Fikriye Hanım, 4 yıllık mutlu evliliğinin ardından aniden hayat kuşunu uçuran beyinin yasını tutmaktadır. Hem öksüz hem yetim olduğundan küçük sâbisiyle dayısının yanına sığınmıştır. Yengesi biraz kovalakçadır (merak edenler lûgat karıştıracak artık). Bir damat adayı bulunur ama onun da ilk eşi öldükten sonra dirilmiş, ikinci eşinin ölümüne neden olmuş diğer dördünün de koşarak uzaklaşmasına neden olmuştur. Olaylar gelişir.
Üstadın diğer romanlarında olduğu gibi (kuvvetle sanıyorum ki bu romanlar tefrika edilerek yazılmış (yine biraz kitap karıştırın bakalım!)) pek fülfürüşlü bir hikâye, pek lâtif bir anlatım. Önceki kitaba nazaran birazcık daha uzun olmasına (182 S.) karşın yine 1buçuk günde bitiverdi. Konudan azade tespit: yola çıkarken HRG romanları almak akıl kârı değildir, çabucak bitivermektedirler.
Dönemin sosyolojisi ve demografisini anladığımız yetmiyor bu kez üstadın ruh ve madde meselelerine bakışını (daha doğrusu o dönemin bakış açısını) görüyoruz. Anlıyoruz ki; 19. yüzyılın sonlarında ve günümüzde sorulan sorular hep aynı. Yalnız o dönem pek moda olan spiritüalizm konusunda top ortaya atılmış. Dileyen dilediği tarafa şutlar.
Uzun seyahatlerde okunmaz ama (çünkü boşuna taşırsınız) başka zaman gülümseyerek okunur (bu da az şey değildir).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder