30 Temmuz 2017 Pazar

"Atomic Blonde" Ajda Pekkan Berlin'de Karate Yapıyor.

 
   Konu bir çizgi romandan, kast ortalamanın üstü (karlayzteron, cemyzmekevoy ana rollerde, yardımcı rollerde canguudmın, tobicons, edimersın, (en son kadın mumyamız) sofyabutella), bolca aksiyon var. Berlin duvarı yıkılmadan önceki bir casusluk hikayesi. 
   Böyle yazınca tam seyirlik film gibi duruyor, ama yok ! Ne bayan Teron'un femfatal havası, ne bay Mekevoy'un gıcık delibakışları, ne de harcanan tüm paraya karşın, ikinci yarıdan itibaren esnememe engel olamadım. Ne arada görülen lezbiyen ilişki, ne de senaryonun durmadan twist (ne işim olur twistle) şerit değiştirmesi ilgiyi yüksek tutabildi. Aksiyonun hiç olmadığı (ama tabi bay Lakar'ın sağlam romanına oturtulan) "Tinker, Tailor, Soldier, Spy"'ın yanına bile yaklaşmayacak bir casus filmi olmuş.
   Haa  bir tek playlist (ne işim olur playlistle) çalınan müzikler güzel. Ona diyecek bir şey yok. Filmin sonundaki yazılara baktım da ekibin hemen hemen tamamı Macarlardan oluşuyor. Galiba Macar yapımı. En son izlediğim Macar filmi Tilkiperisi Lisa güzeldi halbuse (halbuse !!) Macarlar, holivuta benzemektense böyle işlere para ayırsalar daha iyi olur bence.
   Sıcaktan bunalmaktansa sinemada serin serin oturalım diye gittik ama gitmeseymişik de olurmuş.

20 Temmuz 2017 Perşembe

"Uzay Tazısının Yolculuğu" Alien'ın Dibacesi

 
 "Uzay Tazısının Yolculuğu" diye okunduğunda düz kitapseverin aklına hiçbirşey düşürmezken, İngilizce adına göz atılınca ("The Voyage of Space Beagle" (kitapkurdu  eğer bilimle de birazcık ilgiliyse)) "Hımm ! bu Darwin'in Biigıl'ı olmasın" diye sorular sorduran kitaptır. 
   1950'de yayımlanmış (kimbilir ne zaman yazılmış). 50'li yıllar Flaşgordon, Feza Yolcuları gibi ideolojik kurgunun parladığı zamanlar. Piyasada ne Uzay Yolu, ne Ay Üssü Alfa (nüfus cüzdanlarını defter olarak alanlar yazılanları anlayabilirler) var.   Adamakıllı bilim kurgu yok ! Kitaptan ziyade dergide yayımlanan işler var. 
   İşte bu ahval ve şerait içinde Bay Van Gogt oturmuş, romanını yazmış. Okunduğunda aman aman bir bilim kurgu tadı vermez. Bilimsel kurgusu, günümüzdeki aynı türden eserlerle karşılaştırıldığında naiftir. Ama : (bu ama büyük bir "Ama"dır) bir çok fikre babalık yapmıştır. 
   Nedir : yıldızlararası yolculuk yapan bir uzay gemisi (birisi "Atılgan" mı dedi ?); çeşitli gezegenlerdeki yaşam formları ve uygarlıklarla temas kurar, anlamaya çalışır, olaylar gelişir. Bu yaratıkların bir kısmı, muhayyilemizin ötesinde tehlikelidir. Bu şekilde özetlendiğinde "Star Trek", "Alien" ve daha onlarca çok satan işin kaynağına oturtulabilir rahatlıkla. 
   Bu açıdan bakıldığında sırf o zamanlardaki bilim kurgu nasılmış diye, bilimkurgu hastası okur, okur. Düz sinefil ise ilk 50 sayfadan sonra pes eder. Bendeniz sonuna kadar gittim. Biraz baydı ama didikledim "bundan ekmek çıkar mı ?" diye sinsice düşünerek. 
   Yok çıkmaz ! 

18 Temmuz 2017 Salı

"1Q84" Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi.

    Uzun (1256 sayfa). E kitap olarak okuduğumdan kesafetini anlayamadım. Ortayı bitirip de olaylar fantazyaya kaçmaya başlayınca (haliyle merak eğrisi yükseliyor) çabucak bitecek diye endişelendim (hiç gerek yokmuş). Son 400 sayfada ise "ne zaman bitecek bu yahu ?" diye sorular sordum kendime. 
   Sayfa sayısı endişe yaratmasın. Başlayınca sular seller gibi akıyor (hırslı okumayla on günde bitti !). Çeviri şûkela (yalnız yazmasam karnım şişer "Aynen öyle" ifadesi çok fazla kullanılmış). Aksiyon, macera, kaçıp/kovalamaca, paralel evrenler, entrikalar, egosantrik şahsiyetler, Japon günlük hayatı, yeni dini gruplar, caz/klasik/rock müzik, moda (hem de markalısı), felsefe, psikoloji gibi yan ögeler olmasına karşın (benim aklımda kaldığınca elbette) kitabın omurgası : aşk.
   Güçlü bir omurga. 
   Hakkında yazılmış onlarca kritik varken, okumayı hobi olarak sürdüren fakirin yazabileceği ne var ki ? (arakolpa burada kolaya kaçıp altını üstünü çizdiği yerlerden bir demet yazacaktır).
  • Bay Murakami ciddi bir ürün yerleştirme yapmış (karakterlerin giydiği kıyafet markalarından, otomobile, fotoğraf makinesine, elektronik aletlere ve daha nelere).
  • Müzik konusunda ise romanda en çok sözü geçen esere fazla yakınlaşamadım (Janacek "Sinfonietta"). Dinledim, dinledim (farklı varyasyonlar) bir türlü içim ısınmadı. Hele dinlerken spor yapmayı falan asla düşünmem (müzikal cehalet var galiba bünyede).
  • Şu cümle güzeldi : "Tarih kitapları, bizim eskiden de şimdi de aynı olduğumuzu gösterir. Giyim kuşamımızda ve yaşam tarzımızda bazı farklılıklar olsa bile düşüncelerimiz ve yaptıklarımız pek değişmez. İnsan nihayetinde, genler açısından yalnızca taşıyıcıdır ve gelip geçicidir. Onlar bizi yarış atı gibi dörtnala sürerek üstümüzden geçer, kuşaktan kuşağa yollarına devam ederler. Üstelik genler, neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmezler. Biz mutlu da olsak, mutsuz da, onların umurunda değildir. Araç olmaktan öteye geçmeyiz ne de olsa. Onların tek derdi, neyin işlerine daha fazla yarayacağıdır." Evrime ve tarihe hiç bu açıdan bakmamıştım. Evet ! 
  • "Bıçakla kesip avucuna alabileceği kadar yoğun bir karanlık" güzel bir betimleme.
  • Yazarın memelere garip bir takıntısı var. Aomame'nin memeleri hakkında çok fazla bilgi sahibiyim. Neredeyse tüm kadın karakterlerin memelerini tarif etmiş ama Aomame'nin memeleri (neredeyse) her 50 sayfada bir vurgulanıyor. (keşke biraz daha büyük olsalar). Aynı hassasiyet kulaklar için de geçerli ama memelerin yeri başka (şöyle söyleyeyim : memeyi kitaptan çıkarın, 50 sayfa azalır.)
  • Romanın akışındaki küçük detaylar (misal : Tengo'nun yemek yapması neredeyse bir yemek kitabı okuyormuşçasına hissettiriyor) hiç atlanmıyor. 
  • Karakterler gayet ayrıntılı belirleniyor, öyle ki bir süre sonra hayalgücünüzün de yardımıyla gözünüzün önünde canlandırabiliyorsunuz. 
  • Tekrarlar ve sündürülen bölümler çok. Sanki 900 sayfa da olabilirmiş gibi geliyor ama öyle olunca bütünlüğünü yitirir miydi ? (bu konuda Haruki Bey muhakkak benden fazla düşünmüştür)
  • Kitap yazma, edebiyat dünyası, okumak gibi eylemler (ki olaylar bir kitap sayesinde gelişir) kitap kurtlarına hitap eder.
  • "Little People" lakabıyla mulakkap varlıklar ise birebir Stephen King'in (artık piyasada bulunmayan (bulabilen varsa haber versin) "Insomnia"daki "Uykusuzluk"taki (ne işim olur Insomnia ile)  küçük insanları ile çok benzeşmektedir (bir tek ben mi böyle düşünüyorum bilmem). 
  • Paralel evrenler ve fantazyaya kaydıkça, peşivalar, reşivalar, doutalar zuhur ettikçe (fantazyaya bayılan fakirde dahi) okuma şirazesi kayar gibi oluyor, fazla anlamaya çalışmadıkça sorun çıkmıyor.
  • Alt metinlerde geçen göndermeleri (Tengo'nun annesinin reekarnesi ile yaptığı esrar partisi, Tengo'nun annesine yönelik çok net çocukluk anısı, Aomame'nin cinsel ilişki yaşamadan hamile kalması vs.) daha iyi anlamak için ya iyi bir kritiği okunmalı yahut bir kez daha didiklenerek okunmalı.
  • Velhasıl ; yarattığı dünyaya okuru kolayca çekivermesi ve yoğurdu kesen bıçak kolaylığında okunması, bitince gülümseyerek tefekküre dalmayı kolaylaştırması gibi nedenlerden ötürü okunsa iyi olur.

"Ben de Halimce Bedreddinem" Yabancı Gözüyle Şeyh Bedrettin.

 Türkolog bir Rus yazar (Radi Fiş (hep Türk zannederdim cehaletimin hicabından cemâlim nâra döndü)) Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in romanın yazmış. Bugüne kadar okumamışım. Ne ayıp !
   Kitap, hacimli (430 Sayfa). Yazarın ideolojik arka planını gözönüne aldığımızda yazılanları içselleştirmemiz o kadar kolay oluyor. Evet ! soldan bakılarak yazılmış. Şeyh Bedreddin'in "Varidat"ını okuduğumda o kadar sol bir söylem farketmemiştim. Neyse.. Romanımız, kronolojik bir sıralama takip eder gibi görünse de, kimi anekdotlardan sonra uzuun geri dönüşler yapabilmekte, yazarın üslubunu benimsemek de biraz zaman almaktadır (150 sayfada ancak alışabildim). 
   Adı üstünde : roman. Gerçekleri birebir aktarmak gibi bir misyonu yok. Bu minvalde, Sayın Fiş; boşlukları bir güzel doldurmuş. Fakir; biyografi tadı da roman tadı da alamadı (muhtemel benim eksikliğim). Kimi betimlemeleri, uzun tiratları ileri sararak (hızlı okuma) geçiştirdi. Birazcık yavan bir borç çorbası içer gibi sonuna kadar getirdim. İkinciye de okumam.
   Siz bilirsiniz yani.

9 Temmuz 2017 Pazar

"Alevilik Nedir ?" Nurcuların Gözünden Alevilik.

    220 sayfa. Dipnotların sahihliğini kontrole yeltenmezseniz (fakir gibi) iki günde bitirilebilir. Mehmed Kırkıncı, Said Nursi'nin öğrencilerindenmiş. Pensilvanya mukiminin de hocası olduğu tevatür ediliyor. Bilmem, bilemem. Yazarı hakkındaki önyargılardan (altını kırmızı çizme gugıl ön yargı değil önyargı işte) uzaklaşmış yaklaşıyorum her kitaba.  
   Dipnotlar, çoğunlukla hadis kitaplarından ve kutsal kitaptan alınmış. Anlatımda çok fazla sıfat kullanılmış ("siyonistlerin bu hain planı, müslümanların çelik iradesi ve mükemmel dayanıklılıkları nedeniyle ters tepmişti" kafadan attım mesela bu cümleyi ama kitapta böyle anlatımlar çok sık geçiyor).  Fazla sıfat kullanılan cümlelerin (roman dışında) okuyucuyu yönlendirme gibi bir amacı olduğunu biliyorum. Haliyle, bilimsel olması gereken bir araştırmanın sıfatsız yazılması gerektiğini düşünüyorum. 
   Bu durumda "Alevilik Nedir ?" sorusunun cevabını arayan bibliyofile önerim : daha akademik, daha bilimsel çalışmaları bulup okumasıdır. Nedir : bilim felsefesine göre "yanlışlanamayan şey bilimsel değildir.". Bu kitaptaki kutsal kitap alıntılarını yanlışlayamazsınız. İnananlara göre bu sözcükler kesinkes doğrudur. Demek ki neymiş : bilim felsefesine göre kitabımızın yaslandığı gerçekler, bilimsel değilmiş. Ama Kırkıncı'nın düşünce dünyasına yakınsanız zaten okumuşsunuzdur. Başkalarını da okumaya gerek yoktur.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

"Palabras Encadenadas" İhsan Varol'suz Kelime Oyunu Sevmiyorum.

 Boşanma davasında karısından madik yiyen üniversite hocası; iki sene sonra karısını kaçırarak, mahzene kapatır. Olaylar gelişir.
  14 yıllık bu İspanyol yapımı bu pelikula, standart hafta arası çalışma gününden sonra merakla izlenilebilir. En son sahneye kadar "acaba ?" dedirten bir senaryosu vardır. Oyunculuklar, dekor, kostümler, müzikler falan ortalamanın üstüdür. Ama bir "Contratiempo" değildir. Yine de (bugünlerde tekrar ısıtılıp önümüze sürülen) Örümcek Adam izleneceğine, bu filmi izlemeniz kat be kat iyidir. Siz bilirsiniz yani.



"Ağır Kitap" Bence değil !

   E-kitap olarak yayımlanmış. Kitapçılarda bulamıyorsunuz yani. Sevan Nişanyan'ın son beş yılda çeşitli mecralarda yazdıklarının bir derlemesi. 700 sayfa (basılsaymış hakikaten ağır olurmuş).
   Şimdi bazı alıntılar :
   "Bu ahlaksızlığı yemeyip açık açık konuşan üç kişi çıktı sadece : çağın en dürüst yazarı Refik Halit, ahlak üzerine kafa yormuş tek filozofu (yalan) Rıza Tevfik, memleketin en "batılı" aydını Ali Kemal."
   "Eğer emperyalizm ise, böyle emperyalizme can kurban." S.55
   "Türkiye'de mevcut yapının daha fazla sürdürülemeyeceği apaçık ortadadır." S.88
   "Bu yüzden askeri liseler kaldırılmalıdır."S.145
   "Erzurum Kongresi denilen şey Ermeni katliamından nemalanan ve Ermenilerin geri döneceği korkusuna kapılan mütegallibenin direniş toplantısıdır."S.167
   "Kapitülasyonlar sayesinde Türkiye kalkınmaya başlamıştır."S.311
   "Benim yorumuma göre soykırımın sona erdiği tarih 1983-1984'tür, yani Özal dönemidir."S.350
   "Siz ihtiyarlara kulak asmayın, nasıl olsa yakında ölüp gidecekler."S.374
   "Bu durumda Türk tarafının tek umudu, Gülen hareketi gibi İslami inancı pragmatik bir örgütçülük anlayışıyla birleştiren bir sivil teşkilatlanma olabilir."S.452
   "Doğubeyazıt'ta MM Migros vardı. Tavaf eder gibi dolaştım, rafları okşadım.  O bolluk, o ihtişam, o emek ! Bir sürü alacalı bulacalı işe yaramaz mal belki, evet. Ama başka ve uzak bir dünyaya açılan bir kapı. İnsanları o sefil kasaba yaşantısının ötesine çağıran bir siren şarkısı."S.591
   Objektif eleştiri : kitap rahatlıkla hafifletilebilirmiş. Nişanyan'ın yaptırdığı kaya mezarı hakkında bir dolu yazı var. Röportajlar, kendi yazdıkları, başkasının yazdıkları... Konu temcit pilavı gibi hep aynı şeyler söylenilerek tekrar önümüze geliyor. Kaya mezarı dediğim de misal. Bunun gibi pek çok şey var.
   Subjektif eleştiri : nerden başlasam bilmem ki ! 
   Nişanyan, cumhuriyete ve kurucularına marazi bir nefret duyuyor. Liberal ama zehirli bir liberal. Umudu, Gülen hareketi mesela. Askeri liselerin kaldırılması gerektiğini taa o zamanlar söylemiş (öyle de oldu (herhalde cumhuriyetin berhava edilmesinin adımlarından biri buydu)). Resmi söylemin dik karşısında. Fakir de karşısında ama Nişanyan'la aynı yerde durmuyor. Benim durduğum yerden ise Nişanyan, resmi söylemin çok daha uzağında. 
   İrfan alırım, başka bir bakış açısı öğrenirim diye okudum. Tansiyonum çıktı. Aşırı milliyetçiler; linç psikolojisinden uzak kalmaları gerektiğinden uzak dursunlar. 
PS : Yazarları, yaptıklarıyla değil yazdıklarıyla değerlendirmeye çalışırım. Bu minvalde, Dostoyevski'nin kumarbaz olması, Freud'un çocuklarına kötü davranması, Allen'ın üvey evlatlığıyla evlenmesi beni hiç ilgilendirmez. Ama Nişanyan dendiğinde aklıma; karısının başına döktüğü bir kavanoz bok geliyor. Emek verilmiş, ince ince işlenmiş bir kötülük; her ne kadar objektif kalmaya özensem de aklımdan çıkmıyor bir türlü.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

"Liza the Fox Fairy" Macarlarla Japonlar.

 30 Yaşındaki hemşire/bakıcı Lizacığın hayatındaki en iyi arkadaşı Tomy Tani diye bir Japon şarkıcının hayaletidir (en azından Liza için öyledir). Derken olaylar gelişir.
   Hep kısa filmler çekmiş olan yönetmen beyin (vallahi adını yazmaya erindim, isminde çok acayip yazı karakterleri var) ilk uzun metraj filmidir. Yönetmen bey Macardır. 
   Açılış sahnesinden kapanış sahnesine kadar Wesendırsın renkleri kadrajları kullanılmış, şükela müzikler seçilmiş, olayların birbirine bağlanması dantela gibi işlenmiş, kurgu asla sarkmamış, son onbeş dakikaya kadar laylaylom giden senaryo finalde ciddi bir zemine oturtulmuş, izleyicinin yüzünde hep bir gülümseme peydâh ettirip "iyi hissettiren" bir film olmuştur. 
   Nedir : düz izleyici öyle gülümseyerek izler yazılar bitince kapatır. Sıkı sinefil ise moda korku filmlerine yapılan sıkı göndermelere (bkz.Liza polis sorgusundayken arkadan yaklaşan kameraya eşlik eden garip seslerin kahve makinesinden gelmesi), kapitalizm eleştirilerine (hızlıgıda dükkanlarında verilen plastik çocuk oyuncaklarının bebeciklere etkileri), karşılıksız aşka karşı ölüme verilen mücadeleye falan dikkat eder, iki kat keyif alır.
   Fantasmaya ve aşk filmlerine ilginiz varsa 24 ödüllü ve memleketimde vizyona girmeyen/girmeyecek bu filmi kaçırmayın. 

2 Temmuz 2017 Pazar

Brüksel, Brugge, Antwerpen, Amsterdam ve Kiev'e Gideceklere Öneriler.

  • Başlıktaki noktaları hızlıca tavaf ettiğimizden madde madde yazma kolaylığına kaçacağım.
  • Bu seyahat, Haziran 2017 sonlarında yapıldığından, o günkü durumu içeren bilgiler verilmektedir. Lütfen dikkate alın !
  • Yeşil pasaportlular dikkat ! Her havaalanından yeşil pasaportlular için değişik değişik uygulamalar var. Ankara Esenboğa için SGK'dan imzalı kaşeli belge almıştık ama pasaport kontrolünden önce sormadılar (işgüzar Arakolpa !). Dostlardan öğrendiğimiz kadarıyla İstanbul'dan da sormamışlar ama ne olur ne olmaz almanızda fayda var. Bir yakınımız Çin bileti yaktı (4000 TL.) bu yüzden.
BRÜKSEL
  • Belçika memleketi Brüksel şehrine en yakın havaalanından girdik. Pasaport kontrolü sorunsuz ve hızlı ilerliyor. Havaalanından çıkışta hem özel servisler hem toplu taşıma var. Otelimiz, havaalanı yakınlarında olduğundan sağolsunlar transfer işini hallettiler.
  • Bu arada yazmasam olmaz. Fly Inn Hotel (bağlantıya tıklayınız), Brüksel'de konaklayacak yurdum insanı için çok şahane bir alternatif. Merkeze ulaşımı kolay, yurdum usulü kahvaltısı var (zeytin, peynir, domates, peynir, demleme çay vs. (burun kıvırmayın. Bunları çok ararsınız üç gün sonra)), tuvaletlerinde taharet musluğu var (ki ciddi sorundur yaban ellerde). Personel ilgili, odalar geniş, fiyatlar ehven. Daha ne olsun !
  • Votırluu müzesine gittik.  Şahsen pek bu savaşla pek ilgili olmadığımdan içeri zuzucuğumu gönderdim fakiri temsilen. İçeride iş bu savaşla ilgili balmumu heykeller, kısa bir üç buutlu film gösterisi ve meydanın ortasına dikilmiş devasa bir piramidin tepesine çıkan çok basamaklı merdivenin sonundaki aslan heykeli var. Fransa tarihine ve savaşlarına ilginiz varsa gidilebilir, gidilmezse de bir şey kaybetmiş olmazsınız.

Tepeden Görünüş

  •  Şehrin (geceleri pek şükela aydınlatılan) bir belediye meydanı var. Tüm turistik atraksiyonlar buraya yakın mevzilerde. Geceleri pek bir hareketli. Hareketten kasıt : turist tayfası buraya gelip taşlara oturuyor (cırcır olacaklar haberleri yok !), müskirat tüketip gürültülü konuşuyor, gülüşüyorlar.
  • Belediye Meydanı
    Burası da aynı yer
  • Yakın turistik dükkanlar (diğer Avrupa şehirlerinin aksine) geç vakitlere kadar açık. Yeme içme ve hediyelik dükkanları gani.



Tenten ve Hadok
    Bu nedir Abi ?
  • Şehrin simgelerinden biri işeyen çocuk (sidikli bebe) heykeli, bu meydana yakın. Tamamen bir pazarlama harikası. Yahu, heykel 30 cm. görünce fotodaki gibi oldum. Güvercinim, tepki bile veremedi (geçici katatoni !). Bu heykelden biraz daha küçük anahtarlıklar, tirbüşonlar (ki görmelere sezadır (pipi yerine tirbüşon)), tişortler gırla satılıyor. Ne için ? 30 cm.lik heykel için. Gündüz de bir çok turist tayfası küçücük heykelin önünde gereksiz bir kalabalık oluşturuyor. Dedim ya : pazarlama harikası.


  • Askeri tarih ve Silahlı Kuvvetler Kraliyet Müzesi var. Güzel bir meydanın ortasında (Park de Cinquantenaire) ve geçidin kıyısında. Biletler uygun (hatırlamıyorum ama 10 avrodan az). Vakit geçirecek olsanız tüm gününüzü alır. Hızlıca bir göz atıp, insanın insanı öldürmek için neler yaptığını inceleyebilirsiniz. Ortaçağ da var, günümüz de. Hava Kuvvetlerinin sergilendiği alanda zeplin kokpitlerinen, bir Sabena yolcu uçağına (gerçek uçak) kadar çok çeşitli ölüm makineleri var. Görülmese de olur.



  •  Turla seyahat ettiğinizde otobüsün durak noktalarında ellerini yükseklerde tutarak (japonları aratmayacak stillerde) fotoğraf çeken gezginler, seyahatinizin bir klasiği olacaktır. (biz de yaptık)

 
  • Piyade anıtı var. Cimri Belçikalılar her iki dünya savaşı için bir heykel yapmışlar. Heykelin bir numarası yok ama bulunduğu meydandan manzara güzel. 



  •  Gelelim Atomium'a. Bu da şehrin simgelerinden. 1958 Expo fuarı için geçici olarak yapılmış ama sonrasında "ya iyiymiş bu böyle" dediklerinden kalmış öyle. Kapısında bilet satıp para kazanıyorlar. Demirin kristal kafes yapısının 165 milyar kez büyütülmüşünü (çok) yakından görmek isteyenler 20.8 avro bayılıp (saniyede 5 m.) hızla çıkan (oldukça hızlı yani) asansörlerle en üstteki küreye çıkıp Brüksel'i yüksekten temaşa edebiliyorlar. Kuyruğa girmeyi gözüm yemediğinden yine aile efradımı kendimi temsilen gönderdim yukarıya, ben de aşağıdaki büfede yerel bira ziftlendim. Atomium'un olduğu park daha güzel. Bence uzaktan bakıp parka odaklanın daha güzel vakit geçirirsiniz. Parkın girişinde karavanlarda satılan kızarmış patates-bira ile öğle yemeğini halledebilirsiniz (4.5 avro).


  •  Atomium'un yanında bir minyatür avrupa parkı var. Kombine bilet aldığımızdan buraya da girdik. Küçük çocuklarınız varsa belki uğrayabilirsiniz ama hiç vakit kaybetmeye değmez. Minyatürk çok daha iyi.


  •  Gelelim yeme içme meselesine (büyük mesele !!). Belçika'nın kendi mutfağı yok gibi bir şey (kızarmış patates ve biraya mutfak denirse). Bira ve çikolata yapıyorlar. Yemekle araları yok. Turistik mekanlarda pek çok İtalyan, Japon, Çin, Türk, Hindistan, Yunan, Meksika restoranı olmasına karşın geleneksel Belçika mutfağı pek yok. Onun yerine aşağıda görünen midye tenceresini denedik. Sarmısaklı bir sosla haşlanmış midyeler tencereyle önünüze konuyor, birayla zıkkımlanıyorsunuz (yerseniz). 
  • Waffle meselesi derin. Zannediyorum tüm vafıllar çiğ olarak yumurta kartonunun plastik versiyonlarında satış yerlerine sevk ediliyor. Siparişle pişirmek zaman alacağından önceden vafıl makinelerinde pişiriliyor. Sipariş geldiğinde biraz ısıtıp üstüne malzemeyi ekliyorlar (bizde otobüs konak yerlerindeki gözlemeler gibi) oluyor turistik vafıl. 
  • İşeyen heykelin yanındaki aşağıdaki vafılcı hareketli bir yer. Haliyle vafılı önceden hazırlayacak zamanları olmuyor. Makineden çıkan vafılı ilk sıcaklığında isteğiniz üzerine süslüyor ve sunuyorlar. Üstündeki malzemelere göre vereceğinizi fiyat değişiyor. Sade (tabiy ki üstüne pudra şekeriyle) isterseniz 1 avro. Üstündeki malzemelere göre fiyat 10 avrolara kadar çıkabiliyor. Ama önermem. Pek yapışkan ve dökülen bir yapısı var. Sadesi de pek parlak değil. Churroya hiç yanaşmayın, gerçek churronun pek kötü bir taklidi (bkz.Barcelona yazısı)


  •  Birayı iyi yapıyorlar. Delirium Bar (ki bir kaç şubesi var. turistik mekanlarda gezerseniz kaçırmanız imkansız, iyi de iş yapıyorlar, hep kalabalık) aşağıdaki gibi degüstasyon tepsileri yapmış. Biz üç kişi altılısını denedik. Özellikle Trappis (yoğun meyve tadıyla) fena değildi. 
  • Bu seyahatteki en renksiz şehir Brüksel'di. Yerlisi soru sorunca yardımsever ama arkadaş canlısı değil. Metrosu, treni turist dostu değil (arkadaş bir durak haritası konmaz mı trene ?). Avrupa'nın başkenti ama aynı Ankara havası var (rahat olan Ankara havası). Gri, neşesiz, vasat. Nebliyim bana öyle geldi.
  • Bir de gereksiz bilgi : Belçikalılara göre Türkiye'deki iller şöyle sıralanıyor : İstanbul-Emirdağ-Ankara-İzmir ve diğerleri. Zira şehirdeki Emirdağlı nüfusu pek yoğun. Emirdağ'lı hemşehrilerim, şehirde bir getto oluşturmuş, otele dönerken bir geçeyazdık, kendimi Emirdağ'da sandım (o derece).

 BRUGGE
  • Turla geldiyseniz Brüj'ün at meydanına (ben verdim bu adı yoksa elbetteki adı böyle değil) geleceksiniz ilkin. Burası faytonların hareket noktası. (eski Brüj'ü kastediyorum, yoksa yenisinin standart Evropa kentinden bir farkı yoktur). Buradan yürüyerek tüm eski şehri bir günde gezebilirsiniz.
  • Paranız çoksa fayton tutup çakkıdı çakkıdı gezen katana atlar ve (ekserisi kadın) faytoncularla bir saatte de gezebilirsiniz.
  • Kanallar arasında pek şükela yapılardan oluşan Brüj, Brüksel'le ilginç bir akit yapmış. Vafıl Brüksel'de ucuz (1 avro) Brüj'de pahalı (2.5 avro). Çikolata Brüksel'de pahalı (100 gr.12-16 avro), Brüj'de ucuz (Brüksel'in dik yarısı). 
  • Tekne turu var. Gruplara indirimli (6 avro). Normali 8 avro falan yamulmuyorsam. 30 dakikalık bir kanal turu ile (Türk Fahri Konsolosluğunun da önünden geçiyor) kısa bir tur yapabilirsiniz.
  • Haftasonları bit pazarı var. Fiyatlar gerçekten uygun (önümde kocaman dökme pirinç bir kedi heykelini 20 avroya sattılar (el bagajı taşıyan fakir yutkundu sadece !)). Danteli ve çikolatası hediyelikte başta gidiyor. Magnetlerin 1 tanesi 2/3 avro 5 tanesi 8-12 avro. 
  • Meydan ve ona bağlı sokaklarda yeme içme ve hediyelik eşya dükkanları gırla.
  • Balık pazarının yanındaki bir restoranda yiyip içtik (standart turist tarifesi, başlangıç, bir main dish, salata, bir içecek üç kişi 50 avro). Karakteristik bir yemek değildi. İsteyenler için mönü aşağıda. Malumatfuruşluk yapasım var : yerelin gitmediği lokantarestoranaşevi indimde hiç makbul değildir. Buralarda yemek yenmez, açlık giderilir. Kahvaltıyı otelde yaparsınız (free !), öğle yemeğini ekmek arası geçiştirebilir (4-5 avro), akşam yemeğinde ise o kentin müdavimlerinin gittiği yerlere (kişibaşı 15-20 avro) gidip (bunu araştırmak gerek işte (Roma ve Barselona'da yapmıştık misal)) öyle yemek yemeli (diye düşünüyorum).

Şehir Meydanı
Saat Kulesi
Kanal Evleri
At Meydanı Çeşmesi
2000'li yıllarda restore edilen bir evin kitabesi
(matkaba dikkat !)

Turistik restoran mönüsü

Brügge kanal kıyısı

Kanal evleri

Tek anahtar
Çok düzenek


Dantelli şehir planı
(dantelde ifrat budur)
Cüce Galata Kulesi
Kanaldan Brugge
Tasarım Banklar (ejderhalar iyidir)

Böyle bir iki muzip heykel kondurmuşlar
ama bir Prag değil !
  ANTWERPEN
  • Her ne kadar Brüksel başkent olsa da, para Anvers'te. Dünyadaki her 100 pırlantanın 70'i burada. Avrupa'nın en büyük 2.limanı. Paranın çokluğu, demografinin çeşitliliği, mağazaların yoğunluğu (uniqlo burada var brükselde yok misal (Japonlar parayı iyi kovalar)) mimari ve şehrin ruhunda görünebilir. 
  • Brüksel'den 14.2 avroya gidiş dönüş tren bileti alabilirsiniz. Her istasyonda otomatlar var. Beleşçi takılmayın, kontroller ciddi. Bir de komik bir 1. 2. mevki ayrımları var. (tabiy ki fakir ekonomi klasta yolculuk ediyor). Bir vagonun bir karış yüksek ilk üç sırası birinci mevki. Orada ekonomik sınıf biletle oturursanız kibarca uyarılıp bir karış alçak sıralara davet ediliyorsunuz (kapitalizmin gözünü seveyim).
  • Anvers'e trenle geldiyseniz (ki öyle yapmanızı öneririm) ilk önce gar binasına bir hayret edeceksiniz.  Önce çıkan, sonra düzleşen, tekrar çıkan merdivenler. Felaket süslü duvarlar, rokoko bir mimari (bkz.Nadire İçkale Stayla), modernle karışık medieval bir üslup. Ne desem bilemedim. Burada turist informasyon bürosuna uğrayıp ücretsiz turist haritası alın.
  • Tren istasyonunun önünde Diamond District (çok baktım ama kipalı, zülüflü hasidik musevi göremedim (esef)), arkasında ise Evropa'nın en eski hayvanat bahçesi var. Giriş 25 avro. Vaktimiz kısıtlıydı gezemedik, yoksa insanın bir tam gününü alır. Gözünüze çarpan dönme dolap da acaiptir.
  • Gardan çıkınca kalabalığa katılın, Anvers'in İstiklal Caddesi olan Meir caddesine varırsınız zaten. Sağlı sollu mağazalar, tipik avrupa kent mimarisi (bitişik nizam, süslü püslü evler, arada çiçekli küçücük balkonlar, ama hep restore edilmiş, hem düzenli) derken Grote Markt'a gelirsiniz yarım saatte.

  • Gördüğüm en antika Hilton'u barındıran "büyük çarşı" binası turist ziyaretine kapalı (zira halen faal bir yapı).  Hemen yanında bulunan Cathedral of Our Lady'yi görmemenize imkan yok (heryerden görülüyor). Sağında solunda bir sürü atraksiyon var (yok inşa eden işçi heykelleri, yok efendim kaldırıma sarınmış yatan köpekli çocuk heykeli, daha neler neler !).  Küçük kapılarıyla dikkat çeken (bkz. aşağıdaki fotografiler) kilisenin arkasında Het Elfde Gebod adlı ilginç bir pub var. Mutfağı aman aman değil ama dekorasyon şahane (ambiyans felaket mirîm !). Gidilip, onbeş dakikada bir melodili çalan çanların (zavallı zangoç !) tadına varılabilir.
  • Çevrede turistik pek çok dükkan olduğu gibi yerel halkın da alışveriş yaptığı yerler var. Carrefour'un bulunduğu çarşının girişindeki çikolatacıdaki fiyatları görünce hicabımdan yüzüm al al oldu. Aynı çikolatayı ucuz sanarak 100 gr.ı 7 avroya Brüj'den almıştık. Burada 100 gr.ı 3 avro (serbest piyasa böyle bişiy).


Büyük Çarşı Meydanındaki
Tarihi ! Hilton Oteli

Anvers Sokakları

Tüm gezide, içimi en çok ısıtan
görüntü bu oldu !
İlk defa piyano çalan sokak çalgıcısı gördüm



Daha küçük arka kapı !

Küçük Kapı !

Grote Mark (Çarşı-i Kebir)

Het Elfde Gebod Mimari
(fazla bakmak göz yakar !)
Het Elfde Gebod




  • Buradan aşağıya salınınca bir 10 dakika sonra kanalın önündesiniz. Kanaldaki raftlar, Anversli yeniyetmelerin buluşma yeri. Buraya serilip önlerindeki pis kanal suyunu izleyip geyik harlıyorlar. 

Katedralin önündeki zavallı yavrucak heykeli



  • İstasyona dönüş yolu üzerinde Rubinshaus durur. Bu önemli flaman ressamın evini Pazartesi olması nedeniyle göremedik (kapalı). Yoksa isterdim birkaç Rubins resmi karşısında tefekkürü (böyle de asilimdir !!).
  • Hülasa : Belçika'ya gelirseniz Anvers'i ıskalamayın. Bir iki gün yeter ama görmek gerek.

Rubinshaus

 GIETHOORN

  • Altınboynuz anlamına gelen bu küçük köy, Amsterdam yakınlarında oluyor. Günübirlik turlar var, araç kiraladığınız zaman da 1 saatte, Amsterdam'dan trenle 1 saatte gidilir. 
  • Kanal kıyısındaki teknelere yanaşın. Grup indirimiyle kişibaşı 6 avro, bir saatte falan geziliyor. Sonra kıyıdaki restoranlarda yine grup indirimiyle 17 avroya doyurucu bir yemek yenilebilir (pazarlığı baştan yaparken ekmeği dahil ettirmeyi unutmayın, onu da bir 50 sente sayıyorlar yoksa).
  • Tekerlekli aracın yerini küçük botların aldığı köy, ilginç bir yer. Evlerin hepsi Maison Frances (böyle mi yazılıyordu ?) 'e girebilecek şıklıkta. 
  • Bizdeki kaynaklarda Hobbit Köyü diye geçiyor ama bot rehberimize söylediğimde bönce bir nazar etti "hımm dedim bunlar hobbitlere aşina değil !".
  • Kendilerine göre değişik bir hayatları var. Çocukların 13-14 yaşlarında bir botu oluyor. Cenazeler botlarla kaldırılıyor. Evin iki kapısı var. Büyük olanı (cümle kapısı) sadece evlenip eve ilk kez girerken ve cenaze olduğunda tabutla çıkarken kullanılıyor. İtfaiyesinin aracı büyükçe pompalı bir bot. Çatılarda kullanılan sazların metrekaresi 80 avroymuş ve her 30 yılda bir yenileme istermiş. Ama kışın sıcak, yazın serin tuttuğundan (ve biraz da geleneksel olduğundan) pek bir rağbetteymiş. Yangını fenaymış ama. Gençler yakındaki gölde bulunan adaya kaçamağı gidiyorlar. Kilisenin de ayrı bir adası var, gençlere yaz okulu yapıyor. Ama diğeri daha popüler galiba.




  •  Hollanda'ya geldiğinizi yol kıyılarındaki bisiklet yollarının genişlemesiyle anlayabilirsiniz. Yoksa sınır mınır yok. 

Ortası bisiklet yolu, yanları tartan pist !
  AMSTERDAM

  • Kanallar Kenti.
  • Bisiklet Kenti (600 bin bisiklet varmış)
  • Corendon Hotel'de kaldık (evet doğru bildiniz en büyük ortağı Emirdağ'lı (Atilay Uslu)).


  •  Zengin şehir, turistik atraksiyonları da pek fazla.
  • Fazla kalmadığımızdan, yurdum insanını pek merak ettiği bir iki konuya değineceğiz.
  • Kafişop (coffeeshop) meselesi : Amsterdam'da bitkisel uyarıcılar serbest. Her türlü joint, marijuhana, esrar ve çeşitli nebatat (satmamak koşuluyla) sokaklarda bile tüketilebiliyor. Bunlar; alkol ve sigara kullanımının yasak olduğu coffeshop denen yerlerde satılıyor ve çoklukla oralarda tüketilebiliyor. En ünlüleri Bulldog (öyle ki duraklarda anonsu bile var). En büyük Bulldog'a gittik, merdivenlerden inince sağdaki camlı bankoda kasiyerler var. Grubumuzun ilk tecrübesi olduğunu ve buna göre bir şey vermelerini söyledik. Küçük bir poşet içinde kurutulmuş adaçayı gibi bir şey verdiler (1 gr. 15 avro). "E bunu nasıl içeceğiz ?" deyince barda size yardımcı olurlar dediler. Bar, ilginç sadece alkolsüz içecekler var. Sigara zinhar yasak. İçeride iç bayıcı meyvemsi bir koku. Sağolsun Norveçli birtakım arkadaşlar nebatı sardılar (kağıt ve zıvanayı bardan ücretsiz alıyorsunuz). Herkes bir iki nefes çekti. Derinlik hissinin kaybolması, bir garip rahatlık, algıların açılması gibi şeyler oluyormuş. Şahsen fazla bir haz almadım (rakıdan şaşma arakolpa !). Daha da gitmem Bulldog'a. Bir de (artık iyice fabrikasyon olmuş) space cake denilen (paketlenmiş !) keklerden satıyorlar. İçine ne koyuyorlarsa artık 30 dakika sonra acaip kafa yapıyormuş. Denedim, hiç bir şey olmuyor (7 avro). Yalnız çevrede ilginç bir katatoniyle dolaşan vatandaşlarımızı gördüm, utandım onlar adına. Bir bad tripe girmiş arap gördüm, yürüyemiyordu. Kıssadan hisse : iptilaya meyyal bir kişiyseniz avara geçin arkadaşlar. Ayrıca havaalanındaki çıkış güvenlik kontrolünün pek ciddi olduğunu da (rontgene sokuyorlar adamı, köpekler var) belirteyim. Buradaki zararlı nebatatı dışarı çıkaramıyorsunuz yani.

  • Bir şekilde merkez tren istasyonuna ulaşırsanız 18.5 avroya 24 saatlik geçerli ulaşım kartlarından alabilirsiniz. Bununla tüm şehir içi ve yakın çevreye tren, metro, tramvay, otobüs, artık ne denk gelirse gidebilirsiniz. Otellerden ve turist danışma bürolarından aşağıdakine benzer ücretsiz şehir haritalarından alırsanız işiniz kolaylaşır. Tüm ulaşım araçlarında oldukça açıklayıcı haritalar, şemalar bulunuyor. Yabancı diliniz olması şart değil, okuma yazma bilseniz yeter. Otobüs ve tramvaylarda camlı bir banko içinde görevliler 7.5 avroluk günlük şehir içi kartlardan satıyorlar ve her türlü soruya gayet tatmin edici, güleryüzlü açıklamalar veriyorlar.


Kırmızı fenerli
ofislerin bulunduğu
sokaklardan birinin
başlangıcı

  • Merkezde (Centraal Station'un kanallarla birleşen yerinde, kaçırmanız imkansız); kanal turu var. Gruplara indirimli (tam hatırlamıyorum 10 avrodan az ama), Türkçe sesli rehberleri var. Yarım saat falan sürüyor. Yorulmadan dolaşmak isteyenlere (elbette ki gezdik).
  • Kanal turu aldığınız yerin karşısında bulunan bitişik nizamı güçlükle tutturan (ilginç bir şekilde bir çok bina yamuk yumuk) yapıların arka tarafı "red light district". Bu bölgeyi gece gezmek daha iyi (bir çok işletme (işletme !) gündüz kapalı). Geceleyin o bölgelerdeki kalabalığı takip ederseniz kolayca varırsınız. Daracık sokaklardaki vitrinlerde mayolu, iç çamaşırlı (çoğunluğu Doğu Avrupalı ve Uzak Doğulu sanıyorum) cins-i latiflere bönce bakan yoğun bir göçmen/yeniyetme (avrupalı apaçiler) nüfusu var. Artık turistik bir yer sayıldığından. Gecenin ikisinde bir çok kadınlı erkekli aileler gördük. Tehlikeli bir yer değil. Ancak; para karşılığı cinsel ilişki kavramı size çok itici geliyorsa, görmeseniz de olur. Buralarda dolaşan kişilerin ruh hallerine yönelik klinik bir ilgi duyduğumdan şöyle bir dolaştık. İlginç tabi. Kırmızı ışıklı ofislerde (ofis !) kadınlar, kırmızı lacivert ışıklı ofisler trans bireyler çalışıyormuş (malumatfuruşluk budur işte). 



  • Merkezin arka sokakları yoğun bir kalabalık ve turistik eşya satan dükkanlarla dolu. Yiyecek içecek için yerlilerin gittiği aşağıda soldaki dükkana gittik (ismini gugıl beye sorunca çıkıyor). Sadece balık var. Vitrinden seçiyorsunuz, amcalar küçük ekmeklerin içine koyuyorlar. Çok şeker iki ihtiyar amca işletiyor, fiyatlar çok uygun, yiyecekler çok sağlıklı.
  • Fazla kalamadığımızdan Amsterdam hakkında fazla bir şey yazamayacağım. Ancak :
  • Geceleri sokaklar, kanallar, caddeler ergenlerin elinde (ne zaman okula gidiyorsunuz siz çucuuum ?)
  • Bisiklet yollarında dikkatli olun. Hiç durmuyor ve çok hızlı gidiyorlar. 
  • İnsanlar acaip rahat, geniş ve mutlu. Turistlerle Amsterdamlıları kolayca ayırt edebilirsiniz (turistlerde bir telaş, bir telaş).


ZAANDIJK ZAANSE SCHANS

  • 18.5 avroluk tren kartını aldıysanız merkez tren istasyonundan buraya çok kolay gelebilirsiniz. 40 dakikalık bir yolculukla varılıyor. Varınca kalabalığı takip edin, turistik bölgeye gelirsiniz. Bir köprüden geçerken yanyana yeldeğirmenlerini göreceksiniz. Oraya seğirtin, yeldeğirmenlerinin arkası turistik atraksiyonlarla dolu (ortalık Çinliden, Japondan geçilmiyor (adamlar ne çok geziyor Allahım !))
  • Turistik yolun sonunda tahta ayakkabı ve peynir imalathanesi var. Giriş ücretsiz. Peynirin ve tahta ayakkabıların yapılma sürecini, tarihsel gelişimini ve pazarlanma aşamalarını görebilirsiniz. Elbette buradan almayıp, yerel marketlerden alırsanız çok daha ucuza aynı ürüne sahip olabilirsiniz.
  • Yandaki kanalda bulunan nilüfer çiçekleri de hoştu doğrusu (en son Hindistan'da görmüştüm)




KIEV

  • Yurda dönüşümüz Kiev üzerinden olduğundan birazcık da orayı gezdik. Vizesiz gidilebiliyor.
  • Amsterdam'dan Kiev'e gelince kendimizi zengin gibi hissettik. Çok ucuz memleket. Bkz. yandaki dekont. 70 avro 1900 küsur grivna (üç kişiye bir gün gani gani yetti arttı)
  • Havaalanından çıkışta döviz bürosu var. Kendinize yetecek kadarını bozdurun, şehir içinde daha iyi fiyat veren ofisler var. Döviz bozdurma ofisinin yanında kullan-at telefon kartları satan bir yer var. En ucuz internet tarifesini aldık lifecell'den (5 GB internet,50 dakikalık konuşma 180 grivna (25 TL.)). Satan çocuk telefonunuzu alıyor, sim kartı yerleştiriyor, bütün aktivasyon işlemlerini hallediveriyor, güle güle kullanın.
  • Kiev, otomasyona geçmemiş bir kent. Bütün biletleri, jetonları (ulaşım kartı falan yok) ya aracın içinde (hep teyzeler bilet satıyor) ya da metronun girişlerinde alıyorsunuz. (plastik metro jetonları beni benden aldı) Otobüs bileti 3 grivna (0.4 kuruş). Bileti alınca otobüsün içindeki bir zımbada delip aktive ediyorsunuz ! Kontroller sıkı. 
  • Havaalanından çıkışta Skybus denen otobüslere binip (50 grivna) Karkivska metro istasyonuna varıyorsunuz. Kimi metro istasyonları (Arsenalna) yerin 100 m. aşağısında (savaş sığınağı olarak yapılmış), buralarda yürüyen merdivenler çok hızlı ve zannediyorum 5 dk. falan sürüyor (abartmış olabilirim ama buna yakın) yukarı çıkmak. 



  • İlk durağımız Pecherska metro istasyonu. Buradan yürüyerek Pechersk Lavra. Bir çok katedral, kilise ve ibadethanenin bulunduğu Unesco dünya mirası listesine girmiş bir yerleşke burası. Giriş (sadece kampüs girişi) 25 grivna. Tüm gününüzü (meraklıysanız iki gününüzü) alabilir. Kiliseler aktif olarak kullanılıyor (bir cenazeye katıldık misal). Benim bütün amacım minyatür müzesini görmekti. Gördüm de. 
  • Bu kampüsün içinde mütevazı bir binada Mykola Syadristy adlı deli bir adamın yaptığı akılfersa eserleri orta boy bir odanın içinde mikroskoplarla izleyebiliyorsunuz. Giriş biraz pahalı 25 grivna (3.5 TL.). Şöyle diyeyim : adam pireye altın nal çakmış. Küçücük odada, koca bir katedralden daha fazla zaman harcadım. Değdi de. 

Minyatür Müzesi
  • Bu kampüsten, şehrin görüntüsü pek güzel. Zaman kısıtlı olduğundan fazla vakit harcamayıp biraz ilerideki (1.8 km. ama yol güzel) şehrin koruyucu heykelinin olduğu parka gittik. Buradan şehir manzarası daha da güzel. Heykeller, rölyefler etkileyici. 






  • Postal Area metro istasyonunun yakınında funiküler duruyor (halatla çekilen dikey metro). Biletler 3 grivna. Nedir : pek havalı istasyondan binip 5 dakikada yukarıya varıyorsunuz. Pek şanjanlı mavi boyalı, kubbeleri altın yaldızlı (buradakilerin hepsi böyle) bir katedral var. Manzara güzel, park dinlendirici. 



  • Funikülerin aşağısında Happy Grill'de birşeyler yiyebilirsiniz. Bulgaristan'da kısa etekli garsonlar vardı (Bkz.Bulgaristan yazısı). Buradakiler k.çlarının içine kaçan şortlar giyiyor. Mönüler standart. Yerel bir şey yok. Vakitsizlikten yerel lezzetlere ulaşamadım ama Karkivska metro istasyonundaki kafede yediğim peynirli haçapurinin tadını unutamıyorum doğrusu. 
  • Sonuç olarak : Kiev'e daha uzun zaman ayırmalı. İnsanların (istisnasız) hiç biri ingilizce bilmiyordu. Ancak amaç iletişim kurmaksa, dil bilmek falan ayrıntı. Bir şekilde meramınızı anlatıyorsunuz. Kievliler bakımlı, yardımsever, kibar insanlar. Hiç bir güvenlik sorunu ile karşılaşmadık (Brüksel'de sokak aralarında tam teçhizatlı askerler dolaşıyordu). Burada hiç polis, güvenlik görevlisi göremedik (buna neden olacak bir şey de yoktu). 
  • Bir gezi yazısının daha sonuna geldik. Şunu anladım ki : bir seferde bir kaç ülke gezmek (hem de kısa sürede) bana hiç uygun değil. Arapaşı çorbası gibi oluyor. Nedir : en fazla iki ülkeyle yapılacak (en azından 15 gün süreli) bir gezi planı; amacına daha iyi varacaktır (nedir amaç : oradaki insanlar nasıl yaşıyor sorusuna cevap aramak (en azından benim amacım budur))
  • Yanlışlarım, eksiklerim vardır muhakkak. Yorumlarınızla yol gösterirseniz yazdıklarımı geliştirebilirim. 
  • Haydi iyi gezmeler...