Artur Şopenauer, Immanuel Kant'ın en sevgili öğrencisi. Niçe ile birlikte (şimdi kim yazacak bu müellifin yazması zor ismini?), Richard Wagner, Ludwig Wittgenstein, Erwin Schrödinger, Albert Einstein, Sigmund Freud, Otto Rank, Carl Gustav Jung, Leo Tolstoy, Thomas Mann, ve Jorge Luis Borges'e ilham olmuş biri. Genel olarak insana dair tespitleri, gözlemleri pek kötümser (haksız mı ama! (zatıalilerine gönülden katılıyorum)). Aşağıdaki canlandırmasına da bakınca "sizden bir b.k olmaz, dağılın!" der gibi baktığını görebiliyoruz. Kendileri hakkında pek derin okuma yapmadım ama bugünlerde bu eserinin üzerine eğilmekte fayda var.
Yazarımız 1860'da ölmüş, bu kitabının ne zaman yazıldığını öğrenemedim. Ölmeden önce yazdığı düşünülürse (kesin doğru çıkarımlar yapabiliyorum bugünlerde), kitabımız yüzelli yaşından fazla. Ancak ciddi ciddi tüm siyaset akademilerinde okutulduğunu düşünüyorum. Şimdi 1800'lerin sonuna doğru bir bakalım. Kitle yayınları yok. Propaganda (henüz) ciddi ciddi üzerine eğilinmemiş bir olgu. İşte bu ahvalde münevverlerin fikirlerini ispata ve iknaya dair tek enstrümanı var. Kitap yazmak yahut retorik.
Retorik nedir ? Dikkat ! malumatfuruşluğumu konuşturuyorum. Efendim : ortaçağ eğitiminin trivium bacağındaki üç ana dersten biridir. Konuşarak insanları etkilemek yani hitabet ve belagat demektir. Bunun yanısıra quadrivium da alayım derseniz gramer ve diyalektiğe ilaveten aritmetik, geometri, astronomi ile müzik eğitimi de almanız gerektir.
Kitabımıza dönelim. Bay Artur; "gerçekten haklı olup olmadığınızın bir önemi yok, tartışmada haklı çıkmak istiyorsanız bunları yapacaksınız" deyip 38 adet tartışma hilesini; hem tarihsel atıflarla (Sokrat, Platon, Aristo eristik diyalektiği didik didik etmiş zamanında) hem de örneklerle açıklıyor. Okudukça haşyete kapıldım. Bunların çoğunu hemen hemen tüm siyasetçiler yapıyor. Sadece siyasetçilerin değil hukuk konusunda çalışanların da başucu kitabı olması gerek. Çünkü gerçeğin ve doğrunun nasıl gölgelenebileceği hakkında çok başarılı taktikleri (özellikle de işi doğruyu ve haklıyı bulmak olan) hukuk insanlarının bilmesi gerek.
Doğruyu ve haklıyı bulmak için hep vicdanımı dinledim/dinliyorum ancak vicdanımın doğruyu söylediğini nereden bilebilirim. Vicdanım, bugüne kadar yaşadıklarım, öğrendiklerim ve okuduklarımla şekillendi. Haliyle subjektif. Bu da demektir ki vicdanım gerçekten doğruyu ve haklıyı saptamakta yetersiz. O zaman başkalarının doğru ve haklı tarifleri ile mi hareket edeceğim. Ne yapacağım bilmiyorum. Neyse ki bu tür yargıları verecek konumda olmuyorum çoğu zaman. Ben bir garip mavi yakalıyım (iyi ki de öyleyim). Yoksa bu konulara derinlikli eğilip, vicdan azapları içinde kavrulup giderdim.
Ancak; insanları etkileme derdinde biri olsam bu kitabı uzun uzun çalışırdım. Eğer başarılı olursam da pek iyi bir insan olmazdım. Nedir : olduğum yerden memnunum. Neyse pek kişisel meselelere daldım. Canınızı sıkmayayım sevgili kâri. Bıçak gibi bu kitabı (ekmek de keser, insan da) isterseniz okuyun. Eristik Diyalektiği kullanmasanız da (umarım öyle yaparsınız) tanırsınız.