Başlık neyse o.... (merak ettiğiniz kitap, film; gitmek istediğiniz rota varsa arattırın belki de bu sefil ağ güncesinde vardır)
28 Kasım 2024 Perşembe
"Transhümanist Devrim" Geliyor Gelmekte Olan
23 Kasım 2024 Cumartesi
"İnsanlığımı Yitirirken" Mutlu Değilseniz Okumayınız!
18 Kasım 2024 Pazartesi
"Kalk Bi Dopamin Demle" Günüzümün Yaygın Mutsuzluk Halleri.
İlk bölümünü (hepitopu 3 sayfa) okuyunca dedim "Hah O benim!". Yazar (lar (lar çünkü iki kişi yazmış bunu "Serkan&M. Ali Karaismailoğlu")) o kadar iyi betimlemiş ki içinde bulunduğum durumu, sanki bana özel yazılmış gibi hissettirdi ilk bölümler.
Bilmiyorum size de oluyor mu? Bazen bir şeyleri kaçırdığınızı, tamamlanamadığınızı, zamanın çok hızlı akıp gittiğini yahut bir ereğe ulaşamadığınızı (iş olur, unvan olur, ruh eşi olur, para olur her türlü) düşünür ve bu sizi bir nevi boşluğa çeker. Netice: Gelsin kasavetli günler, haftalar, aylar, mevsimler ve hatta yıllar (burada "zaman sanki bir rüzgar" diyerek Enis Behiç Koryürek'e bir selam sarkıtalım). Bu normal (miş).
Girizgahtan sonra başlıyoruz içimizdeki karadeliğe neden olan dopaminin bilimsel açıklamasına. Bu mendebur ve şükela molekülün (nörotransmitter deniliyor) sadece yapısını değil, çalışma prensibini de anlıyoruz ilerleyen bölümlerde. Ondan sonra da "hayatınızı mükemmelleştirecek dört adım" bölümüne geçiyoruz. Şaka şaka! Böyle bir formül yok! Yalnızca o karadelikle yaşamayı öğrenmek ve kontrolünü eline almakla ilgili öneriler var.
Kitap 1buçuk günde bitti. Adeta yutarak okudum. Biraz demlensin, bir kere daha okuyup altını çizdiğim, kenarına soru işaretleri koyduğum yerler üzerinde idrakımın artmasını bekleyip, lugat&makale karıştıracağım. Nedir: kitap biter bitmez instagram hesabımı kapattım (biliyorum oradaki hayatların yalan olduğunu ama beyni kandırmakta pek mahir bir uygulama bu (hesabı kapatmayı bile nice derin yerlere saklamışlar)). Önümüzdeki günlerde kendimi oyalama amacıyla yaptığım tüm sosyal faaliyetlerin biletlerinin iptal edilebileceklerini iptal ettim. Yine bu saikle çıkmayı planladığım seyahatleri erteledim. Canımın sıkılmasına, rölantiye ve hatta geri vitese ihtiyacım var (mış). 22'den sonra zaten ekrana bakmıyordum, yatağımın yakınlarında bırak ekranı elektronik cihaz yok (bunun için bir şey yapmama gerek kalmadı).
Bugün konuştuğum bir arkadaşım (kendisi sinirbilim konusunda akademik bir seyahatte (yolu açık olsun!)), tek nörotransmitterin dopamin olmadığını, daha nice benzer molekül olduğunu ancak çalışma prensiplerinin benzer olduğunu söyledi. Belki onların da böyle hap gibi kitapları çıkar. Ancak önemli olan şey çalışma prensipleri. Onu anlayınca gerisi kolay. Bu arkadaşım bir de "dopamin orucuna mı başlıyorsun?" diye sordu. Demek, kimi çevrelerde bilinen bir şey.
İki gözümün nurları, bu hızlı tüketim çağında hâla bu satırları okuyacak feraseti olan, anlamaya okumaya zaman ayıran bir avuç seçkin kâri, kıymetinizi bilin. Sizlerden, bizlerden fazla kalmadı. Pamuklara sarılarak saklanasısınız. Velhasıl; hararetle öneririm.
17 Kasım 2024 Pazar
"Sofranız Şen Olsun" Çocukluğuma Dair.
14 Kasım 2024 Perşembe
"Einstein Ahçısına Ne Dedi?" Mutfak Bilimi.
12 Kasım 2024 Salı
Endülüs Gezi Notları.
- Endülüs elbette ki Fas'tan daha pahalı ama memleketimden pahalı değil.
- Şöyle kendilerine özgü bir yemek tadayım derken farıdım. Pizza, makarna, paella, hamburger şeytan dörtlüsünün haricinde pek az seçenek var. En pahalı yemekleri pöç. Evet! memlekette milletin burun kıvırdığı dana kuyruğu. Fine dining restoranlarda en sona koyuyorlar ve diğer tabaklardan %40 falan daha pahalı. Yemedim, âlasını kendim yapıyorum. Gündüzü empanadalarla, tortillalarla geçirip akşamları tapas barlarda sürttüm. Buralardada patatas bravasın (bildiğiniz anne patatesi) karidesten pahalı olmasına anlam veremiyorum. Bendeniz deniz ürünlerine abandım doğal olarak.
- Toplu taşıma yaygın ama ihtiyaç duyacağınızı zannetmiyorum.
- Her yerde wifi olduğu için hat almadım, ihtiyaç da hissetmedim.
- Agota Kristof'un "Dün"ünü, Galeano'nun "Aynalar"ını, Reha Hoca'nın "Ud Çalan Kadınlar"ını, Jack London'un "Denizin Çağrısı"nı okudum. Tanpınar'ın "Huzur"una başladım ama bitmediği için sayılmaz.
- Paco Lucia'lı flamenkolar dinledim. Yerel radyo istasyonlarına kulak verdim. Günde 20bin adım attım ortalama. Deliler gibi yiyip 1 kilo hafiflemiş olarak döndüm memlekete.
- Elhamrayı tek başına gezmek için gelir miyim? Gelirim galiba. Bu arada sakın yazın gelmeyin sıcaklar cehennemi oluyormuş. Rehberim Rocio "bu yaz 50 dereceyi gördük" dedi.
11 Kasım 2024 Pazartesi
"Denizin Çağrısı" Jack London'a Başlangıç.
Fas Gezi Notları
KAZABLANKA
Sarı amblemli ucuzcu havayolları şirketi Kazablankaya direkt uçuş koyunca bitim kanlandı. Ekim'de orası sıcak olur diye atladım Fasa gittim. İşinize yarayabilecek şeyleri, tembel ağ güncesi yazarı gibi madde madde yazacağım.
- Havaalanından şehir merkezine doğrudan tren var ama gece 10dan sonra bitiyor. Tüm taksiler anlaşmış şehir merkezi 300 dirhem, pazarlıkla 200e gittim. Toplutaşıma yok.
- Havaalanında bir fas sim kartı aldım, hemen oracıkta takıp aktifleştiriyorlar, fiyat uygun, erişimde sorun yaşamadım.
- Şehrin pek bir numarası yok. Trafik, görmelere seza (ama haklarını yemeyelim yaya geçidine ayak attığınızda duruyorlar).
- Yine hakkını yemeyelim. Gittiğim ülkeler içinde havaalanı ve şehir merkezi olmak üzere döviz bozdurmada en az farkı Fas'ta gördüm. Yani havaalanında da döviz bozdurabilirsiniz (genellikle EUR ya da USD kabul ediyorlar)
- Deniz kıyısında devasa bir camileri var (Mekke'dekinden sonraki en büyük cami diyorlar) İbadet zamanları ücretsiz açılıyor diğer zamanlarda müze girişinden bilet almak zorundasınız. Tarihi bir özelliği olmadığı için pas geçtim.
- Diğer bir görülecek yer, şehrin adıyla müsemma Rick'in barı. O da ancak gece açılıyor ve randevuyla kabul alıyor. Vaktim olmadığından sadece fotografisini çektim.
- BİM, LCW, Ören Bayan (valla!) gibi mağazaları görmek şaşırtmasın.
- Fransız etkisi hissediliyor, tüm tabelalar Fransızca.
- Eski çarşıda yerel dükkanlardan deniz mahsulleri yemenizi öneririm. 50 dirheme bir karides veriyorlar. Kayık tabak tepeleme. Protein şoku yaşayabilirsiniz. Ürünler taze ve ucuz.
- Tanca'ya hızlı tren var. Bir aktarmayla kısa bir sürede Tanca'ya geçtim. Biletleri internetten önceden almakta fayda var. Tren fena değil.
- Tanca kesinlikle Kazablanka'dan daha büyük ve daha bir görmelere seza bir şehir.
- Medina; ki bu terim bu ve bundan sonraki gezi yazımda sık sık kullanılacaktır. O halde kısa bir açıklamayı hak ediyor. Efendim, bu coğrafyada şehir merkezleri son derece dar sokaklardan oluşuyor. Sokakların genişliği bir eşeğin yüksüz ve yüklü olarak geçebileceği ancak kesinlikle bir aracın giremeyeceği genişlikte. Nedeni; güneş ışıklarından korunmak deniyor. Asıl hayat burada. Yerel halk ve tabii ki de turistler sımsıkı dolaşıyorlar. Hırsızlık uğursuzluğa rastlamadım (ki gece yarısından sonra da avare avare gezmişliğim vardır). O saatlerde yalnız dolaşan kadın gezginler de gördüm. Demek ki emniyetli.
- Şöyle bir icra memuru tabelası gördüm, dedim ne kadar isabetli bir isim soyad olmuş.
- Güzel bir müzeleri var, gidilir. Yeri biraz sapa. Kuran da var Tevrat da. Roma da var Emevi de. Milattan öncesi de var sonrası da.
- İbn-i Battuta'nın haziresi de buradaki medinanın daracık sokaklarında. Haritaların yönlendirmesiyle bile güç bulunuyor. Gittiğimde bir takım fundamental bireylerin toplantısına denk geldim.
- Daracık sokakları gezdim, satıcılarla okkalı pazarlıklar yaptım (deri ucuz). Pazarlık yapmazsanız kesin pahalıya alırsınız. 3te1ini önerin (genellikle alırsınız, alamazsanız yandaki dükkandan alırsınız). Böylece satıcı da beş katı falan kazanır.
- Gece hayatı hayalkırıklığı. Hiç öyle güzel müzik yapılan mekanlar yok. Bir cazbara uğradım. Pek sefildi. Canlı müzik için önerilen bir iki yere gittim. Oralar da öyleydi. İyi müzik ben bulamadım. Marinada 555 diye bir kulüp var ama aşırı gürültülü ve tekno çalıyorlardı ben gittiğimde. Eskort kaynıyordu. Açmadı.
- Şımşıkırdak fine dininglere de girdim, sersefil mahalle arası lokantalara da (motorda sorun olmadı). Mutad üzre bir gün kaybolmaya ayırdım. Gelişine yürüdüm (pek de iyi yapmışım). Cafe Hafa'yı böyle buldum. Karşıda İspanya varken nane çayı içmek iyi geldi.
- DFDS hatlarından feribotla İspanya Tarifa'ya 45 dakikada geçiliyor. Bir saat önce orada olursanız pasaport kontrolünde sorun yaşamazsınız. O kadar kısa sürede kıta, dil ve kültür değişimi bir garip geliyor. Tarifa'da sizi (genellikle olduğu gibi) hüzünlü bir İsa karşılıyor.
- Mutfak hayalkırıklığı. Tajin (Tagine) denilen üstü kubbeli bir güveç tencereleri var. Et, balık ve tavuklu hazırlanıyor. Bir grup baharat ve sebzeyle pişiriyorlar. Pek lezzetli değil. Kuskus, bildiğiniz kuskus değil. Kısırlık bulgura tajin ile aynı muameleyi yapıyorlar, üstüne de bir sos döküyorlar. Sonra şişiyor midede. Önermem.
- Nane çayı içiliyor. Bildiğiniz nane limon ama çok şekerli olanı. Bunu da önermem. Ancak santrfüj etkisine girip içmemeniz imkansız. Kahve kültürü gelişmiş, oldukça lezzetli kahveler içtim. Çay zayıf.
- Gittiğim diğer arap ülkelerinden daha az evsiz ve dilenci vardı. Ancak; (bu ancaktan sonraya dikkat!) son derece profesyonelleşmiş kimi turist avcıları var. Tesadüfen karşılaşmış gibi yapıp (görünüşleri son derece düzgün, yüzleri güven verici, yabancı dilleri çok akıcı) size takılıyorlar. "Aaa bak burası da var, şurası da aslında şöyle" diye faydalı bilgiler veriyorlar. 20 dakika sonra "borcunuz 100 dirhem" diyorlar. Kıdemli gezgin olarak hiç bu toplara girmedim. Yalnız kafelerde otururken ilginç şekilde samimi olduğum insanlar bana orada çok fazla tüketilen macun esrar satmaya kalkıştı. Almıyorum, kullanmıyorum dediğim halde ısrarcı halleri kötüydü. Ancak kesin tavır koyarsanız ısrar etmiyorlar. Hepsinin hilafsız dört çocuğu var (fotoğraflarını gösteriyorlar), hepsi işten iki ay önce kovulmuş, hepsinin elektrik faturaları ödenmediği için ışıksız evlerde yaşıyorlar. Bu hikayeyi çok dinledim. Tanıştığım kimi turistlerin bu topa çok geldiklerini duydum. O yüzden (özellikle grupla gitmemişseniz) kesin tavrınızı koyun.
- Ekonomik olarak memleketimle aynı düzeyde. Pahalı değil, ucuz da değil.
- Her iki şehirde de medina güzel. Sokaklarda kaybolmak zevkli. Tanca'nın Grand Socco'sunda oturup geleni geçeni izlemek şükela.
- İnsanlar rahat, iletişim kolay, galiba mutlular da.
- Hemen herkesler fransızca, Tanca'da da çoğunluk ispanyolca konuşuyor.
- Marakeş'e gitmediğime yanarım. Oradan çöle geçip gece çölü yaşamak isterdim. Bir dahaki sefere artık ama bu da keçiboynuzu yemeye benzer (bir dirhem bal için bir çeki odun çiğnemek). Neyse bakalım artık!