Hereditary ve Midsommar'dan beri Ari Aster'in filmlerini izlemeye almıştım. Şurası bir gerçek ki standart holivut filmlerinin dışında işler yapıyor bu arkadaş. Bu iki işi herhangi bir kategoriye almak mümkün değil ama bittikten sonra insana sorular sorduran filmler. Bu da az şey değildir. Bu beklentilerle oturduk korkan Beau'nun hikayesini izlemeye.
Filmimiz gişede muhakkak çakılacak, pek tiz perdeden eleştiriler alacaktır. Yarısında pes edip çıkan izleyiciler olacaktır (çünkü uzun, gereksizce uzun 2s59d). Sinemayı okuma aşamasına gelmediyseniz izlemesi imkansız, eğer geldiyseniz bile sonuna kadar hazmetmek sabır işidir. Burada benim üç hücreli beynimle çözdüğüm düğümleri anlatmak hiç de akıl kârı değil (yok efendim Beau'nun aslında hiç olmayıp, Mona'nın doğumda yitirdiği çocuğunun yerine varsaydığı karakterin hayali dünyası olabileceği yahut ilk 15 dakikadan sonrasının Beau'nun hayalgücünün işleri olduğu gibi (metaforları (devasa fallik ögeler, futbol topu cesametinde testisler, çılgın gaziler, daha neler) yazmaya kalksam kesin sıkılırsınız)).
Ancak kısaca şunu söyleyebiliriz: insanın hayatında otoriter ve baskılayıcı bir karakter varsa ve çıkarılamıyorsa; bu kişinin etkileri, sonunda Beau gibi özgüvenin yitirildiği, benliğin bulunamadığı bir durum yaratabiliyor. Genetik depresyonevroz (sevdim bu tanımı) gayet de mümkün olabilen bir şey. Ve Bay Aster'in kopan kafalara zaafı var (her üç filminde de var).
Cekinfiiniks'in oyunculuğunu akademi pas geçecektir. Ben geçemiyorum: kendi en iyi oyuncu oskarım goooz tu Cekinfiiniks. O kadar iyi donuna girmiş Beau'nun (bu don bildiğiniz don değildir ona göre).
Düz sinefile köşeli gelir, hazmı zor, izleyeli iki gün oldu ancak yazmaya cesaret edebiliyorum. Ancak aşmış sinefillerle kademeli olarak izlenmesi mümkündür bence. Fakir iki günde bitirebildi. Siz bilirsiniz yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder