteye, dine, devlete öyle salvolar savuruyor ki ister istemez spiritüalizmi, mistisizmi merak ediyorsunuz. İnsanın acı çekmesinin nedeninin, kazanma hırsı, kaybetme kaygısı ve de doğadan kopmasıdır. Otorite ise devlet değil din değil "kelebeklerin kışın güneye, yazın kuzeye uçmasını sağlayandır" (bunun illa ki Tanrı olması da gerekmez). En istikrarlı toplumlar polis toplumlarıdır ancak gerçek hayatta istikrar yoktur diyor. Daha neler neler (okumak lazım).
   Kasım 2011'de okumuşum ilk kez. Fakir şu aralar ilginç günler yaşıyor (Çin bedduası: "Umarım ilginç günlerde yaşarsın"). Dün tam da başına oturduğumda tüm paragrafı işaretleyip altını çizdiğim aşağıda alıntıladığım satırlar karşıma çıktı. 11 yıl öncesi ben, bugünkü ben'e bir mesaj mı gönderiyordu? Tesadüf müydü, tevafuk mu? Bunlar irfanımın ötesinde sorular ve asla bilinemeyecek cevaplar. Vel minel garaip! Bildiğim: son beş yıldır dalgacı edebiyattan uzak kalan zihnimin böylesi kafa açıcı metinlerden medet umduğu ve iyi yaptığıdır. 
   Velhasıl; Tom Robbins okumak kafa açmak için iyidir ama siz yine de benim yıllar önce kendisini okuma rehberi olarak yazdığım şu yazıyı (tıklayınız) okusanız iyi olur.

"Hayatını tehlikeye attın, peki ama başka neyi tehlikeye atmayı göze aldın bugüne kadar? Hoşnutsuzluğu göze aldın mı hiç? Ekonomik güvenliği tehlikeye atmayı göze aldın mı hiç? Bir inancı tehlikeye atmayı göze aldın mı hiç? İnsanın hayatını tehlikeye atmayı göze almasını özellikle cesur bir davranış olarak görmüyorum. Ne olur yani hayatını kaybeder, kahramanların cennetine gidersin, orada sonsuza dek bir elin yağda, bir elin balda yaşarsın. Mükafatını alırsın, yaptıklarının dünyevi sonuçlarına katlanmazsın. Buna cesaret denmez. Gerçek cesaret, onsuz yapamayacağın bir şeyi tehlikeye atmayı göze almaktır, gerçek cesaret insanı düşüncelerini yeniden gözden geçirmeye, değişimin güçlüklerine katlanmaya ve bilincini genişletmeye zorlayabilecek bir şeydir. Gerçek cesaret, insanın basmakalıp inançlarını tehlikeye atmayı göze almasıdır."
PS: Amanda'yı gerçek hayatta tanıdığımı söyleyebilirim ama ispatlayamam.