Başlık neyse o.... (merak ettiğiniz kitap, film; gitmek istediğiniz rota varsa arattırın belki de bu sefil ağ güncesinde vardır)
29 Aralık 2020 Salı
"The Assistant" ABD Çalışma Hayatına Kısa Bir Bakış Yahut Weinstein Fobisi.
28 Aralık 2020 Pazartesi
"Düne Kadar Dünya" Geniş Zamanlarda Okunmalı!
26 Aralık 2020 Cumartesi
"Midnight Sky" Bilimkurgu ama değil de sanki!
Uyarıcımız çalıştı, oturdum akşam izledim. Corckluuni, Sabörbikın'dan sonraki sinema filmi yönetmenliğinde bir Netfliks filmini kotarmış.
Dünyada bir şeyler ters gitmiş ve bildiğimiz yaşam sona ermiştir/ermek üzeredir. Elbette uzun zaman önce yaşanacak gezegen bulmaya gitmiş Aeter uzay gemisindekilerin bundan haberi yoktur. Kutup dairesindeki gözlemevinde bulunan huysuz bir bilim insanı; tahliyeyi reddeder ve gelen gemiyle irtibat kurmak için tek başına kalır (zaten ömrünün sonlarına gelmiştir).
Üç eksenli senaryo, uzay gemisindekiler, Dünyadakiler ve neden izlediğimizi filmin sonlarında idrak edeceğimiz geri dönüşlerle ilerliyor. Eğer tekerlekli ofis sandalyelerinden yönetilen kocaman bir uzay gemisi izlemek sizin mantığınıza ters düşmüyorsa (aynı şekilde kutuplarda buz gibi sudan çıkıp yola devam etmek gibi garabetler de cabası), bir şekilde kendini izletiyor filmimiz. CGI efektleri, evet göze batıyor ancak konusunun bilimkurgu olarak yazılmasına karşın pelikulamız bilimkurgu filmi değildir. Daha ziyade aile olgusunun didiklenmesi gibi algıladım (o fedakarlıklar, çekilen zorluklar, kuvvetli bağlar vs.). Bilimkurgu peşindeyseniz uzak durun, ama "ezecek iki saatim var, ne yapsam" diyorsanız başına oturabilirsiniz.
24 Aralık 2020 Perşembe
"The Burnt Orange Heresy" Yanık Portakal Sapkınlığı, Sanat Piyasaları Üzerine.
15 Aralık 2020 Salı
"Rojo" Arjantin Kırmızısı.
1970'li yılların ortası, Arjantin'deyiz, kasaba eşrafından avukat Kladyo; bölgenin şık restoranında eşini beklerken bir hödüğün tacizine uğrar. Bu tacizi bertaraf ettiği gibi, hödüğü köpek hayvanının mahrem bölgelerine giriş çıkışını sağlar (elbette sosyal olarak (Kladyo kibar adamdır)). İki saate yakın (1s49d) filmimiz bu sahnelerle açılınca "aha" dedim "beyine takla attıran bir filmle karşı karşıyayım". Yanılmamışım.
Genç yönetmen Bünyamin Naiştat (muhtemelen levanten), yaşının ötesinde bir tecrübe göstererek, şükela bir iş çıkarmış. Bir kere iş iyi kotarılmış. Kullanılan filtrelerden (bildiğiniz 70'li yıllarda çekilmiş film izliyorsunuz hissi veriyor), sekans açılarına, sünmeyen senaryodan, ekonomik (ama yerinde) müzik kullanımına, iyi oyunculuklardan (Dieguito'ya nasıl kıl oldum! (gerçek hayatta da adı aynıymış)) metaforlara; özenli bir iş var.
Öte yandan filmimiz hem bir dönemi yansıtıyor (darbe öncesi gelişmemiş ülke aurası) hem de hep muteber olacak soruları sorduruyor.
- Mevcut düzeni korumak adına ne kadar ileri gidilebilir?
- İlahi adalet diye bir şey mevcut mudur?
- Karma bizi nasıl etkiliyor? (Karma var mı?)
- Güneş tutulmaları sırasında hava kızarıyor mu?
- Filler tepişince, çimenler ezilir mi? (soruya gel!)
10 Aralık 2020 Perşembe
"Undine" Petzold'un Su Perisi.
"Rabbim Beni Doktorlardan Koru!" Beklediğim gibi değil...
5 Aralık 2020 Cumartesi
"Melekler Zamanı" Iris Murdock'tan Yüksek Edebiyat
Roman türü ilk çıktığı zaman burun kıvırılıyordu (o zamanlar edebiyat, tiyatro oyunu ve şiir demekti) "hıh düşük edebiyat!" diye. Sonra devir değişti tabi. Roman yerini sağlamlaştırmakla kalmadı şiir ve tiyatroyu da yerinden etti. İlerleyen zamanla romanda da bir "yüksek edebiyat" snopluğu oluşması kaçınılmazdı, öyle de oldu. Kendi adıma yüksek edebiyat klasiklerle sınırlıdır ama öyle olmadığını da biliyorum. Bu minvalde mebzul miktarda felsefe içeren kitapları olduğunu bildiğim Iris Murdock'ı şimdiye kadar hep ihmal ettim. Ancak ilgiyle takip ettiğim ağ güncelerinden Okuma Günlüğüm Kitaplık'ın hatırnaz yazarıyla yaptığımız bir yazışmada kendisi işbu neşriyatı tavsiye edince daha fazla kayıtsız kalmayarak oturduk başına.
Tanrıya inancını kaybetmiş, hizmetçisi ve kızıyla memnu yakınlaşmalar içinde, kendi zihninde kaybolmuş (kıçını kızılcık sopasıyla dövme isteği uyandıran), ancak gizemli bir etkisi olan bir peder: Carel. ABD'den İngiltere'ye atanıyor (orada protestanların işi biraz meşakkatli). Kilise, Carel'in acaipliklerini bildiğinden cemaatsiz (sadece kulesi ve lojmanı kalmış) bir kiliseye atıyor bu sıradışı pederi. Lojmanın apartman görevlisi Eugene (ne biçim Rus adı bu!), Eugene'in oğlu Leo, Carel'in emektarı Pattie, kızı Muriel ve (sözde) yeğeni Elisabeth; Londra'nın kalkmak bilmeyen sisleri arasında kendilerine bir hayat çizmeye çalışır, olaylar ilerler.
285 sayfalık kitap, tahminlerimin ötesinde bir sürede bitebildi. Karakterler arızalı, atmosfer depresif, dil akıcı ancak bir türlü sirayet edemedim metne. Son okuduklarımın hep kaybedenlere/arızalılara odaklanmasından mıdır, yoksa romanımızın içinde çokça varoluşçu ögeler bulunduğundan mı bilmem, bitirmekte zorluk çektim. Ancak şurası muhakkak ki: Bayan Mördak "yüksek edebiyat"la hemhâl oluyormuş. Kendisinin polisiye eserleri de varmış "varoluşçu polisiye" okumak, kulağa oldukça ilginç geldiğinden bir de onlardan yana şansımı deneyeceğim.
Demem o ki: Bayan Mördak'ın yazdıklarına başlayacaksanız, bence bu romanla başlamayabilirsiniz.