31 Mayıs 2023 Çarşamba

"Kuru Kız" Ayfer Tunç'tan Biyografik Roman.

   Tierra Del Fiego'da başlıyor ilk bölümler (her bölüm bir sayfadan beş sayfaya kadar çıkıyor ve çok var) sonra memleketimizde meçhul bir coğrafyaya sıçrıyor (coğrafya meçhul ama yaşananlar çok tanıdık). Adını bilmediğimiz ana kahramanımız Kuru Kız'ın (kız kurusu demeyi kaba bulduklarından böyle sesleniyorlar arkasından) yaşadıklarını kısacık bölümlerle okuyoruz. Karakterler sahici, yazılanlar sanki gözümüzün önünde oluyor. 216 sayfalık kitaba sabah başladım, gece bitirdim (sahi çalışıyorum bir de bu arada). Övünmek değil bu, çünkü bölümler paragraf olarak yazılsaymış doğrudan 108 sayfaya düşermiş ve bunu okumak da fazla sürmez.
   İlginç bir yazım tekniği kullanmış Sayın Tunç. Muhakkak ki çok çabuk okunmak üzere tasarlanmış ve etkili de olmuş. 
   Hissettirdiklerine gelince: kötüler çok kötü (zahiren iyi göründüklerinden olsa gerek), iyiler pek belli değil, internet güzel kullanıldığında bireyi bağımsızlaştırıp geliştirebiliyor, rutin dar geliyorsa hayallerin peşinden gidebilecek cesareti bulmak önemli (ancak Arjantin'de oturma izni olmadan kalmak nasıl mümkün oluyor bilemedim), intikam çok tatlı birşey, hayata tek başına karşı koyabilmek güzel bir haslet.
   Benim çok hoşuma gitti (tabii bu çok öznel bir değerlendirme). Yazarın diğer kitaplarının yanında (Yeşil Peri üçlemesi gibi) biraz zayıf kalsa da okunur.

24 Mayıs 2023 Çarşamba

"Rüyalar Anlatılmaz" 6 Harfli Ceberrut.

   Pilar'ın kocası Eyüp sırra kadem basar, geride hiç bir haber bırakmadan. Pilar, Eyüp'ü çok seviyordur. Çaresiz İspanya'lardan Emirgan'lara yola koyulur. Elinde Eyüp'ün rüya günlüğü. Günlük ilerledikçe saklı gerçekler yavaştan açığa çıkar. Pek de pembeşeker hikayeler değildir yazılanlar.
   Sayın Yıldırım'ın okumadığım son kitabını da bir haftada bitirebildim üç ülkeden geçerken. Kitap karakterlerin bakış açısından yazılmış bölümlerden mürekkep. Diğer kitaplara yapılan göndermeler de zihin açıcı. Yazarın hep yaptığı ama beni her seferinde şaşırtan bir trüğü (ne işim olur trükle?) oyuncuğu var. Şeylerin kişilere göre nasıl değiştiğini çok güzel veriyor. Ortada bir durum var. Birçok kişi aynı şeyi yaşıyor ve kendi algılamasına göre tepkiler veriyor, diğerleri hakkında yargılara varıyor. Bunlar çoğunlukla aynı eksende olmuyor. Toplumumuzdaki empati (ne işim olur empatiyle?) digerkâmlık eksikliği burada kendini gösteriyor ve olmadık şeyler olmadık biçimlerde algılanıp, iletişim eksikliğinden olacak kopmalarla kendini gösteriyor. Neyse, kitaba dönelim. 
   Heyecanlı başlayan, kimi kırılmalarla okurun merakını canlı tutan ancak finalindeki kırılma (o çok rastlanan meşum altı harfli aile içi kirli sırlar) hem bir climax (climax'le de işim olmaz) tepe noktası yaratamıyor hem de sonu tatmin etmiyor. Yine de iflah olmaz NY tutkunuysanız bakabilirsiniz, bakmasanız da çok şey kaybetmiş olmazsınız. 

7 Mayıs 2023 Pazar

"Guardians of Galaxy Vol.3" Eğlencelik.

 Acaip kılıklı süperkahraman filmi izlemek için yaşım geçmiş olabilir ama ben bu serinin müziklerine bayılıyorum. Konusu "takım arkadaşlarının hayatını kurtarmak için tehlikelere atılan bir grup insanın hikayesi" olarak özetlenebilir belki. Hayatı tehlikede olanın bir rakun olması dışında dinleyene normal de gelebilir ama hayat üstünüze fazla gelmeye başladığında "Ela ile Hilmi ve Ali" izlemek yorucu olabiliyor. O zaman ne yapıyoruz haftasonu? Böylesi filmlere gidip zihni bir güzel pırıl pırıl yapıyoruz. Besin değeri olarak mısır cipsiyle aynıdır: hiç bir faydası yoktur, yemesi pek keyiflidir.

"Billy Summers" King'den Bir Tetikçi Romanı.

 
   Zihin dolduğunda kıdemli okuyucunun S.King okuyarak "okuma yetisini" bileyeceği bir seçenek vardır. Malumunuz: günümüzün okuma alışkanlığı sosyal medyadan öte gitmiyor. Üstelik bilgi alma, okuma hevesini tatmin eden youtube videoları ve podcastlar da okumaya "vakit bulamayan" çoğunluğun bu isteğini tatminde hayli verimkar. Çevremdeki birçok kişi kitapları okumak yerine dinliyorlar artık. Hatta bu işin seçilen seslendiricileri dahi var. Konudan uzaklaşmayalım. Anlam yüklü uzun cümleleri okumak kimi zaman yorucu olabiliyor. O zaman fakir alır bir S.King romanı ve bırakır kendini satırların akışına. 
   Sai King, bir edebiyatçı değil. İyi bir zanaatkar. Formülü belli çoksatarlar yazar. Ancak olay kurgusu, karakter betimlemeleri gayet iyidir. Öldükten sonra klasik olabilecek işleri vardır ama şimdilik viya böyle (bu arada kalemini oğluna bırakma çabaları da bence beyhudedir). Neyse gelelim kitabımıza.
   Her zaman tek, bilemedin iki eksenli romanlar yazan King bu kez çok eksenli bir roman kaleme almış. Billy Summers; bir tetikçi. Ancak kendine göre bir etik oluşturmuş, hedefleri kötü değilse almıyor. Emekli olmadan önce son bir iş yapmaya hallenir, işler biraz çetrefilleşir, olaylar gelişir. 
   Harcıalem King romanlarından farklı olarak fantastik ögeler yoktur (Shining'deki overlook oteline yapılan göndermeler gülümseticiydi ama). Henüz ilk yarıda olayın sona ermesinden sonra diğer eksene geçiyoruz. O da nesi? İkinciden sonra üçüncüye geçiyoruz. Bundan sonra biraz sıkılıyoruz ama bu süreçte bir romanın başlangıcına tanık oluyor ve bu romanda protagonistin cemaziyülevvelini de öğreniyoruz. Dördüncü eksende sıkılmaya başlıyoruz ve Bay King dördüncüde finali bağlıyor. Sonu üzücü ama en doğru son (aynı Kule'de olduğu gibi). Tek eleştirim Irak'ta geçen bölümlere. Ne işiniz var Irak'ta yankiler? Aynı Felluce duvarlarında yazdığı gibi niye eve gitmiyorsunuz?
   Kitabı öneririm ama.

1 Mayıs 2023 Pazartesi

Tayland'dan Laos'a Nehir Teknesiyle Yolculuk İçin Sınır Geçişi/Border Crossing from Thailand to Laos for Slow Boat.

 Uzun seyahatime çıkmadan önce Tayland Laos sınır geçişine dair bilgiler toplayayım dedim ve maalesef yabancı dilde yazılmış olanlar haricinde (ki onlar da birşeye benzemiyor) başlıktaki konuyu işleyen bir kaynak bulamadım. O halde; bu tecrübeyi yaşamış biri olarak: bu bilgiye ihtiyacı olanları düşünerek bir yazı yazalım.

Tayland'ın gerçek ve daha hoş bir yüzünü görmek isteyenlerin gideceği Chiang Mai'ye gittiyseniz, doğası ve insanı bozulmamış Laos'a da gitmek isteyebilirsiniz. Bunun için önünüzde çeşitli seçenekler var. Chiang Rai'de kalarak gitmeyi tercih edebilirsiniz (orayı da görelim gitmişken!). Bendeniz kör karanlıklarda kalkmayı sevmediğim için Chiang Kong'da gecelemeyi tercih ettim. O halde C.Mai'den başlayarak maddeliyoruz (en sevdiğim).

  • Chiang Mai otobüs terminalinden "Green Bus" firmasından güzelce alıyorsunuz Chiang Kong biletinizi. Otobüsler klimalı, çok konforlu değil ama hepi topu 5-6 saat gidiyorsunuz ve Chiang Kong'a geliyorsunuz. Burası genellikle Laos'a geçmek isteyen turistlerin bir gecelik kaldıkları küçük bir köy. Gecelemeyi burada yapıyorsunuz. Nehrin kıyısında yürüyüp Laos'un ışıklarına bakıyor, nehir kıyısındaki korku filmi dekoru gibi terkedilmiş otellerden ürperiyorsunuz. Sabah için sınır kapısına bir tuktuk ayarlamanızda fayda var.
  • Sabah 7'de tuktukla Tayland sınır kapısına gidiyorsunuz. Burada çıkış işlemleriniz çabucak halloluyor. Bastılar çıkışı pasaporta, doğru "dostluk köprüsü"nün üstünde bekleyen otobüslere. Sırada Laos sınır kapısı var. Kapitalizmden, komünizme hoşgeldiniz. 
  • Burada işler biraz yavaş işliyor. Sınırda vize almak zorundasınız. Öncelikle verdikleri iki formu güzelce dolduruyorsunuz (yanınıza kalem alın dediler ama orada da vardı), bir miktar harç (miktarı tam hatırlamıyorum ama düşük bir miktardı) ve bir biyometrik fotoğrafınızla asık suratlı sınır polisine teslim ediyorsunuz. 15 dakika kadar bekledikten sonra isminizi okuyorlar. Vizelenmiş, giriş damgası basılmış pasaportunuzu alıyorsunuz. Sonra bir bankoya daha gidip harcı veriyorsunuz (47 USD). Amman vereceğiniz banknotların üstünde yazı, kenarında yırtık olmasın. Almıyorlar, arıza çıkarıyorlar (gördüm biliyorum). Nihayet Laos'tasınız. Çıkışa seğirtip tuktuklara yöneliyorsunuz. Her tuktukun tarifesi belli. Bir iki kişi birleşip bir tane tutarsanız daha ekonomik olur. 
  • Bunlar sizi nehir teknelerinin olduğu rıhtıma götürüyorlar (20 dk.). Hemen oradaki bilet gişesine giderek biletinizi alıyorsunuz (iki tip bilet var Pakbenk'e ve Lluang Prabang'a (200.000-400.000 Kip)). Teknelerin 09:30'da kalktığı söyleniyor ama mümkün olduğunca doldurmak istediklerinden kalkış 11:00'i buluyor. Tayland yazısına halleniyorum, sonra da Laos gelecek. Detaylar orada.

"Kopyalanmış Adam" Saramago'dan.

 Saramago üslubunu biliyorsanız kolayca okunacak kitaptır. Değilseniz uyarılarımı yapayım: öyle konuşma çizgisi, ünlem, noktalı virgül falan beklemeyin çok beklersiniz. Koca kitapta sadece nokta ve virgül vardır. Jose Bey, burada dördüncü duvarı falan yıkıp doğrudan kendi imgeleminden aktarır romanı, kimi zaman konudan uzaklaşır (pek matraktır ama konuya dönme çabaları falan), kimi zaman bambaşka mecralara akar. Bitirince gülümseyeceğinizden emin olamam ama ona yakın bir şey olurum. 
   Tertuliano Maximo Afonso, boşanmış, kendine yalnız bir rutin oluşturmuş, dümdüz yaşayan bir adamdır. Bir gün bir film izler ve hayatı değişir. 
   Görünen gerçeklik ve asıl gerçek, hayatımızın sorgulanması, yaşama dair tespitler ve buna benzer şeylerle kitabımız çabucak okunur (306 s.). Bendeniz işbu matbuatı uzun seyahatimde okuduğum için derin edebi hazlar almadım ama kindılın izin verdiğinde altını üstünü çizdiğim yerler oldu (misal: "hayat boyu süren tek şeyin hayatın kendisi olduğunu, bunun haricindeki her şeyin belirsiz, istikrarsız ve gelip geçici olduğunu düşünüyorum, yaşam bana bu gerçeği öğretti."). Ustanın üslubuna aşinaysanız öneririm, değilseniz başlamak için ideal kitap olmayabilir. 

"Newton Neden Türk Değildi" Nasıl Olsun?

   Celal Şengör'ü seversiniz sevmezsiniz, kendi alanında primadır, alanının dışındaki kimi ahkamları da dikkate değerdir. 12 Eylül sonrası apolitik aydının şükela bir cisimlenmesidir. 

   Celal Hoca bilimin neden bu coğrafyada serpilemediğini kimi denemelerde anlatıyor. Bunların içinde zihni pırıl pırıl yapan kimi tespitler (Hristiyanlığın yobazlığının koca yüzyılları karanlıkta geçirtmesi gibi) var. Ucundan kıyısından bilim tarihine bulaştığımız için daha bir ilgiyle okudum yazılanları. Düşüncelerinin hepsine katılmasanız da bulunduğunuz açıyı değiştirecek bilgiler var denemelerde. Bu da bir kitap için vermesi istenen faydadır. Kimi zaman durduğumuz yeri değiştirmek, şeylere başka yerlerden bakmak gerektir. Hayatı başka türlü algılayabiliriz ve belki bu eski algımızdan daha iyidir. Zahmete değer. 196 sayfa, kolaycacık okunur. Öneririm.

"Ela ile Hilmi ve Ali" Hilmi'lik Üzerine.


   İki kapalı bir de (kısacık) açık alanda çekim, üç oyuncu, 1s42d, minimum bütçe, güzel film.
   Her ne kadar afişte üç isim görünse de adamımız Hilmi'dir. Hilmi mal değneğidir. İnsanlarla irtibatı bilgi aktarma şeklindedir (her b.ku da bilir, levrek buğulamayı da süper yapar), Hilmi dersanede matematik öğretmeni, her okulu kazanmış ama gidecek cesareti olmamış (kazanma belgelerini çerçeveletip asmış ama), tutkusu pilotluk (ki hallense yapabilir) o uyduruk simülasyonlarda evinin salonunda uçuş yapıyor, balığı bilgisayarda tutuyor, doğru dürüst arkadaşı yok, hayatın kıyısında izliyor. (bunu yapılan o tek açık çekimde çok güzel anlıyorsunuz (herkes bir şey yapıyor frizbi uçuruyor, top oynuyor, sohbet ediyor. Hilmi aralarında geziniyor)). Kendine güvenli bir koza örmüş, o kozanın içinden çıkmıyor. Yapabildiği: öğrencisi yaşında müşkül durumdaki bir kızla, Ela ile evlenmek. Aralarındaki ilişki de (tek olabilecek yöntemle) Ela'yı sınavlara hazırlamak (çünkü başka birşey bilmiyor Hilmi). Bu fasit daireye, apartman görevlisinin oğlu Ali girer. Ali daha onbeş yaşında (Ela'ya ilk rastladığında teyze diyor, oysa Ela ondan 5-6 yaş büyük.). Rap dinliyor, her zaman görünen uslu öğrenci maskesinin altında gayet de küfürbaz, işine gelmediği zaman çekip gidebilen bir yüzü var. Hilmi'den çok daha sahici. Ela ve Ali kafa barıştırır, Hilmi açmazlara girer. Olaylar gelişir.
   Serde yıllardır farkında olmadan gelişen bir Hilmilik olduğundan (koza durumu), pek etkiledi fakiri. Hele ki (bundan sonra yazacaklarım bozuntu içerdiğinden filmi izleyecekseniz okumayınız) son yangın sahnesinde (Çehov'un mottosu "bir sahnede tüfek varsa patlayacaktır") Hilmi'nin "hımm balonlara hidrojen koymuşlar helyum yerine, sülfürik asit kullanmış olmalılar" diye ahkam kestikten sonra yangını söndürmek yerine o çok onat soru klasörlerini kurtarmaya çalışması hem üzücü hem de kızdırıcıydı. 
   Müzikler, metaforlar (karıncalar, pornolar vs.), oyunculuklar, çekimler, kurgu ve özellikle senaryo çizgi üstüdür (aldığı ödülleri haketmiş kanımca). Kimi özellikleri içselleştirebilirseniz insanın hayatını gözden geçirmesine yarar (bu da az değildir bir sinema filmi için). Koca Ankara'da tek salonda iki seansta gösterimde (suarede 7 kişiydik). Kavgalı dövüşlü filmler her yerdeyken böyle incileri kimsenin izlememesi de ne biliyim hüzünlendiriyor insanı. 

"Leyla'nın Kardeşleri" Katman katman üstüne!

 Leyla gelmiş 40 yaşına, bir baltaya sap olamayan biraderleri ve anne babasıyla yaşıyor. Ailenin en akıllısı. Yoksulluk çepeçevre ve çember daralıyor. Leyla, bir çıkış yolu bulmaya çalışır, olaylar gelişir.
   Uzun (2s39d). Çok katmanlı bir iş. Kadının toplumdaki yeri mi, aile arası ilişkiler mi, elektraoidipus kompleksleri mi, İran ekonomisi mi, feodalizm mi kapitalizm mi? Daha yazsam çok ama sıkılıyorum. Son yarım (birazcık melodrama kaçan) saati olmasaymış daha hoşlanacağım bir filmdir. Kimi sinemalarda bazı replikler vardır, beyin kıvrımlarının içine kaçar. Bunda da var öyle bir iki yer. ("nasıl düşüneceğin değil, ne düşüneceğin öğretildi sana", "kusurları sevmiyorum ve mükemmellik beni korkutuyor") Aman aman kaçırmayın diyemeyeceğim ama genç bir yönetmenin ilk filmi olarak beklenenin üstünde, bulursanız (akış kanallarında var) izleyin.