27 Aralık 2022 Salı

"Saklı Bahçeler Haritası" Biraz Depresif!

 

   Behiye ve Suad. 1961 yılından mektuplar. Bunların niye kendine yollandığını anlamayan garibim Rıdvan. İbn-i Haldun'un "Coğrafya Kaderdir" sözünü boşa çıkarırcasına paralel gelişen (6-7 Eylül olayları ve Almanya'da Yahudilere edilenlerin eşzamanlılığı ve daha niceleri) talihsizlikler, insanevladının birbirine ettiği zulümler, iç savaşlar, dış savaşlar neler neler. 

   Vakıa; öznel bir değerlendirme olsa da; fakire en çok hafakanlar bastıran NY kitabıdır. Belki UBA'nı okuduktan hemen sonra yatırsaydım rahleye böyle olmazdı ancak bir önceki kitabından sonra oldukça defresif geldi. Yazarımız finali yapmadan okura yine bir takla attırıyor (haydi takla demeyelim de) spagat açtırıyor (onu da açan bilir). Ancak son dönemde sıkça okuduğumdan, yazarımızın bu itiyadını bildiğimden, bekliyordum böyle bir kapanışı (o yüzden spagat açmadım (iyiki de)). 344 sayfalık roman biraz oyalandı bitmek için. Karşılaştırmalı tarih nedir diye merak edenler de okusalar yeridir. Nermin Yıldırım'a başlangıç yapmak için iyi bir seçim değildir. Yine de ıskalanmamalıdır (yalnız ne ahkam kestim yahu!).

22 Aralık 2022 Perşembe

"Avatar, The Way of Water" Amman Diyorum!

   Geçen hafta gitmeme karşın elim yazmaya gitmedi. Üstelik üç buutlu (eskiden böyle derlerdi) göreceğim diye 4D diye birşeyde izledim (yüzünüze su püskürten, her aksiyonda hoplayıp zıplayan, sisli sahnelerde ortama sis basan bir ortam). Üç saatin sonunda okkalı bir sorgudan çıkmışçasına "yanlarım" ağrıyordu.
   Görsellik, efektler şahane. Başka da bir şey yok. Üç saate sündürülmüş, eskisinden farklı bir fikri olmayan, senaryoda kuşak çatışmalarını&balina avcılığının vahşetini&toplumun ailenin önemini öne çıkarmaya çalışan çok zayıf bir film olmuş maalesef. 
   Bu mecrada yazdığım sinema filmi tanıtımlarından az çok bir sinema filminden neler beklediğim tahmin edilebilir. Bilimkurgunun da iptilasına mahkumum. Tüm bu çerçevede samimiyetle diyorum ki: uzak durun! 
   İzlediğim en güzel ekran koruyucusuydu, sualtı sahnelerinde "yazlık elbiseyi (dalış camiasında shorty olarak bilinir) ve 6 kilo ağırlığı takarak, en son dalış maskemle (pek küçük bir scubapro, haliyle görüş açısı çok geniş (bu eserde ürün yerleştirme bulunmaktadır)) kayalık yerlere, bereketli taşlara (bunu da agaşonu bilen bilir) dalsam" diye iç geçirdim. Ama hepsi o. 
   Frontal loblarımı çalıştırmaya yeltendiğimde ise (- Gezegeni işgale başka dünyalardan gelmiş insanlar balina avını öyle mi yapar? -Antagonistin (ne işim olur antagonistle, protogonistle, kuntagonistle?) kötü adamların ölümü, klonlamayla (üstelik upgrade olarak) imkansız ise niye bu şiddet? -Gezegenin işgalinin karşısındaki tek engel, küçük bir kabilenin şefi midir? -Telgrafın tellerine kuşlar mı konar? (kafamda deli sorular)) hep akamete uğradım.
   Kısaca: ben yandım siz yanmayın a dostlar!

20 Aralık 2022 Salı

"Happines" Çok Sert Çok.

   Yüksek puanı ve sıradışı kastı (ne işim olur kastla?) oyuncu kadrosu yüzünden oturdum başına, işler biraz sarpa sarmaya başlayınca bıraktım, ertesi gün devam ettim. Bir günde hazmedilecek bir şey değil. 
   1998 Yapımı, oyuncular ve oyunculuklar çok iyi (filipseymırhafmın gençliğinde ciddi ciddi metdeymın'ın kilo almış haliymiş yalnız!), kurgu enfes (kararan sahneler falan), senaryo gayet derin. Açılış sahnesi zaten seyirciyi cuppadanak içine çeker (Conlovitz'in o içli hali ne dokunur insana). Daha sonraysa 20.yüzyılın sonundaki amerikan rüyasına bir göz atar, mutluluk denen bulunması zor mevhumun peşine koşan insancıkların hallerini izleriz. Yalnız bu izleme seyirciyi cinayet (hem de canavarca cinayet), aldatma, hıyanet ve en kötüsü pedofiliye götürür. Tevekkeli izleme yaş sınırı 17. Kaldı ki 17 yaşında bile izlemek sarsıcı olabilir. En son şu filmde ciddi rahatsız olmuştum, Srpski Film yine en rahatsız olduğum film ama bunu da rahatlıkla ikinci sıraya koyabilirim.
   Aileyle izlemeyin, tek başına ve mutluluk konusunda kimi şeyleri sorguluyorsanız izleyin, yoksa zihnimi boşaltayım, hoş vakit geçireyim, zaman ezeyim diye izlenecek şey değildir. Bakış açınıza göre çok farklı incelikler görmeniz mümkündür. Misal: en son sahnede gelen yeniyetmemizin eyleminin sonuçlarının dağılım skalası (böyle bir tamlamayı da kullandım ya, kendimle ne kadar gurur duysam az) çok zihin açıcıdır. 

17 Aralık 2022 Cumartesi

"Phil Stutz" Ünlülerin Terapistinin Arka Bahçesi.

 Bugünlerde; ahir ömrümde hiç olmadığı kadar psikiatrist, psikolog, terapist gördüğüm ve okuduğum için, netflikste yayınlanan bu uzunca (1s48d) belgeseli de izledim. Dr. Stutz, holivutun gözde şrinklerinden biri. Conehhil'de, bir danışanı olduğu psikiatri koçu (evet bildiğiniz terapi koçudur yöntem olarak) hakkında bir belgesel yapmış. 
   Filştutz, danışanlarına küçük alıştırmalar, aletler (zihni aletler elbette) ve yöntemlerle ciddi bir ara gazı vererek ("sonunda salaha ereceksin, mutlu olacaksın" (külli yalan)) tedavide başarılar sağlamış. Keçiboynuzu tadı veren belgeselimizin aklımda kalan bölümleri oldu (bir 6 dakikası falan (hayatta, acı, belirsizlik ve durmadan çalışma kaçınılmazdır)). Ama sonunda şunu gördüm ki: söyledikleri tamamen bilişsel davranışçı terapinin anahatları, o da zaten stoa felsefesinin günümüze uyarlanmış halidir. O halde doğrudan stoaya gidin siz. Zor günlerde size daha faydalı olur.

"Unutma Dersleri" Unutmak Hem Çok Zor Hem de Çok Kolay.

 Fena sardım Nermin Yıldırım'a. Bu neşriyat kısa sürede biter dememe karşın (310 sayfa), hayatımdaki bazı dönemlerle pek benzerlikler taşıdığı için satırlarının çok çizildiği, geriye dönüş okumalarının sık yapıldığı bir roman olması hasebiyle haddinden fazla bir zaman aldı. 
   Feribe (kahramanımızın ismini daha önce hiç duymadığımı itiraf edeyim), eşini aldatır, hem de evli bir erkekle. Sonra bunun olmayacağını idrak edip ayrılırlar. Feribe, yaşadığı aşk acısını unutmak için soluğu MİM (Mazi İmha Merkezi)'de alır. Roman bu akışa ilk 10 sayfada geldiği için spoiler (ne işim olur spoilerle?) (şimdi spoilerın dilimizdeki karşılığını bulamadım, bozuntu diyeyim bari) bozuntu sürprizbozan (Eren Hanım'a bin selam!) vermiş sayılmam. 
   Aklıma derhal "Eternal Sunshine of Spotless Mind" geldi. Yazarımız da bu bariz benzerliğin farkında ki, taa en başlarda bunun farklı birşey olduğunu satır aralarına koymuş. Aman aman sarsıcı bir omurga yok akışta, lakin yazarımızın diğer kitaplarının aksine ahkam kesmeler, aforizmalar bu romanda daha fazla. Lakin bundan muzdarip oldum mu? Zinhar! Bilakis, yazılanlar çok ilgimi çekti ve üzerinde ciddi ciddi düşündüm (kukumav mod on). 
   Yıldırım'ın dili (bu romanda daha fazla) pek şımşıkırdak. Bu kez eski kelimelerden ziyade mizah biraz daha öne çıkmış. Acı acı gülümseten yerler de gani (taytın kimi zaman erkeklerin hayatını kurtarması mesela S.237). Durup durup okuduğum yerleri var. Ezcümle: tavsiye ederim.


"Asıl bencilce olan depresyondur. Bencilcedir, çünkü sahibini ve yaşadıklarını evrenin merkezine koyar. İnsan gözü, içine bakmaktan kamaşınca dışını göremiyor." (S.221)

Müzevir Aşk, Hissi kablel-vuku aşk ve aşk denemeyecek aşk tanımları pek isabetlidir (S.235)

"Vedat'la biz, sezonu bitirip sandalyelerini ters çevirmiş aile çay bahçeleri gibiydik. Onca cıvıltılı hatıradan sonra, sessizlik sezonunu açmış, sükûnete teslim olmuştuk. Birbirimize söylenecek per bir şeyimiz kalmamıştı ve bu nedenle konuşmamız gereken tatsız mevzular peyda olmuştu aramızda. Nasıl yapacağımızı bilemeyip, biraz halimiz olmadığından, biraz da güzel hatılararın hatırına erteleyip duruyorduk. Kiraz mevsimiyle birlikte sezon yine açılır diye umuyorduk. Yeniden gülüp konuşabiliriz. Ama için için biliyorduk olmayacağını. Sezon kapanmıştı ve yeniden açılmayacaktı. Son tren kalkmıştı ve peron artık boş kalacaktı. Uzun süre aynı kişinin avucunda atmaktan yorgun düşmüş bi kalp, yine o kişi için bir tur daha hızlanır mıydı?" (ne soru ama!)

"Fal da bir yol elbet ama geleceğini görmek isteyen herkes azıcık roman karıştırmalı. İnsanı bekleyen ihtimallerin işaretlendiği kutsal kitaplar onlar." (S.258)

"- Esrik ne? - Şiir yazmak için kullanılan bir kelime!" (S.262)

"Yargıladığın herşeyi yaşayabilir, yargıladığın herkese dönüşebilirdin." (S.256)

"Neticede altına sığınacak bir çatı, içine saklanacak bir çerçeve lazım herkese. Sonra orada sıkışıp nefessiz kalınca da, kaçmaya yetecek kadar cesaret." (S.305)

"Bazı şeylerin hayatınıza giriş nedeni kendileriyle ilgili değil. Onları bir işaret, başka yazıları okumak için vesile olarak görmek gerek." (S.306)

"Hiç kazanmadığım bir şeyi yitiremeyeceğimi görünce, ardından üzüleceğim bir kayıp da kalmadı. İnsan neyin ardından üzüleceğine karar verirken dikkatli olmalı." (S.308)

"Yarın ne getirecek bilmiyorum ama herşeyi doğru yapmış değil, "yaşadım" diyebilecek biri olarak ölmek istiyorum. Hayat hata yapmaktan korkmak için çok kısa. Korkmuyorum." (S.309)

"Aşk yaşadığım bile meçhuldü. Fakat kiminle ne yaptığım değildi mühim olan. Asıl hikaye, buna ihtiyaç duymuş olmamda saklıydı. İnsan ahlaka gösterdiği özenin en azından bir kısmını arzularına, kalbin ve tenin ihtiyaçlarına da göstermeliydi. Kendini terbiye ederken ruhunu öldürmemeliydi. Gün gelecek parmağımı kıpırdatamayacak kadar ihtiyarlacaktım. O vakit, prensip abidesi bir hayatım oldu diye avunmaktansa, canım ne çektiyse yaptım diye teselli bulmayı tercih edebilirdim. Her insanın yoldan çıkmaya hakkı olmalıydı hayatta. Çünkü hayatta tek bir yol yoktu. Çünkü ömür geçiyordu. Pişmanlıkmış, ukdeymiş dinlemeden, bir gün çat diye bitiyordu." (S.251)

6 Aralık 2022 Salı

"Dokunmadan" Nermin Yıldırım'dan İyi Bir Roman!

   Adalet, yalnızlığı ispanyol çeliğinden bir kılıç gibi kuşanmış. Sadece yalnızlık olsa kabullenilir belki (hoş, yalnızlığın neresini kabullenelim, kahırlı olsa da beraberlikler iyidir, insanevladı hep kendini aynalayacağı birini arıyor ömrü boyunca) Adalet kimseye dokunmuyor, dokunamıyor da. Ne en yakın arkadaşına, ne gözüyle gördüğü aleni haksızlıklara; hiç kimseye, hiç birşeye dokunamıyor. Ama niye dokunamıyor? İşte bu yaman bir soru. Adalet'in yanında Hülya var, en yakın arkadaşı. Hülya'yı ben tarif edemem, okumanız lazım. Yalnız 72. sayfada bir zıplatıyor sizi sayın Yıldırım. Arkasından bir de ciddi travma yaşatıyor ilerleyen sayfalarda, anlıyorsunuz bu yalnızlığın, dokunamamazlığın nedenlerini. Ardından Sadi Seber giriyor sahneye uzun karmaşık kirpikleriyle. Romanımız hızla bir aşk romanına evriliyor sanıyorsunuz safça. O işler o kadar kolay değil. 
   314 sayfalık roman İstanbul, İznik ve Bodrum'da okundu, bitti. Paralel okuma olmasaydı bu kadar uzamazdı kesin. Buruk bitirdim ama bunda da bir anlam var. Dokunmak için şeylere, fazla beklememeli insan. 
   Romanın dili sular seller gibi çokça da gülümseterek akıyor, yine unutulmaya teşne sözcükler pek ustalıkla kullanılıyor, yine ince yerler görülüyor. Yine, şeylere değişik açılardan bakmaya neden oluyor.
   İyi ki tavsiyelere uyup yazarımızı keşfetmişim. (Sayın Kepenek'e bin selam!) "Unutma Dersleri"'ne başlandı bile, yakında bu mecrada (edepsizce fragman veriyorum).
   Romana, hayata yakın kârilere hararetle öneririm. 

1 Aralık 2022 Perşembe

"Körlük" Saramago'nun En İyisi Denilen!

   Uzun yıllar önce okuduğum için büyük bölümünü unuttuğum Körlük'ü, Saramago'nun 100. doğumgünü yüzüsuyu hürmetine bir kez daha kıraat ettim. 336 sayfa, yine Bay Jose'ye münhasır dilbilgisi kurallarına göre yazılmış, yine beyni gıdıklıyor. 
   Adı bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda başlayan körlük salgını; ilk kurbanlar üzerinden okura aktarılıyor. Karantinaya alınan bu küçük grup, hem algılarının kökten değişimini, hem de oluşturdukları mikro toplumdaki bu değişimin sosyal yansımalarını görür. 
   Yazarımız insanlık halleri üzerinde pek iyimser değil. Kitapta anlatılanların yazılanlar gibi olduğunu düşünürseniz okur geçersiniz. Ancak görememe eyleminin neleri simgelediği üzerine kafa yorarsanız oldukça yorucu bir metinle karşı karşıyasınızdır diyebilirim. Tüm bu kurmacanın içinde bolca geçen alt metinlerde omuz üzerindeki gri/pembe kitleyi gıdıklayan trükler (ne işim olur trükle)  satır oyunları buna kezadır. 
   Körlük, iki yönlü okunabilecek bir kitap. Yıllar önce cehaletimin verdiği sonsuz mutluluk içinde iki günde okuyup bitirmiş, sonra filmi çıkınca onu da IMDb'de yazdığı gibi drama, gizem, korku filmi gibi izleyip çabucak tüketmiştim. Aradan geçen yıllarda değişmiş olacağım ki, eskisi gibi kolayca okuyamadım. Başka bir Nermin Yıldırım (o da yakında bu sayfalarda) romanıyla paralel gitti. Bundan kafam yanınca öbürüne sarıldım (onda metafor yoktu neyse). 
   Kısaca: hem gizem, drama, gerilim hem de derin olmayan felsefi, sosyolojik metin olarak okunabilir. Saramago'ya başlamak için iyi bir seçimdir.

22 Kasım 2022 Salı

"Truth&Justice" Yönetmen Fyodor Mihayloviç Adeta!

   Sinema filmi tanıtımlarımı okuyanlar bilir: ben durduk yerde film övmem. Ancak müsaade edin, bu filmi ölçüsüzce öveyim. 
   2saat45dakika, Estonya yapımı, yönetmeni Tanel Toom'un ilk uzun metrajı (filmi çektiğinde henüz 36 yaşında), bilindik hiçbir oyuncu yok, 2buçuk milyon euroya maledilmiş (bir marvel filminin efektlerinden çok daha ucuza (bakınız burası çok acıklıdır)), üç saatte herhangi bir aksiyon, şiddet, entrika (atılan yumruk dahi) yok. Hikaye pek beylik (yeni arazisine taşınan bir çiftlik sahibi, fitnefücür yan komşusuyla çatışır (Fransız benzeri için bkz. Jean de Florette (o da iyidir ama asla bu kalibrede değildir)). İzlediğimde pek yorgun ve hasta olmama karşın dikkatim hiç düşmeden sonunu getirdim, yazılar çıktığında ise hindi gibi düşünüyordum. Fakir; son günlere kadar gayet ortodoks bir doğruluk&adalet anlayışına teşneydi. Ancak genelgeçer doğruluk ve adalet, insanı her zaman doğru rotaya götürmeyebiliyor (misal, bkz.bağlantı). 
   Böylesine beylik bir konuda, şiir gibi görüntülerde, bu kadar çok katmanlı bir filmi nasıl çekmişler? Müzik bu kadar mı iyi kullanılır? İnsanla şeytanın (temsili kötülüğün) mücadelesi mi? Bilinçsiz dinin insanı nerelere sürüklediği mi? Doğruluk ve adaletin kimi zaman doğru ve adil olmadığı mı? Sonradan kazanılan kötülüğün, fıtrattan gelen kötülükten çok daha feci olduğu mu? Koşulsuz inanç ve adaletin dengeleyici unsuru olan (- Sevgi yoksa, burası nasıl sevilecek?) Kroot öldüğünde, domuzlar içeri girmesin diye çaktığı eşik tahtasının (kendi ne çabalarla, ne zorluklarla atlıyordu üstünden) hemen sökülmesi, iki komşunun sınırını belirleyen mihenk taşının üstündeki haç simgesi (severiz metaforu, iyidir), o tarlada kımıldamayan kımıldatılamayan kocaman kaya (bak bu metafor da kuntastiktir), yılanlar, sınırı belirleyen kanallar, Pearu (kötü komşu)'nun siyah köpeği, siyah atı, siyah kıyafetlerine karşın Anders'in beyaz atı, beyaz köpeği, sarı saçları, güzel karısı (domuzları sadece sesiyle güder!)'nın tezatı (güzeldir tezatlar). Ezcümle yazsam okumaya erinirsiniz. Sadece şunu söyleyeceğim. Kapatın cep telefonlarınızı, kendinize sinema filmi izlemek üzere bir üç saat ayırın (mesanesi küçük olanlar için bir tuvalet molası zaruridir), adeta bir Dostoyevski romanı okurcasına (zaman&zemin&olay örgüsü ve hatta para birimi (ruble) ustanın romanlarını çağrıştıracaktır), oturun Doğruluk&Adalet'in başına (MUBİ'de var galiba), sinemadan-felsefeden-hayattan anlıyorsanız alacağınız hazzı hayal bile edemezsiniz. Ancak ilk yarım saatte sıkılırsanız açın stream platformlarından bir dizi beyninizi uyuşturun.
HAMİŞ : Filmi Engin Ağabey'e de önerdim (Bkz.Uykusuz dergisi kimi yazılar) belki onun yazılarında da görürüz yakında!

12 Kasım 2022 Cumartesi

Jose Saramago Kitaplarını Okuma Rehberi

   Neden böyle bir rehbere ihtiyacımız var?

   Sabırlı olunuz; her şey yavaş yavaş ve sırayla.

   Saramago, alışılmış dilbilgisi kurallarını reddeden bir yazar. Noktalama işareti olarak genellikle sadece nokta ve virgül kullanıyor. Büyük harfe yalnızca noktadan sonra ve diyalog başlarında yer veriyor. Özel adlar büyük harfle başlamıyor ve özel adlara ulanan ekler de tepeden kesme işaretiyle ayrılmıyor.

   Yazarın diyalog formunda olmayan diyalogları anlatıyla bütünleşerek, bir anlama anlatıya kaynayarak örneğin bir betimlemenin ardına eklemleniyor, birinin söze girdiğini büyük harfle başlayan sözcükten ve elbette metnin gidişinden kavrıyorsunuz. Alıştığınız tırnaklar yahut konuşma çizgileri yok. Çoğu zaman kimin konuştuğunu da belirtmiyor ve "dedi" "belirtti" "ekledi" gibi diyalogu kapatan ifadelere yer verilmiyor. Kitapların orijinallerinde hiç dipnot yok. Bizim okuduğumuz versiyonlar genellikle (hayır hepsi) çevirmenlrin tercihi. 

   Bu tanımda üstadın herhangi bir kitabını zihninizde canlandırmak elbette ki imkansız. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki: sıradan bir metin okumanın ötesinde bir tecrübedir. Okurken zihninizi daha farklı çalıştırmak zorundasınız. "Bunlar kimin sözleri?", "neler oluyor yahu?" diyerek frontal loblarınızı hep aktif tutmak zorunda kalırsınız (bu zorunluluk güzel bir zorunluluktur). 

   Yıllar önce "Körlük"ü okumuştum (o zamanlar ağ güncesi tutmuyordum). Bu vesileyle ikinci okumasını yapacağım, pek yakında bu sayfalarda (kendime reklam yapıyorum arlanmazca). 

   Saramago'yu ıskalamayalım!



"Kabil" Saramago İnanç Paradigmasını Sarsıyor.

   Önce kitap hakkında somut bir bilgi vereyim. Bu kitap (kimilerinin üstünde 24. baskı ibaresini görsem de) piyasada yoktur. Kırmızı Kedi yeni basımını yapmamakta, stoklarında olan satıcılar da fahiş fiyatlardan kitap kurtlarını silkelemektedir (Nadir Kitapta, Kitantikte bile genel rayiçten düşük fiyata bulamamıştım). Alışveriş sitelerinde bundan da yüksektir. Kitap raflarında yoktur (Dost, Gazi, Nezih, Remzi, D&R hepsini gezdim). Malum Saramago'nun 100. doğumgünü, gazetelerin kitap eklerinde hakkında yazılan yazılarda (üç tanesini inceledim) bu kitaptan bahsedilmemektedir. Kitabın son sayfasını çevirene kadar bu duruma anlam verememiştim. Artık biraz daha aydınlandım. 
   Adem ve Havva'nın ikiz oğulları Habil ve Kabil. Biri tarımda diğeri hayvancılıkta ustalaşır. Efendi sadece birini takdir edince, haksızlığa uğradığını düşünen Kabil, Habil'i öldürür. Efendi de onu alnında bir lekeyle ölmemek ve kahır çekmek üzere sergüzeşt bir yaşama mahkum eder. Kabil; zaman makinesi olarak çalışan bir eşekle çeşitli zaman ve yerlerde dolanır durur. İbrahim oğlunu kurban edecekken oradadır (cinayeti o önler), Sodom ve Gomora yıkılırken, Babil Kulesi çökerken oradadır. Lilith'le, Nuh'la, Eyüp'le tanışır. Meleklerle hasbihal eder. Efendi "dur bir reset yapayım" diyerek Nuh'a teknesini yaptırır, Kabil oradadır (ve hatta kadınların çoğunu döller (Kabil pek yaman bir yatak çekirgesidir)) ve Efendi'ye faka bastırır. Konu budur. 
   Saramago, çok açık olarak İbrahimi dinlerden (nedense) İslam'ı pas geçerek (Salman Rushdie örneğinden ürkerek olabilir kanımca); yaratıcı ve din konusunda yerleşik tüm dogmaları adeta bir caterpillar ekskavatör kalibresinde yıkıp dökmektedir. 87 yaşında yazdığı son kitapta (nasılsa tepkileri görmem diye düşünmüş olabilir) bunu yapmak hem kişisel bir kararlılık hem de ince bir hesap gerektirir. 
   Fakirin yaratıcı inancı organize dinlerden daha farklı bir yerde. Üstat Jose'ye katılmıyorum. Yaratıcı; kindar, öfkeli, yalancı, ikiyüzlü ve kötü değil. Bunların tersi de değil. Sadece umurunda değiliz (bence tabii). Formicariumunuz olsa "şuradaki karınca niye uygunsuz davranıyor?" der misiniz?
   Kişisele girmeyelim. Kitap güzel kitap, inanç konusunda at gözlükleriniz yoksa okuyun, çoğu Saramago kitaplarında olduğu gibi kimi yerde gülümseyecek, kimi yerde durup düşünecek, sorular soracak ama her halûkarda çabucak bitireceksinizdir.

9 Kasım 2022 Çarşamba

"Filin Yolculuğu" Saramago'dan Yol Kitabı.

 Portekiz Kralı III.Hoeo (Joao), kuzeni Roma Germen İmparatoru II.Maksimilyan'a (Maximillian) hediye olarak "sarayındaki en değerli varlığı" Süleyman adında bir hindistan filini hediye eder. Hoeo az kurnaz değildir. Filciğin bakımı pahalı, varlığı önemsiz ancak o zamanın (16.yüzyıl) kıta Avrupa'sındaki eşsizliği dikkate şayandır. Kraliçe fili sevmekte ve yolculuğa çıktıktan sonra onunla ilgili hiçbir şey duymak istememektedir. Bakımsızlıktan birazcık sefil kalmış Süleyman, bakıcısı Subhro (ki romandaki favori karakterimdir) ve şatafatlı refakatçileriyle birlikte en batıdaki Lizbon'dan Viyana'ya yola çıkar. Başlarına türlü işler gelir, olaylar gelişir.
   Saramago'nun üslubundan sonraki yayında bahsedeceğim (çünkü o çok daha şetaretli, fülfürüşlü! (Kabil)). 192 sayfalık bu kitap (meğer ki ustanın üslubuna alışkın değilseniz) Saramago'ya başlamak için ideal bir roman değildir. Nedir: bu kez altını çizdiğim, kenarına notlar aldığım satırlar fazla değildir. Ancak dönemin zeitgeistını (ne işim olur zeitgeist'la!) zamanının ruhunu anlayabilmek için (ki aradan yüzyıllar geçse de insanın temel özellikleri pek değişmiyor (bencillik, hırs gibi güzide hasletler)) okunur. 
   Üstelik (nedendir bilmem) şu aralar pek moda olan (doğumunun 100.yılı nedeniyle olmasın arakolpa?), hakkında paneller düzenlenen, kitap fuarlarında öne çıkarılan yazarımız hakkında ortamlarda ahkam kesebilecek bir zemine sahip olursunuz (kitap okumak için daha sığ bir saik olamaz herhalde!).

23 Ekim 2022 Pazar

"Kelime Müzesi" Ankara'da Gidilecek Yerler.

 27 Eylül 2022'de Ankara'da "Kelime Müzesi" açıldı. Oksimoron gibi dursa da, önündeki kuyruğu gördüğünüzde (misal Anadolu Medeniyetleri Müzesinde böyle bir kuyruk göremezsiniz) "hımm ne var ki içeride?" diye meraklanabilirsiniz. 

   İçeride kelimeler var. Kullandığınız, kullanmadığınız, anlamını bilmediğiniz, hele etimolojisini hiç bilmediğiniz kelimelerin somut karşılıkları, görsel objeleri ve dilin ne büyük mucize olduğunun somut yansımaları var. Kimi kelimeler bildiğiniz sanat eseri formunda, kimileri happening şeklinde sergileniyor. Çok ilgi çekici bölümler var. Heyhat fazla büyük bir yer değil hepi topu üç katlık bir orta halli ev boyutundaki müze. Anlatmak kifayetsiz kalacak, kimi fotoğrafları aşağıya bırakıyorum. Haftasonu kalabalık (ben çıktığımda gişenin önündeki kuyruk pek bir uzamıştı), tam 40, öğrenci 20 TL. müzekart geçmiyor, otopark büyük sorun, çıkınca hisar parkı var pek sakin, pek huzurlu, pek güvercinli. Her zaman gidilir, güzel vakit geçirilir. En sevindirici olanı insanların ilgisi tabii. Kitapseverlerin, dilin kullanımına önem verenlerin gitmesinde çeşitli faideler vardır.






















"Ev" Yine Travmalar, Yine Hayat! Nermin Yıldırım'ın son kitabı.

   İlk romanı hoşuma gitti ya, bir de en sonuncusunu okuyayım dedim. Pek hoşuma gidince yavaş okudum (bu kez başarabildim) ve üç haftadır (sadece yalnız ve okuma ışığında) rahlemde kuzu gibi yatıyor. Bugün bitti. Çok güzeldi. Mecbur aradakiler de okunacak.
   Romanımız Portekiz'de açılıyor İspanya'da kapanıyor. Açıldığı gün Mariza'yı, kapandığı gün Luz Casal'ı canlı dinledim. Tesadüf mü tevafuk mu bilemedim. Ama pek hoşlandım. Kapanış da And Kafe'nin nefis terasında, kapanışa uygun bir zaman/zeminde oldu. O yüzden kitap fotografisi fakirden bu kerelik.
   Seher travmatik bir kişilik (aynı ilk romanda olduğu gibi burada da kayıp bir anne, üstüne evsizlik, evsizliğe alışmak ve yalnızlığa iptila durumu var). Nazan Öncel dinleyen Seher menzilde hayatına son vermek için Portekiz-İspanya arası bir hacıyolunda yürüyüşte (Camino). Yanında vefakar dostu Oğuz (Ogo) ve sonradan katılan Şerbet (Şerbet'i tanıtamayız okumanız gerek) var. Romanımız iki kanallı ilerliyor, bir yandan kahramanlarımızla taban tepiyor diğer yandan Seher'in terapisti Çiğdem ile seanslarına şahit olarak geçmişi didikliyoruz. İlk romanda olduğu gibi bunda da ahkam kesme yok (yahut en az seviyede diyeyim (muharririmiz kızmaz umarım makul bir iki alıntı altta var)). Yazarımızın dili pek şetaretli. Çiçeklerle müzeyyenler, geçmişle rabıtalar, ziyayla büyülenen gözler gibi pek çok üstü tozlanmış (ne hazin!) ama şımşıkırdak kelimeler günyüzüne çıkıyor. Yazarımıza; henüz 42 yaşında olmasına rağmen bu güzel (ama unutulmaya yüztutan) kelimeleri kullanarak hatırlanmasına vesile olması nedeniyle alkışlar gönderiyoruz yürekten.  Romanımıza dönelim. İlk yarıda zuhur eden reyhan kokulu ademkişisini (Yakup) okuyunca "hah, aşk romanına evrilecek güzelim iş!" dedim, hayıflandım. Boşuna içlenmişim, Sayın Yıldırım pek güzel bir ters köşeye yatırdı fakiri. 453 sayfalık romanı hiç sıkılmadan, bazı yerlerini bir kaç kez okuyarak, kimi yerlerde gugıllayarak (Lord Creator'un "Beyond" şarkısı yok spotify'da aramayın, iyilik olsun diye şuraya bırakayım bari), altını üstünü çizerek, derkenarına notlar alarak bitirdim. İlk romana olan göndermeler pek bir ısıttı içimi (Unutma Beni Apartmanı). Kitabı da gözönünde bir rafa kaldırdım ki, seneye tekrar bakayım.
   Son tahlilde; ahir zaman feylesofumuz Cem Yılmaz'ın dediği gibi: "Herşey içimizde"
"Belki yaşla ilgilidir. Bir şeyleri elimde tutmak için uğraşmaya inanmıyorum artık. Bırakmaya inanıyorum. Ben artık tutmayayım, sıkmayayım, endişe etmeyeyim, öyle kendi haline bırakayım herşeyi, kalacakları varsa kalsınlar, gideceklerse de gitsinler istiyorum. (S.328)"

"Ev dediğiniz dört duvar değil ki, orada sizi sevecek, saracak biri.(S.382)"

"Oysa yıllardır kendimi taşımayı bildiğimi sanmıştım......Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama hakiki zorluklar mıh gibi ayakta tutuyor insanı. Ancak her şey olup bittikten sonra ortaya çıkıyor hasarın hakiki boyutu....... Öldürmeyen güçlendiriyor mu bilmem ama güçlendirmeyen öldürüyor sonunda. Güçlü olmaya çalışmaktan yıldım."

16 Ekim 2022 Pazar

"Good Luck to you Leo Grande" Libidonun Ettikleri.

 Baştan söyleyeyim, belirli bir yaşın üstünde değilseniz ve meşrebiniz darsa koşarak uzaklaşın. Öyle çoluk çocukla izlenecek film değildir.
   Nensistoks emekli din öğretmeni, kocası iki yıl önce ölmüş. Nensi hayatında orgazm olmamış, hep rol yapmış. Şu ahir ömrümde taşıdığım bu kabuk iyice çürümeden nasıl iyi seks yaşarım derdinde bir seks işçisi ile anlaşır, filmimiz başlar.
   Bir oda, iki oyuncu, bir saat 37 dakika. Üstelik serim/düğüm/çözüm olabilecek bir akış yok. Ancak garip bir şekilde iki kişi arasında gelişen diyaloglarda bu iki karakterin serencamını bir güzel temaşa ediyoruz. Liyograndenin çocukluk travmalarından, Nensinin çocuklarıyla olan sallapati ilişkisine, ortodoksi kurallarının nasıl yerle yeksan olduğuna dair pek çok şey var kordelamızda. Sonunda ise bazı şeyleri yıkmadan bazı şeyleri kazanmanın imkansız olduğuna dair bir son mesajla (emekli öğretmenimiz, kiraladığı otel odasının lobisinde eski öğrencisine oraya bir seks işçisiyle orgazm olabilmeyi amaçladığı için geldiğini itiraf eder ve bazı şeyler ancak öyle gerçekleşir) kapanır filmimiz. 
   Eminim; libidonun hayatın yönlendiricisi olduğunu savunan psikanalistler kuarteti Karl, Sigmund, Theodor, Jacques (Jung, Freud, Reik, Lacan) dörtlüsü oturup izleseler pek neşelenirler. 
   Her iki oyuncu çok iyi (63 yaşındaki (idol oyuncularımdan) Emma Thompson'un cesaretini takdir etmemek ne mümkün!). Müzikler, kurgu, senaryo çizgi üstü. İlk başta yazdığım gibi meşrebiniz genişse ve at gözlükleriniz yoksa oturup izlenebilir.

3 Ekim 2022 Pazartesi

"Nope" Bilimkurgu olamayan Bilimkurgu.

   Cordınpiili, Get Out'la çok güzel bir iş yapmıştı. Düşük bütçe, tanınmayan oyuncular, mükemmel bir görsellik ve bunun da ötesinde bir senaryo ile izleyiciyi pek ters köşelere yatırmış, zeitgeistı başka bir açıdan yorumlamamıza neden olmuştu (nedir ırkçılık demodedir). Sonra çektiği Us, görsellik ve tüylerimizi diken diken etmesi potansiyeli açısından tatmin ediciydi de sorular sordurmakta ilki kadar iyi değildi. 
   Yine de fragmandan gördüğümüz doğaüstü olaylar, uçandaireye benzeyen göndermeler (ki fakirin uzmanlığı bilimkurgu (bilimkurgunun olmazsa olmazı UFO'lardır)) saikiyle oturduk başına (2s10d). Bay Piili vurmuş metaforun dibine dibine. Katil şempanzeden, çocuk televizyon yıldızı riki "jupe" park'a, analog tercih eden entlırsholst'dan, teknolojik değil biyolojik çıkan UFO'ya; uzun filmimiz şiddetli bir metafor silsilesidir. Sinematik olarak kuşkusuz başarılıdır ama çekilecek çile değildir. Bir daha izler miyim? Zinhar! Yine de siz bilirsiniz.

HAMİŞ : Bir tek Kikipalmır'ın canlandırdığı karakter pek şükelaydı. Etekli analogçu amcam da öyle. Ama bunlar için izlemeye değer mi? Değmez (İsmail Güzelsoy'a selam olsun!).

"Unutma Beni Apartmanı" Gayet Tatminkar Bir İlk Roman.

   Önerilerine önem verdiğim bir dostumun önerisiyle Nermin Yıldırım'ın ilk romanını yatırdık masaya. İlk 2011'de yayımlanmış. Benim aldığım 11.baskısıydı (gayet iyi!). Dili ve kurgusu sarınca (uzun zamandır didiklediğim stoik metinlerden sonra sular seller gibi akıyordu) dedim biraz yavaş okuyayım da tadını alayım. Bu minvalde, açık havada, otobüste, şezlongda, parkta, yatmadan önce yapılan okumalarda maalesef üç gün dayanabildi. 
   418 sayfalık romanımız, bir telefon konuşmasıyla başlıyor ve bitiyor. Olmayan bir anne kavramıyla büyüyen Süreyya'nın hayatını temaşa ediyoruz. Metin iki yollu ilerliyor. Bir Süreyya konuşuyor bir Annesi. İkisinin dillerinin yaşlarını yansıtması pek keyifli (annesinden; yıllardır yanlış kullandığım hücceten'in fücceten olduğunu öğrendim, şaşırdım ve sevindim). Son onyıllarda edebiyatımızdaki romanların bir aforizmalar silsilesi olarak yazılmasından (Bkz.bağlantı)  fenalık geldi. Ne yalan söyleyeyim bu romana başlarken ondan korkuyordum. Korktuğum başıma gelmedi. Yazarımız ahkam kesmiyor, kurguluyor (her iyi romancının yapması gerektiği gibi). Ayrıca romanı okurken yazılan birkaç romandan (saymadım kaç tane) yazma eylemine de dair bilgilere sahip oluyorsunuz (ilginç). 
   Romanın ismi ortalarda bir yerde coğrafi bir bilgi olarak geçiyor ama son sayfada ister istemez bir kez daha pek şımşıkırdak şekilde anımsıyorsunuz. İtiraf edeyim güzel bir final. Mecbur (serde dipsomani var) yazarın diğer kitapları da alınacak, okunacak, burada bir iki satır yazılacak. 
   Son söz: hayatta dalınan karanlıklardan kurtulmak için karanlıklara dair okuma yapmak güzel ama bunları içselleştirmek için arada beyni boş vitese alıp kurgudan uzak durmamak gerekiyor (muş). Yaşandı, öğrenildi. 

2 Ekim 2022 Pazar

"Üçbin Yıllık Bekleyiş" Ne Yaptın George Miller Amca?

   Tildasvintını da İdriselba'yı da severim. Corcmillır zaten efsanedir (en son çektiği Mad Max Fury Road, fakirin içini pek titretmiştir). Öyleyken pelikulamızın başına olması gereken müskiratla birlikte oturduk (hem de single malt olanından). Heyhat, filmimiz biralıkmış (yazık oldu 12 yıllık smokey malta). Yönetmenimiz gelmiş 77 yaşına (dünyalık sorunu yoktur sanıyorum), en son işi beklentilerin çok üstüne çıkmış, niye böyle bir şey çekmiş anlamadım. 
   Oryantalizm batağına çökmüş, pek beylik bir hikayeyi güzel bir sinematografi ile aktarmış ama bunu herkeşler yapardı Millır Dede. Yakıştıramadım. İzlemeyin efendim.

"Enkheiridion" Stoacılığın Kılavuzu.

   Stoacılığa dair en son okumamı da; bu konu hakkında en pratik en pragmatik öğretileri vazeden Epiktetos'a ayırmıştım. Kendisi hem köle, hem engelli. Ama bunlar onun okulunda asillerin eğitim görmesine asla engel olmamış. Yazılı olarak bıraktığı bir öğreti yok. Öğrencisi Arrianus, ustanın derslerini iki belge olarak kayda almış. Diatribai'yi okumaya gözüm yemediği için "rehber" olarak adlandırılan Enkheiridion'u aldık rahleye. İş Bankası Yayınları yine güzel bir iş yapıp 101 sayfalık kitabı hakkıyla basmış. Ancak sonundaki açıklamalar, kaynakça, önsözü çıkarırsanız elinizde sadece 26 sayfalık öğütler silsilesi kalır. Ama bu 26 sayfa (çok azını dahi içselleştirirseniz) pek kesafetli bir 26 sayfadır. 
   Son aylarda yaptığım stoacılık üzerine okumalardan en özlü olanıdır. Bundan sonra Aurelius'un Kendime Düşünceler'i gelir. Elbette bunları okumayıp doğrudan şunu (Bkz.bağlantı) okuyup genel hatları da inceleyebilirsiniz. Ama bu içindeki malzemeleri bilmeden aşure yemeye benzer. O halde öyle yapmasanız iyi edersiniz. 

30 Eylül 2022 Cuma

"Reprise" Arkadaşlık, Yazma Tutkusu, İlişkiler ve Hayata dair.

 
   Yoahimtrier'e otör (evet efendim otör, yoksa auteur yazmayı biz de biliyoruz!) yönetmen diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz. Nedir: kendisinin son filmini (Bkz. burada) izlediğimde sinematografisine göz atmaya karar verdim. En iddialı işi olan 2006 yapımı röprizde son filmindeki anlatımın çok benzeri vardı. Eminim kendisinin başka işlerini izlesem, fularımı kuşanıp "hımm bu bizim yoahimin filmine benziyor" şeklinde ahkâmlar kesebileceğimi sanıyorum. Malumunuz otör yönetmen de, kendine ait anlatımı olan yönetmenlere verilen bir payedir. (Örn.Vesendırsın, Fransuatrufo vb.)
   Neyse filmimize gelelim. Düz sinefile gelmez (ne vereyim abime? Bullet Train izlesin onlar (hoş o da eğlencelidir)). Edebiyatla, ilişkilerle, arkadaşlıkla, aşkla, psikozla, yazma tutkusuyla rabıtanız varsa tadından yenmez. 
   Reprise frenkçede tekrar anlamına geliyor. Filmimizi dikkatli izleyenler bunun ne anlama geldiğini şıpınişi anlayacak ve pek hoşlarına gidecektir. Bu kez (yine iyi sinefilin ancak anlayabileceği üzere) iyi bir sonla bitirmiş Bayan Trier'in sevgili oğlu. Ama bu demek değildir ki filmimiz normal bir iş gibi başlıyor, seriliyor, düğümleniyor ve çözülüyor. Yok öyle! Hayatın kendisi gibi bir akışla izliyoruz olan biteni. Son tahlilde diyor ki: "zamana bırakın, zaman her şeyi halleder!". Fena motto değil. Bir kere daha izlenir.