30 Temmuz 2021 Cuma

"Şans Müziği" Auster'den Kader Üzerine.

   Jim Nashe, Boston'da itfaiyecilik yapar, 35 yaşlarındadır, eşi kızını ona bırakıp kaçmıştır, küçün kızını ablasına emanet, rutinine devam ederken. Tanımadığı babasından 200 bin teklik miras kalır, düşünür "ne işim var itfaiyecilikte?", parayı ezmeye başlar, olaylar gelişir.
   205 sayfalık novellamız, bir önce okuduğum "Boş Yere" nasıl yavaş aktıysa, Auster'ın novellası tam aksine sular seller gibi aktı ve bir gecede bitti. Metafora takmazsanız (o garip ikizlerin kapitalizmi mi yoksa kaderi mi temsil ettiğini falan) çok güzel zaman geçirirsiniz (yolda, kumsalda her türlü oyalar sizi), yok alt mesaj, üst mesaj, metafor/kutafor çözümlemelerine girerseniz bencileyin uyku tutmaz, kukumav kuşu gibi düşünür durursunuz. 
   Her halukârda okunur yani!

26 Temmuz 2021 Pazartesi

"Yok Yere" Yetişkinler İçin Murakami.

   Önceden uyarayım: Bu Murakami Haruki olanı değil!
   Romanımız, Tokyo'da erotik rehberlik yapan Kenci adlı gencimizin başına gelen olmadık işleri konu alıyor. Erotik rehber dediysek kendisi değil, sadece Tokyo'ya gelen ve amacı bu işler olan yabancılara rehberlik eden ekmeğinin peşinde bir genç adam. Bir gün, adının Frank olduğunu söyleyen bir Amerikalıya rehberlik etmeye başlar, başına olmadık işler gelir.
   Romanımız hepi topu iki günde geçmesine karşın, Haruki olmayan Murakami Bey'in Batı ve Japon toplumuna ilişkin yaptığı karşılaştırmalar ve tespitlerle 192 sayfayı dolduruyor. Bu tespitler ve üslup Haruki Bey'in kalemine oldukça uzak. Bir kere Ryu Bey, adeta manga kalibresinde bir şiddet sunuyor okura. Mideniz hassassa uzak duraksınız bir kere. Ayrıca (bence) bir akış sorunu olduğu da kesin. Hızlı olması gereken yerler uzun, yavaş olması gereken yerler kısa gibi geliyor okurken. Kısacası eğer şiddet ve manga meraklısıysanız okuyabilirsiniz. Yoksa, size bir faydası olmaz. (bana olmadı).

23 Temmuz 2021 Cuma

"Big Bad Wolves" Nasıl Kaçırmışım Bilmem?

 2013'de izleyiciyle buluşan iki saate yakın (1s50d) filmimiz Tarantino'nun ilk dönem ham işlerini andırıyor (zati Kuentin bey "yılın en iyi filmi" demiş 2013'de). 
   Seri cinayetler şüphelisinin, adaleti kendi sağlamaya kalkışanlarla rabıtasını (bu oldukça şiddetli bir rabıtadır) anlatılıyor. Oyuncuları hiç tanımıyoruz, filmin büyük bir kısmı kapalı bir odada geçiyor, İsrail yapımı, Yiddish (Orta Avrupa'dan göçmüş museviler olduğundan böyle yazıyorum) ve Arapça konuşuluyor, İsrail yapımı, hiç bilmediğim bir yönetmen kotarmış (son filmi diğer ülke netflikslerinde yeni gösterime girdi (bunun kalibresine bile yaklaşmıyor, uzak durun)), büyük bir prodüksiyon değil, eleştirel gözle yaklaşırsanız mantık hataları bulmamanız imkansız, sabi sübyan ile zinhar izlenmeyecek kadar sert bir şiddet içeriyor. Bunlar pelikulamızın handikapları. 
   Gelelim olumlu yanlarına: senaryo ve kurgu akıyor, başına oturunca çişe kaldırmıyor, şiddetin arasına serpiştirilmiş gayet ince görülmüş bir mizah var (humorun kalitelisi), oyunculuklar tatminkar, okumasını bilene güzel mesajlar/altmesajlar var (parmaklar kırılmayaydı belki de bir iki satır yazılabilecekti (ben hiç tahmin etmezdim ya)). Daha ne olsun! Şu kaliteli sinema filmi yokluğunda iyi geldi vallahi. Yetişkinlere öneririm.

21 Temmuz 2021 Çarşamba

"Suskunlar" Geç 1 Yazı!

   269 Sayfalık kısa romanımız (novella desek başımız ağrımaz) 2007 yılında yayımlanmış. Raflara çıkar çıkmaz almış, iki gecede bitirmişim. Bu tarihten sonraysa hilafsız üç kez daha okumuş olmalıyım (ilk hızlı okumadan sonra tafsilatlı okuma ve sonra yine hızlı okuma). Dün rafları karıştırırken aklıma düştü "Yav bunun hakkında ağ günceme ne yazmışım?" diye. Bir de baktım ki: Yok! Demek ki 2012'de tuttuğum bu güncede, daha önce okuduğum kitapları yazmamışım (aslında doğal olarak). Tuttum yine başladım, bu kez bir günde bitti.
   Herneyse.
   Suskunlar, Mevlevilerin bir kolu. Susuyor, konuşmuyorlar. Kendilerine ait bir hazireleri dahi var (hazireyi de bir zahmet TDK'dan bakınız.). Novellamızın özetini yazmak, fakirin irfanını aşar. Yalnız şunu söyleyebilirim: günümüz yazarlarından en sevdiğim, en şetaretli yere oturan İOA'ın kendine özgü bir üslubu ve anlatıcılığı olduğu tartışılmaz. Bunda da adeta uzun bir masal anlatıyor. Misal, Dügâh bölümünde Eflatun'un yolculuğu ile Kandid'in yolculuğunu kıyaslayabilirsiniz (Eflatun Kandid'i hırpalar). Konudan azade verdiği detaylar kimi zaman tek başınıza kıkırdamanıza yol açar, arada sorduğu sorular zihninizi kurcalar (Misal: "Gafil oğlum medresede, "Kuran-ı Kerim'i koruyan Allah, Tevrat ve İncil'i niye koruyamamış da kafirler bu kitapları tahrif edebilmişler?" diye sorduğu için kelam hocası onu asasıyla Allah yarattı demeden dövdi ve Ümmet-i Muhammed'in düşmanı ilan etti." S.102), romanda verilen isimler (ki hiçbiri boşuna verilmemiştir) ile gerçek hayattaki karşılıklarını bulmaya çalışırken beyniniz kızarır, kimi konuşmalarda hayret edersiniz ("Alın! Bu kavunu yiyin! O benim etimdir! Rakıyı da için! O benim kanımdır!" S.232), yemek sayfalarında ise mideniz kazınır ("kuşbaşı kıvırcık koyun etinden kırmızı yahni, kaynatılmış buğday ve etten ibaret herise, çok küçük parçalar halinde ızgarada kızartılıp ardından et suyunda pişirilen koyun eti külbastısı, patlıcandan yapılan mülebbes dolması, tavşan yahnisi, her bir parçasının arasına defne yaprağı konmuş yılanbalığı külbastısı, çılbır, soğan suyunda baharatla terbiye edilmiş şiş kebabı, kayısı-erik hoşafı, kaymaklı kadayıf, kalkan balığı külbastısı, yengem duymasın helvası ve Zahir Hazretleri için bir kavun ve bir sürahi dolusu rakı" S.230), son sayfalarda adeti üzre fahriye bölümünde "uzun boylu çekik gözlü adamdan" bahis geçer ve kitap (üzülerek de olsa) biter. İOA'ın kitaplarının sonlarında bir boşluk olur genellikle. Bunda olmuyor. Son sayfalarda herşey güzelce bağlanıyor ama kendinizi mahzun hissediyorsunuz.
   Suskunlar'ı okumazsanız üzülürüm.

20 Temmuz 2021 Salı

"Ubik" Gerçeklikle İlgili Sorun Var!

   Bu ay dergide "Bilimkurguda Simülasyon" konulu yazımda* ismi geçince bir kez daha okuma isteği duydum ve kitaplığımda aradım, bulamadım. Mecburen yeni basımını alıp bir iki günde bitirdim. Bitince bilimkurguların olduğu rafa yerleştirirken bir de baktım ki: oracıkta duruyor bir eski basımı (kapağı daha güzel). İşte PKD'in (Philip Kindred Dick) kaypak gerçekliğine bağlı bir durum!
   Runciter, gerçekliği algılama merkezi diye bir şirket işletiyor. Ne zaman olduğunu bilmediğimiz bir gelecek. Büyük bir iş alıyorlar, aya gidiyorlar, bir bomba patlıyor ve zaman/zemin duygusu ayaklarımızın altından çekiliyor. Son sayfalara gelinceye kadar yaşanan gerçeklikten emin olamıyoruz. Ki bunda da haklıyızdır. Ancak kitabın kapağını kapatıncaya kadar sürprizler okurun yakasından düşmeyecektir.
   Kitabımız 1969'da yazılmış. Bunun etkisini kimi zaman tıkırdayan daktilolarda, pikap iğnelerinde görüyorsunuz ama okura yansıtılmak istenen kaygan gerçeklik duygusuna diyecek yok. PKD'nin zaten gerçekle/zamanla bir meselesi var. Kimi zaman amfetamini çekip, yevmiyeyi denkleştirmek için hiç durmadan (evet uyumadan falan) günde 2 kısa hikaye, haftada bir roman yazmışlığı var. Sizin bizim gibi işleyen bir kafası yok, başka türlü birşey.
   Özellikle romanın sonlarına doğru pik yapan zamanda ileri/geri gitme bölümleri, birçok filme esin kaynağı olmuştur sanıyorum. Simülasyonda mı yaşıyoruz, kararlarımızı biz mi alıyoruz (Bkz. Libet Deneyi (bunu incelemenizi hararetle öneriyorum)), bu zaman doğru bir zaman mı gibi sorularınız varsa yakın durunuz.
 
* Bilim ve Ütopya Temmuz 2021 sayısı.

18 Temmuz 2021 Pazar

"Nuevo Orden" New Order, Yeni Düzen. Bugünlerde izlemeli!

    Açılıştaki ilk on dakika çok çarpıcı, sonrası daha da çarpıcı. Zengin düğünü, heryer para kokuyor, ziyaretçi bakanlar falan var, yolunda gitmeyen birşeyler var ama duvarlar yüksek, korumalar kaslı, silahlar iyi bakılmış. Sonrası kaos.
   Biliyorsunuz Meksika, toplumumuza-memleketimize yakın bir demografi/yönetim şekline sahip. Zengin almış yürümüş, yoksulsa pazar artıklarını topluyor. Filmimiz bu düzenin kırılma noktasında başlıyor. Yoksullar, "kemik bıçağa dayandı" deyip, kalkışıyorlar. Yağma, talan, cinayet gırla gidiyor. Sonrası malum, diri kuvvetler işi devralıyor ve sıkıyönetim işliyor. Bundan sonrası ise ibretlik. Tuzun kokması sonucu diri kuvvetlerin içindeki bir adam kaçırma organizasyonu, zengin (ama nasıl iyi yürekli) kızımızı rehin alıp fidye istiyor. Daha sonra bu organizasyonun bir alt organizasyonu devreye giriyor (kokuşmuşluk had safhada). Ve izleyici bu noktadan itibaren kaosun iyi/kötü, zengin/fakir demeden insan hayatlarının nasıl hunharca harcandığını çok sert ve acı bir şekilde izleyekalıyor. 
   Kendi adıma müskirat istihkakımı aşmama neden olmuş filmdir. Çok etkilendim, çok sarsıldım. Bu film İskandinav ülkelerinde bir etki yaratmaz çünkü kavramlar onlara yabancıdır, içselleştiremezler. Üzücüdür ki, sizler izlerseniz çok aşina gelecek ögeler bulursunuz. Ders almak için muhakkak izlemek gerektir. Holivut ve Netfliks sinemasından kaçmak için iyi bir seçenek. Yalnız sabi-sübyanla asla izlenmez, hayatta olabilecek her türlü şiddet ve cinsellik sakınılmadan verilmektedir. 
Hamiş: Karakterlerin harcanması o kadar sıradan verilmiş ki, böyle durumlarda canın tenden uçuvermesi ne kadar kolaymış diye düşünüyor insan. İşte bu da beni pek hüzünlendirdi.

"Devlet Ana" Kemal Tahir'den Kuruluş Aşamasındaki Osmanlı.

   632 Sayfa. Ama nasıl ilerliyor bilemezsiniz. Açılışı Haçlı bakiyesi iki süvarinin Kara Vasil'in Mavro'su ve ablası Liya'nın işlettiği hana gelmesiyle başlıyor ve okuyucuyu kendine çeken bir olay örgüsü, o dönem kullanıldığı varsayılan dile olan şaşkınlığımızla kendine esir ediyor.
   1967 Yılında yazılmış ve okuyanı 13. yüzyıla götürüyor. Ertuğrul Bey, Osman Bey, Orhan Bey, Şeyh Edebali ve Yunus Emre; romanda yer alan ve bildiğinizi tahmin ettiğim karakterler ancak olaylar daha ziyade Mavro ve Kerim etrafında dönüyor. Diyaloglar pek uzun. Karakter betimlemeleri ve olay örgüsü daha ziyade tiratlarla çözülmüş. Ertuğrul Bey'in Beyliğinin nasıl olup da Osmanlı İmparatorluğuna dönüştüğünün ilk anları. Anadolu İslam anlayışı, Ahilik, Aşıklık müessesesi, kadının toplumdaki yeri (özellikle "Bacı Bey" karakteri pek baskındır), gayrimüslimlerle ilişkiler (günümüzdekinden fersah fersah ötede!) ve iki karakterin değişimi roman boyunca ilmek ilmek işleniyor. Şövalye Notüs Gladyüs ve arkadaşı Türkopol'un hayınlıkları ile açılış yapınca kendime sordum "hamaset olacak mı?" diye lakin ilerleyen bölümlerde hamaset olmadığını görerek pek sevindim. Nedir: muhaberelerde Osmanlı acı kuvvetinden ziyade taktik açıdan üstün, birebir çarpışmalarda ise başabaştı. Kendi adıma bu kadar geç okumuş olmama utandım. Altını üstünü çize çize okudum, sorular sordurdu. E daha ne olsun. Tavsiye ederim.
 

13 Temmuz 2021 Salı

"Arkadaşımın Evi Nerede?", "Hane-i Dost Kodjast" Kiyarüstemi'den Sahici Film.

   Şu sinema filmi kıtlığında fakiri mest eden filmdir. Abbas Kiyarüstemi 1987'de çekmiş. Renkler pek primitif (sanki Ertem Eğilmez filmi izliyoruz). Sesler de buna mukabil. Minimum kostüm, minimum mekan, hiç bilinmeyen bir kast (en azından bizler aşina değiliz), küçük prodüksiyonlu ama çok güçlü bir müzik kullanımı: sahici, insanın içine dokunan bir film.
   Ahmet, yanlışlıkla arkadaşı Muhammet'in defterini alır. Öğretmenleri bir sonraki gün Muhammet o deftere ödevini yapamazsa sıfırı çakacaktır. Ahmet, başka köyde oturan Muhammet'in defterini vermek için yollara düşer. Tüm öykümüz budur. 
   Bu kadar basit bir senaryo, usta işi bir yönetimle nasıl insanın içine dokunan, onlarca alt metni barındıran (dürüstlük ve bozulması, inceden kapitalizm eleştirisi, sosyal tespitler), nasıl işlendiğini anlamadan çok iyi anladığınız karakterler işleyen müthiş bir filme dönüşmüş. Anlamak zor! 
   Sinema filmlerini okumadan izleyenlerdenseniz hikaye sizi bir onbeş dakikadan sonra içine çekecek, (ha bu arada zamanı ezmek için film izleyenlerdenseniz fazla hazzetmeyebilirsiniz) ancak bu konuda bir iki kitap karıştırdıysanız filmin başından itibaren başından ayrılamayacaksınız.
   Sizleri bilemem, ben afişteki verev yokuşları görünce bir ter basıyor, aklıma Ahmet'in karayel gibi yokuşlara vurması geliyor, o gözlerdeki masumluk/çaresizlik/umut ve nice duyguyu anımsıyorum. (bu arada oyunculuklar nasıl abartısız ve güzel anlatamam).
   Velhasıl öneririm.
Hamiş: Şimdi baktım IMDb puanı da 8.1'miş. Bu kez katılıyorum bu çokbilmiş mecraya.

4 Temmuz 2021 Pazar

"Alıklar Birliği" New Orleans'lı Şvayk.

 
   Romanımıza başlamadan önce muharririni bir incelemek gerektir.
   JKT (John Kennedy Toole), niyorliyıns doğumlu zaten. Lehçeye, atmosfere, o tembel iklime ve insanlara olan etkisine aşina. Üniversitedeki hocalarından biri ve kendi hayatından alıntılar yaparak bir roman yazıyor. Bunu çeşitli yayımcılara gönderse de reddediliyor. Anacığının evine dönüyor. Depresyondan muzdarip. Ülkeyi dolaşmak için arabasına atlıyor. Bahçe hortumunu aracının egzosuna bağlayıp içeride oturarak hayatına son veriyor. Henüz 32 yaşında. Anacığı (onların hakkı ödenmez!) bu taslağı alıp başka yayıncılara gösteriyor. Biri basmaya karar veriyor. Ölümünden 11 yıl sonra basılan romanı pek beğeniliyor. Ve hatta 1981'de Pulitzer Roman Ödülünü alıyor. 
   Romanımızın çok kayda değer bir ekseni yok. Aslında temelde Ignatius Reilly denen bir başkarakterin etrafında dönenler anlatılıyor. Ignatius; obez, bencil, toplum düşmanı, tembel, anacığını acımaksızın sömüren, kendi doğrularından başkasına inanmayan itici bir protagonist. Ancak kendine ait garip bir albenisi olduğu da kesin. Dinbilim ve geometri bilmeyen insanları; bir şekilde ıslah etmeye yemin etmiş. Toplum onu dışlıyor, supapı her an kapanma tehlikesiyle karşı karşıya (açıldığında ise etrafına bariz rayihalı cennet gazları püskürtüyor). Girdiği işleri, kendi bakış açısına kadar düzenlediğinden işinde istikrarlı olduğu söylenemez. Her türlü girişimi akamete uğruyor (bunlar içinde proleteryayı örgütleyip halk ihtilali çıkarmak, eşcinsellerin yüksek mevkilere getirerek Dünya barışını sağlamak gibi ütopik olanları pek neşelidir). Roman da böylece bitiyor.
   Türkçe çevirisinde; New Orleans aksanı/lehçesini vermeye çalışılırken epey uğraşılmış ve bozuk bir anlatım kullanılmış. Eminim ki asıl dilinde okumak daha şenliklidir. Buna mukabil Ignatius'da bir Aslan Asker Şvayk eblehliği/bilgeliği, bir Kandit naifliği yoktur. Bu yüzden aykırı karakter seven kitap kurtlarına Haşek'in veya Voltaire'in yazdıklarını daha önce okumalarını; eğer haz alırlarsa 420 sayfalık bu romana da bir göz atmalarını öneririm.