"Aniden olup biten şeylerle başa çıkmak sanıldığından daha kolay aslında... Hiç istemediğin, hazır olmadığın, hatta asla kabul edemeyeceğini düşündüğün herhangi bir durumla birdenbire karşılaşınca dengen bozuluyor haliyle... Ama bir süre sonra direnç göstermeye başlıyorsun. Eğer ne olursa olsun kabul edemeyeceğin bir şeyse başına gelen ve direnecek gücün yoksa bile kabullenmemek, delirmek, hatta kendini öldürmek gibi seçeneklerin her zaman var. Ve reddetmek, delirmek ya da ölüm, kaybederken kazanmak anlamına bile gelebilir belki... Hiçbir durumda mağlup olmazsın. Ya üstesinden gelirsin başına gelen şeyin ya da çekip gider, reddeder, farklı bir bilinç durumuna bürünürsün (farklı bilinç durumu demek, delilik demekten daha sevimli mi ne?). Ama o şey birdenbire ortaya çıkmadıysa, aniden üstüne atılmadıysa, yavaş yavaş sızdıysa hayatına hatta neredeyse tatlılıkla sokulduysa farkettiğin an reddetmek ya da delirmek ya da ölmek için çok geçtir artık. Reddedemezsin, çünkü varoluşun dahil her şeyini onunla tanımlamışsındır farkında olmadan. Deliremezsin; deliren bir deli aslında akıllanmış olur ve böyle bir iyiliği hakedecek kadar iyi şeyler yapmadığın kesin. Ve ölemezsin, çünkü içine sızdığı her şeye korkaklık afyonu bütün hücrelerine işlemiştir. Çaresizce kabullenmekten başka seçeneğin kalmaz. Mağlup olmuşundur. Başka türlü bir oyun başlar artık ve kendi hayatını tatsız bir film gibi izlersin.
Oysa bütün istediğin kıpırtısız bir hayattı. Sakin, dingin, hareketsiz... Mutlu olmaktan çoktan vazgeçmiştin, istediğin tek şey huzurdu. Huzurun yolu da mutlak eylemsizlikten geçiyordu. Ama ne zaman, ne eşya, ne de o izin verdi buna. Her şeyin tabii olduğu değişim yasalarından hayatını kurtaramadın. Alışkanlıklarını korumak pahasına direndiğini zannettiğin değişim yavaş yavaş sana ve eşyaya, gününü ve gücünü gösterdi. Ne büyük ideallerin vardı, ne kahramanlık hayallerin... Basit bir hayat, basit insanlar, zamanın ağır aktığı Foça gibi bir yer ve ölürken bile kimsenin düzenini bozmayacak kadar fark edilmeyecek bir yaşam... Kurduğun hayallerin bile tek bir ortak noktası vardı. Basit, sıradan, sakin bir hayat... Buna benzer bir şey kurduğunu zannetmiştin bir süre ama her sıradan insanın başına gelen senin de başına geldi. Kendi ellerinle kurduğun düzen başka eller tarafından yıkıldı. Birdenbire olsaydı bu, bir yolunu bulur başederdin; baktın olmadı kaçar giderdin. Ama yavaş yavaş oldu her şey... Usulca sokulurken hayatına, öyle güzel becerdi ki kendisini yadırgatmamayı; masanın üzerindeki biblonun yerini değiştirmek için bile aylarca doğru anı bekleyen sen, hiçbir tuhaflık sezmeden yavaş yavaş aldın onu hayatına. Her gün bir adım attı. Sezmişti belki sendeki ürkekliği, hiç gürültü yapmadı. Öyle bir an geldi ki sonra, sanki o zamanın başlangıcından beri seninleydi. Ruhun bedene girmeden önce onunla beraberdi sanki, öyle hissetmeye başlamıştın. Alışkanlıklarının bozulmasına izin vermeyecekmiş gibi davranıyordu, kanda yavaş yavaş yayılan morfin gibi dağıldı tüm hücrelerine. Ve her şeyin farkına vardığında artık çok geçti. Birdenbire olsaydı keşke... Keşke aniden karşına çıksaydı. Reddedebilir, kaçabilir, yokmuş gibi davranabilirdin o zaman belki. Olmadı. Yavaş yavaş girdi hayatına, ve sen durumu fark ettiğinde hayatın artık sana ait değildi..."